Ekim ayında Avrupa’ya gidiyorsanız, gerek gitmeden önce gezi programınızı yaparken gerekse yolculuk sırasında, hava durumunu yakından izlemek şart. Özellikle belli tarihler arasında, sayılı gün için bir yere gittiğiniz zaman, kötü hava koşulları çok da istenen bir şey değil. Şüphesiz, bazı yerlere her mevsim gidilebilir. Büyük şehirlerde her zaman yapacak bir şey vardır. Yağmurlu ve soğuk havalarda müzeler, sanat galerileri, konser salonları ve tarihi kafeler en iyi kaçış yerleri olabilir. Ama bazı yerler vardır ki, yağışlı ve/veya soğuk havada gitmenin hiçbir tadı tuzu, hatta anlamı yoktur. İşte kanımca, Cinque Terre bu tip yerlere en iyi örneklerden birisi. Bunun nedeni, kötü havada Cinque Terre’ye genel olarak gidilme nedenlerinden ikisini de yapamayacak olmanız. O koşullarda, ne masmavi sularda yüzebilecek ne de yürüyüş yollarında yürüyebileceksiniz. Bu iki faaliyetin dışında da açıkçası, Cinque Terre’de yapacak bir şey bulmak epeyce zor. Adı üstünde, beş küçük yerleşim yerinden oluşan Cinque Terre, havanın sıcak değilse bile, açık veya en azından yağışsız olduğu zaman tadı çıkarılabilecek yerlerden. Araştırmalarım sırasında bunu kavradığım andan itibaren gideceğimiz tarihler için gözüm sürekli hava durumunda oldu. Hava tahminlerine dayanarak sonunda, Genova‘ya gittikten üç gün sonra Cinque Terre’ye gitmeye karar verdik. Çok şükür ne o gün ne de izleyen iki günde gittiğimiz Portofino ve Sanremo‘da yağmura yakalanmadık. Hava güneşli ve hatta epeyce sıcaktı. Genova’da da yağmurlu olacağı tahmin edilen birkaç güne müze gezilerini denk getirmeye çalıştık ama, o günlerde bile hava günlük güneşlik oldu.
Cinque Terre İtalya‘nın Liguria bölgesinde, İtalyan Rivierası olarak adlandırılan kıyı kesiminin 18 kilometre uzunluğundaki kısmına verilen isim. Genova’nın güneyinde, dağlar ile kayalık ama sayısız koyları, plajları ve harika bir denizi olan bir sahil arasına sıkışmış olan bu bölge, hem Ulusal Park hem de denizi özel koruma altında olan bir yer. UNESCO burayı 1997 yılında Dünya İnsanlık Mirası olarak kabul etmiş. O nedenle, Cinque Terre’de doğa titiz bir koruma altında. Beş Diyarlar ya da Topraklar olarak çevrilebilecek Cinque Terre adını, buradaki 5 köyden alıyor. Kuzeyden güneye doğru sayacak olursak, Monterosso, Vernazza, Corniglia, Manarola ve Riomaggiore isimli bu köylerin bir tanesi hariç, hepsi deniz kenarında. Bunun doğal bir sonucu olarak, tepedeki Corniglia hariç, tüm bu köyler aslen eski balıkçı köyleri. Bölgede ayrıca, taş duvarlarla taraçalandırılmış dik yamaçlar üzerinde yüzyıllardır zeytin üretimi ve bağcılık yapılıyor. Coğrafi şartlardan dolayı, gerek bölgeye olan gerekse bu beş köy arasındaki ulaşım hep çok zor ve çoğunlukla ancak katırlarla veya yaya olarak yapılabilmiş. Günümüzde, aşırı virajlı ve dar yolları nedeniyle, Cinque Terre’ye araba ile gitmek hala önerilmiyor. Köylerin arasındaki eski katır patikaları ise, Ulusal Park’ın içindeki çok sayıda doğa yürüyüşü ve trekking parkurlarına dönüşmüş. Bu yolların bir kısmı sizi dağların yamaçları veya tepelerindeki bazı ünlü manastır ve kutsal mekanlara da götürüyor. Denize inen dik yamaçların üzerindeki bu yürüyüş yollarını her yıl milyonlarca insan ziyaret ediyor. Yetkililer, genel olarak Cinque Terre