Şöyle Bir Liguria’ya Gidip Gelelim Dedik: Genova

Bu sene İtalya‘nın hangi bölgesine gidelim diye düşünürken, aklıma Genova geldi. Aslına bakarsanız, tam olarak öyle birden bire de aklıma esmedi. Tıpkı, çoğu zaman okuduklarımın çeşitli nedenlerle beni bir kitaptan diğerine yönlendirmesi gibi, ben de belli bir izlek sonucu Genova’da karar kıldım. Genova’yı elbette öncelikle İstanbul’un Galata bölgesi nedeniyle merak ediyordum. Galata konusunda en sık belirtilen özellik, Cenevizlilerin burayı anavatanları Genova’ya çok benzettikleri ve burada ikinci bir Genova yarattıklarıdır. Ben de işte o “gerçek Genova’yı” görmek istedim. Bir diğer neden, geçen sene yaptığımız Sicilya gezimiz ile ilintili. Sicilya ile ilgili yazı dizimde söz ettiğim gibi, Sicilya’nın yerli halkı sayılan üç halk var. En eski olmaları nedeniyle böyle sayılıyorlar ama aslında, onlar da başka yerlerden buraya göç etmişler. Bunlar arasında Sicel ya da Sicani olarak adlandırılan halk, M.Ö. 1200-1000 yılları arasında, günümüzde Genova’nın bulunduğu, İtalya’nın Liguria bölgesinden buraya göç etmişler ve adanın doğusuna yerleşmişler. Son olarak, bu yaz gittiğimiz Sakız Adası da İtalya’nın bu bölgesini merak etmeme neden oldu. Sakız Adası’ndaki Genova, ya da bizdeki deyişle Ceneviz varlığı, 1261 yılında Bizans İmparatoru’nun Genovalı Zaccaria ailesine burada bir derebeylik vermesi ile başlamış ve daha sonra, 1346 yılında adayı Genova Devleti olarak hakimiyetleri altına almaları ile devam etmiş. Ta ki, 1566 yılında Kaptan-ı Derya Piyale Paşa burayı Osmanlı İmparatorluğu‘na katana kadar.

Piazza De Ferrari
Piazza De Ferrari’nin bir kenarında bulunan Operae adlı eser Gianni Lucchesi tarafından yapılmış. 13 metre yüksekliği olan heykelde 12 adet beton küp bulunuyor. En tepedeki insan boyutunda adam ufka bakıyor. Eseri oluşturan küpler, yukarıdan aşağı doğru, bir önceki küpe göre Fibonacci Dizisi temel alınarak hesaplanan açılarla döndürülerek yerleştirilmiş. (Fibonacci dizisi: 1,1,2,3,5,8,13,21,34,55…. şeklinde devam eder ve her sayının bir önceki sayıya bölünmesi doğada, sanatta ve mimaride estetik açıdan bir mükemmeliyet kriteri olarak kabul edilen Altın Orana (1,618) yaklaşır).

Liguria, İtalya’nın kuzeybatısında, Fransa sınırından Toscana‘ya kadar uzanan ve Akdeniz (bazen Liguria Denizi dendiği de oluyor) ile Alplerin kolu olan Apenin Dağları arasına sıkışmış dar bir bölge. Merkezi Genova. Coğrafi olarak Fransız Rivierası‘nın bir devamı gibi görünen bölge için İtalyan Rivierası ifadesi de sıklıkla kullanılıyor. Ilıman iklimi ve Portofino, Sanremo, son 50 yıldan beri de Cinque Terre gibi popüler yerleri nedeniyle, İtalya’nın en çok turist alan bölgelerinden birisi.

Genova opera binası Teatro Carlo Felice

Liguria adını, Roma öncesinde burada yaşayan yerli halktan almış. Bölge, M.Ö. 1. yüzyılda Romalılar tarafından zapt edilmiş. Roma döneminden sonra yaşanan kısa Frenk ve Lombardiya istilasından sonra, 11. yüzyılda Genova güçlenmeye başlamış ve 1400’lü yıllara gelindiğinde bölgenin kontrolünü tamamen ele geçirmiş. Aynı zamanda, Avrupa’nın başlıca deniz ve ticaret güçlerinden birisi haline gelmiş. Zaman içinde Cenovalılar, aralarında Ermenistan, Kırım, Odesa, Lübnan, Antakya, Cebelitarık, Monako, Korsika, Sardinia, Sakız, Midilli ve Samos gibi yerlerin de bulunduğu ülke ve şehirlerde koloniler kurmuşlar. İstanbul’daki Galata da bunlardan birisi olmuş. Yaratılan ticari zenginliğin doğal bir sonucu olarak Genova’da, bankacılık ve bankerlik de çok erken gelişmiş. İlk banka olan Banco di San Giorgio 1407 yılında kurulmuş. İstanbul’un Galata bölgesindeki Ceneviz asıllı bankerlerin gücü ve etkisi de, bildiğiniz gibi, Osmanlı döneminde bile devam etmiş.