bölgesine her yıl ortalama 2,5 milyon kişinin geldiğini belirtiyorlar. Ekim ayında bile, uzaktan görünen bazı parkurlar tıklım tıklım insan doluydu. Yaz aylarında, kimi zaman omuz omuza yüründüğünü dahi okudum. Cinque Terre koruma altında olduğu için, doğaya müdahale en alt düzeyde yapılıyor. Yani yönetim, şu toprak yolları şöyle bir genişletelim ya da beton dökelim dememiş. Ancak, güvenlik konusunda titizler. Bu nedenle, zaman zaman heyelan nedeniyle bazı yürüyüş yolları kapatılabiliyor. Gitmeden önce, yürümeyi düşündüğünüz parkurun açık olup, olmadığını resmi siteden kontrol etmelisiniz. Ayrıca yürüyüş yollarının zorluk derecesini ve ortalama yürüyüş süresini de önceden öğrenebilirsiniz. Örneğin, “Aşıklar Yolu” olarak adlandırılan Riomaggiore ve Manarola arasındaki 1,5 kilometrelik parkur kolay olarak sınıflandırılıyor ve süre olarak 30 dakikada tamamlanabileceği belirtiliyor. Monterosso (Al Mare) ve Vernazza arası ise, en zor yol olarak sınıflandırılıyor. Ben de gitmeden gözüme Riomaggiore-Manarola arasını kestirmiştim ama yol heyelan nedeniyle uzun zamandan beri kapatılmıştı. Biz zaten aslında Cinque Terre’de yürüyüş yapmayı birinci hedef olarak koymadığımız için dert etmedik. Onun yerine, bir sonraki gün gittiğimiz Portofino’da yürüyecektik nasıl olsa. Bir de, önemli bir noktayı daha ekleyeyim. Yürüyüş yollarında parmak arası terlikle yürümek kesinlikle yasak. Düzgün spor veya yürüyüş ayakkabısı giymeniz gerekiyor. Yasağı delmenin cezası, yürünülen yolun zorluk derecesine göre, 2500 Avro’ya kadar çıkabiliyormuş.
Yukarıdaki paragraftan Cinque Terre’de ulaşımın sadece yaya olarak yapılabildiği sonucu çıkarılmasın. Gerçi 19. yüzyılın son çeyreğine kadar durum tam da böyle imiş. 1860 yılında, bölgeye demiryolunun götürülmesi için planlar yapılmaya başlansa da, coğrafi şartların zorluğu, çok sayıda köprü ve tünel yapma gerekliliği inşaat süresini uzatmış. Sonunda, bölgeye ancak 1874 yılında tek hat olarak demiryolu ulaşımı sağlanabilmiş. Demiryolunun çift hat haline getirilmesi yüz seneyi bulmuş.
Cinque Terre’nin köyleri arasında işleyen Cinque Terre Express trenine binmek için, kuzeyde Genova’dan ya da güneyde Pisa yönünden gelmenize bağlı olarak, Levanto veya La Spezia‘ya gitmeniz gerekiyor. Biz Genova’da konuşlandığımız için, Levanto’ya gittik. Yol, araba ile 2 saate yakın sürdü. Geçen sene Sicilya‘da, Palermo‘dan Messina‘ya giden yoldaki kadar olmasa da, Genova-Levanto arasında da bazen tünellerin biri bitiyor, diğeri başlıyor.
Arabayı Levanto tren istasyonunun önünde park ettik. Burada kısa süreli park izni olan alanlara park etmemeye dikkat etmelisiniz. Döndüğünüzde arabanız yerinde olmayabilir. Çekiyorlarmış. Arabanızın uzun süreli park alanında olduğundan ve otomattan alacağınız park fişini ön cama koyduğunuzdan emin olun. Ceza yememek için uzun süreli bilet almak en iyisi çünkü, hele bir de bizim yaptığımız gibi, akşam yemeği de yiyecekseniz, kısa zamanda geri dönmek mümkün olmuyor. Bu park otomatı konusu biraz canımızı sıktı. 8 saatin yeterli olmayacağını düşünerek (nitekim, yetmedi), 24 saatlik bilet alalım (24 Avro) dedik ama, para üstü olarak geri almamız gereken 6 Avro yerine, bize makinadan 30 saatlik bilet çıktı. Neyse, üstünde fazla durmamaya karar verdik.
Cinque Terre köyleri arasında gece saat 00:00’a kadar istediğiniz kadar trenle gidip gelmenize olanak sağlayan Cinque Terre Card’ımızı istasyonun danışmasından aldık. Trene tek biniş 5 Avro olduğu için, gün boyu dilediğiniz sayıda biniş olanağı tanıyan, kişi başı 18,20 Avro verdiğimiz bu kart, çok ekonomik oldu. (Eğer yürüyüş parkurlarında yürümeyi düşünüyorsanız, onun için de ayrıca ücret ödemeniz gerekiyor). Bir uçta Levanto, diğer uçta La Spezia ve aradaki Cinque Terre köyleri arasında gidip gelen Express tren, her 20 dakikada bir geliyor. Ekim ayında olmamıza karşın trenler, özellikle akşam saatlerinde La Spezia yönünde, o kadar doluydu ki, sezon aylarındaki halini hayal bile etmek istemedim.
Trene binip, planladığımız gibi, önce Riomaggiore’ye gittik. Amacımız, arabayı bıraktığımız Levanto’ya en uzak köyden başlayarak, kuzeye doğru diğer köyleri gezerek gelmek ve en son Monterosso’da akşam yemek yedikten sonra, Levanto’ya dönmekti. İyi ki de öyle yapmışız çünkü, La Spezia yönünün aksine, Levanto’ya dönüş treni sakindi. Toscana tarafından gelenler, benzer bir rotayı La Spezia’dan trene binerek ve tersten izleyebilirler.
Cinque Terre’nin beş köyünden Monterosso, Vernazza ve Riomaggiore’nin kendi belediyeleri var. Corniglia ve Manarola ise, Vernazza ve Riomaggiore’ye bağlı yerleşim yerleri. Eldeki ilk tarihi belgelere göre, bölgenin tarihi 11. yüzyıla kadar gidiyor. Kaynaklarda, Monterosso ve Vernazza’nın Cinque Terre’deki ilk yerleşim yerleri oldukları, diğer üç köyün ise daha sonra, Genova’nın askeri ve politik hakimiyeti altında ortaya çıktıkları belirtiliyor. 16. yüzyılda Türklerin bu kıyılara yaptıkları yoğun saldırılar sonrası, bölgede bir yandan eski kaleler güçlendirilmiş, bir yandan da yeni savunma kuleleri inşa edilmiş. 17. ve 19. yüzyıllar arasında, Cinque Terre bölgesinde müthiş bir ekonomik çöküş yaşanmış. Bu durum, La Spezia’ya bir askeri cephanelik yapılana ve bölge tren ile Genova’ya bağlanana kadar devam etmiş. Demiryolunun Cinque Terre’yi dış dünyaya bağlaması bir yandan olumlu olurken, diğer yandan bölgeden göçü de kolaylaştırmış. Bu süreçte, balıkçılık ve tarım gibi geleneksel faaliyetler ciddi yara almışlar. 2. Dünya Savaşı sırasında yoğun bombardıman altında kalan tüm Liguria’da Cinque Terre’nin payına da ağır hasar düşmüş. Günümüzde, ağırlıklı olarak Monterosso’da balıkçılık faaliyetleri devam ediyor olsa da, bölgenin 1970’lerden itibaren ana gelir kaynağı turizm olmuş. Bir zamanların, neşeli renklere boyalı balıkçılara ait evleri şimdi artık turizm amaçlı kullanılıyorlar. Ancak, Monterosso’da hala bol miktarda hamsi avlanıyor.
Planladığımız gibi, trenle önce Riomaggiore’ye kadar gittik. Yolda tren her istasyonda gittikçe kalabalıklaştı. İstasyonda indikten sonra yürünmesi gereken ve sizi köyün ana caddesine götüren yaya tüneli de kalabalıktı. Doğrusu, nasıl bir ortamla karşılaşacağımızı merak etmedim değil. Riomaggiore, yamaca konuşlanıp aşağıdaki deniz kenarına doğru meyilli olan bir yerleşim yeri. Ana caddesi kıyıda, çok geniş olmayan bir koya kadar iniyor. Ekim ayına göre beklenmedik derecede sıcak olan havada epeyce denize giren vardı. Cadde üzerinde, sağlı sollu kafeler, restoranlar ve hediyelik eşya dükkanları sıralı. Kafelerden birinde oturup, birer Aperol içtik. Sanki, geçen sene Sicilya’da, Baba filminin çekildiği Savoca‘da içtiğimiz daha güzel hazırlanmıştı gibime geldi.
Tarihte Riomaggiore’den ilk olarak 1251 yılında, daha içeride bulunan Carpena halkı Genova (Ceneviz) Cumhuriyeti‘ne bağlılık yemini ettiği zaman söz edilmiş. Daha sonra, 1300 yılına kadar, yerleşim denize doğru kaydıkça Riomaggiore köyü şekillenmeye başlamış. Köye hakim bir noktada Riomaggiore Kalesi göze çarpıyor. 1260 yılında yapımına başlanan kale, 15. ve 16. yüzyıllar arasında tamamlanmış. Köydeki San Giovanni Battista Kilisesi 1340 yılında yapılmış.
Bir sonraki köy olan Manarola bize daha sevimli geldi. Burası da çok kalabalıktı ama sanırım, daha büyük olduğu için insan seli bizi çok fazla zorlamadı. Yine de, koya hakim olan tepedeki kafeye gittiğimiz zaman oturabilmek için en az bir saat kuyrukta beklememiz gerekeceğini anladık. Kafenin ilerisine doğru uzanan yürüyüş yolu da epeyce doluydu. Kıyıya geri döndük ve orada birer dondurma yedik.
Daha önce belirttiğim gibi, bir sonraki köy olan Corniglia, beş köy içinde sahilde olmayan tek köy. Trenden inince, istasyonun önündeki duraktan sizi yukarı götürecek bir servis otobüsüne biniyorsunuz. Günlük tren biletinize bu servisin ücreti de dahil. Arzu eden yürüye de bilir tabii ama, özellikle sıcakta, Lardarina adı verilen 383 basamaklı merdiveni tırmanmak pek de hoş olmasa gerek. Çok isteniyorsa, dönüşte aşağıya inmek için bağların arasından geçen bu merdiven kullanılabilir. Biz vakit kaybetmemek için dönüşte de otobüsle indik. Otobüs konusunda tek olumsuzluk, kapasitesinin üzerinde yolcu alması idi.
Corniglia küçük, temiz ve şirin bir köy. Buraya çıkmanın en güzel yanı, manzarası oldu. Kayaların tepesindeki köyden kıyının ve Manarola’nın çok hoş bir görünümü var. Corniglia’nın evleri, bölgenin sahil köylerindeki dar ve yüksek evlerin aksine, iç bölgelerde görülen binalar gibi daha alçak ve genişler. Çeşitli kaynaklarda bu mimari özelliğin, köyün tarihsel köklerinin deniz yerine karaya bağlı olduğunun bir kanıtı olabileceği belirtiliyor. Aslında köyün tarihi Roma dönemine kadar uzanıyor. Corniglia isminin de o zamanlar köyün sahibi olan ünlü Romalı aile Gens Cornelia‘dan geldiği söyleniyor. Orta Çağ’da değişik zamanlarda bölgedeki değişik kontluklar altında yaşadıktan sonra, köy 1254 yılında Papa IV. Innocentius tarafından Genovalı Nicolò Fieschi‘ye verilmiş. 1276 yılında Genova Cumhuriyeti Corniglia’yı almış.
Köyün içinde yaptığımız ufak gezinti bizi köy meydanı, Largo Taragio‘ya götürdü. Meydandaki küçük kafelerin birinde daha sonra birer kahve içmeyi ihmal etmedik. Ama, ondan önce, meydana yukarıdan bakan L’Oratorio dei Disciplinati di Santa Caterina‘nın arka tarafından manzaranın tadını çıkardık. Palermo ile ilgili ikinci yazımda sözünü ettiğim gibi, Oratorio (İngilizcesi Oratory) Katolik kilisesi tarafından belli bir grup ya da cemaatin ibadet etmesi için özel izin verilmiş bir mekan demek. Bu ibadethanelerde sadece o grubun üyeleri ibadet edebiliyorlar. Başkaları ancak, cemaatin izni ile buraları kullanabiliyor. Bunlar kendi başlarına yapılar olabildikleri gibi, bazen normal kiliselerin içinde ayrı bir bölüm olarak da düzenlenebiliyorlar. Corniglia’daki Oratorio, 18. yüzyılda yapılmış. Köyde, bizim gitmeye fırsat bulamadığımız bir de, 1350 yılında yapılmış, San Pietro Kilisesi var.
Öğleden sonranın geç saatlerine yaklaşırken, bir sonraki durağımız Vernazza oldu. Pek çok kişi için Vernazza, Cinque Terre köyleri içinde en güzeli olarak değerlendiriliyormuş. Ben de bu görüşe katılıyorum. Kayıtlara göre, Vernazza’dan tarihte ilk olarak 1080 yılında söz edilmiş. Tüm Orta Çağ boyunca ekonomik ve sosyal seviyesi yüksek olmuş. Bu zenginlik, köyün yapısına da yansımış. Köyün çeşitli noktalarında, castrum adı verilen, 11. yüzyılda yapılmış kale ve burç kalıntıları var. Köyün tek ana caddesinin üzerinde, sağlı sollu, kafeler, restoranlar ve dükkanlar sıralanmış. Bu caddeye açılan dik merdivenli sokaklar var. 13. yüzyılda yapılmış olan Santa Margherita di Antiochia Kilisesi köyün en önemli tarihi anıtı kabul ediliyor.
Uzun bir gün olmuştu. Yürüyüş yollarında yürümesek de, tüm o trenlere inmek-binmek ve zaman zaman kalabalıkla oradan oraya sürüklenmek yorucu olmuştu. Güneş de batmaya doğru yol almaya başlayınca, karanlığa gömülmeden görelim diye Monterosso’ya bir an önce gidelim dedik. İstasyona giderken ana cadde üzerindeki dükkanlardan hızlıca alış veriş de yaptık. Böylece, gittiğim yerlerden almaya çalıştığım yılbaşı ağacı süsleri koleksiyonuma bir tane de Vernazza’dan bir seramik top eklemiş oldum.
Monterosso’ya vardığımızda güneş iyice alçalmış, alacakaranlığın eli kulağında idi. Yine de bu, Monterosso’nun Cinque Terre’deki en gelişmiş yer olabileceği izlenimini edinmem için yeterli bir süre oldu. Upuzun, güzel bir plajı vardı. Yazın Cinque Terre’de kalmak için en uygun yer burası olabilir gibime geldi. İster kolayca denize gir ister yürüyüş parkurlarını izleyerek Levanto’ya veya Vernazza’ya (bunun en zor parkur olduğunu hatırlatayım) doğru yürü. Bir de, sahil boyunca sıralanmış güzel restoran ve barlar var. Biz akşam yemeğini, Cantina di Miky‘de yedik. İyi ki, köyün içinde gezinmeden önce yerimizi ayırtmışız. Sonrasında tüm restoranlar doldu ve geri çevrilen çok kişi oldu. Bizim de oturduğumuz masa, normal koşullarda çok tercih etmeyeceğimiz, duvar dibinde ve oturma yeri oldukça dar bir masa idi. Ama ne yaparsınız ki, restoranın sahil tarafındaki, ambiyansı daha güzel yeri tamamen doluydu. İçerisi de çok kapalı bir yer olunca, mecburen razı olduk. Neyse ki, yemekler güzeldi. Monterosso’nun hamsisi meşhurmuş demiştim. Biz de yemeyi ihmal etmedik. Önden yediğimiz beyaz şarap, zeytinyağı ve sarımsak ile pişmiş hamsi de, sonra yediğimiz pestolu “pasta” da çok lezzetli idi. (Pesto da, “pasta” da restoranın kendi yapımı imiş). Şarap olarak, Cinque Terre–Manarola yöresindeki Volastro tepelik bölgesi üzümlerinden {Bosco (75%)–Vermentino (20%)–Arbarola (5%)} Luciano Capellini şaraphanesinin yaptığı DOCG Cinque Terre Bianco 2022 içtik. Tatlı olarak, “gemici cantucci” si olarak ifade ettikleri cantucci ve yanında Cinque Terre–Monterosso yöresi üzümlerinden {Bosco (90%)–Arbarola ve Vermentino (10%)} Buranco şaraphanesinin yaptığı DOCG Buranco Sciacchetra 2017 beyaz passito tatlı şarabını (dessert wine) içtik. Cantucci, alıştığımız, Toscana yöresinin cantucci’lerinden çok daha yumuşak, neredeyse kek gibi idi.
Yemekten sonra fazla oyalanmadan, trenle Monterosso’dan Levanto’ya geldik. İstasyonun otoparkı neredeyse bomboştu. Genova’ya dönüşte çok sayıda yol çalışması vardı. Gerek bu çalışmalar gerekse karanlık ve virajlı yollar nedeniyle yol sanki sabah gelişten daha uzun sürdü. Genova’da kaldığımız Grand Hotel Savoia‘ya vardığımızda saat çoktan gece yarısını geçmişti. Bakalım, ertesi gün gideceğimiz Portofino nasıl bir yerdi? Bunu da bir sonraki yazıma bırakıyorum.