Palazzo Ducale
Genova Dükünün resmi ikametgâhı
(Piazza De Ferrari kapısı)
Palazzo Ducale
(Piazza Giacomo Matteotti kapısı)

Dönem dönem en büyük rakibi olan Venedik ile büyük sorunlar yaşamasına rağmen, Genova 1796 yılında Napolyon Bonapart‘ın burayı istilasına kadar bağımsızlığını korumuş. Ancak, Fransızların işgalinden önceki son dönemlerinde, gemicilik teknolojisindeki yeniliklerin takip edilmemesi sonucu çağ dışı kalan deniz filosu ve geleneksel oligarşik yönetimin endüstri devriminin baş aktörleri olan burjuvaziye gereksinim duyduğu koşulları sağlayamaması gibi nedenlerle zaten çok zayıf düşmüş. 1815’te Napolyon’un tüm Avrupa’ya karşı yenilgisini noktalayan ve Avrupa’ya yeniden şekil veren Viyana Kongresi sırasında Liguria, Savoia (Savoy olarak da bilinir) hanedanının yönettiği, Piemonte-Sardinia Krallığı‘na verilmiş. 1860 yılında, Liguria İtalya’nın birleşmesi (Risorgimento) sürecinde öncü bir rol oynamış.

Palazzo San Giorgio (San Giorgio Sarayı)
1260 yılında inşa edilen sarayın yapımında, Konstantinopolis’teki Venedik Büyükelçiliğinin yıkımından elde edilen malzeme kullanılmış. Bu ayrıcalık, Bizansı Venediklilerin önderliğindeki Latin işgalinden kurtardıkları için, Genovalılara Bizans İmparatoru VIII. Mikhail tarafından verilmiş. Böylece, Genovalılar aynı zamanda en büyük rakipleri Venediklilerden de intikam almış olmuşlar. Bir dönem hapishane olarak da kullanılan sarayda Marco Polo (1254-1324) da 1296-1299 yılları arasında hapis yatmış. Tutukluluğu sırasında hapishane arkadaşı Rustichello da Pisa‘ya anlattığı Uzak Doğu gezi anıları, daha sonra el yazması
kitap olarak bütün Avrupa’ya dağılmış.
San Giorgio Sarayı, 15. yüzyılda Banco di San Giorgio‘nun
Genel Merkezi olarak kullanılmaya başlanmış

Liguria bölgesinin tarihini çok kısa bir şekilde özetledikten sonra, tarihteki bağımsız Genova Devleti’nin özelliklerinden de biraz söz etmek gerektiğini düşünüyorum. Genova ya da Ceneviz, tıpkı Venedik gibi, bir dukalıktı. Bir yandan denizcilik ve ticaret ile gelişip zenginleşirken, özellikle Birinci Haçlı Seferi (1096-1099) ve sonrasında Hristiyan alemi adına kazandığı savaşlar nedeniyle, aynı zamanda Avrupa’nın önemli askeri gücü haline gelmiş. Deniz savaşları konusunda o kadar başarılı olmuş ki, o dönem beyaz üzerine kırmızı bir haç olan Genova bayrağı korsanların ve diğer düşmanlarının korkulu rüyası haline gelmiş. Genova bayrağını gören gemiler saldırmaktan kaçınırlarmış. Bu noktada, gezi sırasında öğrendiğim ilginç bir bilgiyi de aktarayım. Genova bayrağının düşmanlar ve korsanlar üzerindeki etkisi nedeniyle İngilizler, güvenlik için gemilerine Genova bayrağı çekmek için Genovalılardan izin istemişler. Bu şekilde kullanmaya başladıkları bayrak zaman içinde İngiltere’nin bayrağı haline gelmiş. Birleşik Krallığın bir parçası olan İngiltere’nin bayrağı, bildiğiniz gibi, hala beyaz üzerine kırmızı bir haçtır.

Tarihi Genova Cumhuriyeti arması
Genova Cumhuriyeti bayrağı

Genova Cumhuriyeti’nin, başında bir Duka bulunmasına karşın, aslında kentin zengin ve söz sahibi aileleri tarafından yönetilen oligarşik bir yapısı olduğu anlaşılıyor. Önceleri, Duka pozisyonunu ele geçiren ailenin yönetimi bırakmadığı, babadan oğula geçen bir yönetim tarzı varken, Genova’nın ileri gelen ailelerinden birinden gelen Andrea Doria (1466-1560) yaptığı bir reform ile hem dukalık süresini iki yıla indirmiş hem de saptadığı 28 ailenin arasında yönetim için bir rotasyon yapılması kuralını getirmiş. Andrea Doria kulağınıza tanıdık geldi ise, çok haklısınız. Kendisi, 28 Eylül 1538 günü yapılan Preveze Deniz Savaşı‘nda, Haçlı Donanması Amirali olarak Barbaros Hayrettin Paşa‘nın yönetimindeki Osmanlı Donanması‘na yenilen kişidir aynı zamanda.

Andrea Doria (1466-1560)
Genova Cumhuriyeti Amirali ve Dükü
Tablo, Sebastiano del Piombo tarafından
1520 yılı civarında yapılmış

Genova günümüzde, yolcu sayısı ve yük trafiği bakımından, İtalya’nın en büyük limanı sayılıyor. Ayrıca, bu konuda Marsilya’nın da en büyük rakibi. Tarihsel olarak güçlü oldukları gemi inşaatı Genova’nın günümüzde de başlıca sanayi kolu. Diğer güçlü endüstri kollarının bazıları petrol, tekstil, demir ve çelik, lokomotif, kağıt, şeker ve çimento. Sanayi daha çok Genova, Savona ve La Spezia körfezi civarına yoğunlaşmış durumda. Ayrıca, ılıman iklimi nedeniyle bu bölgede sebze, çiçek, zeytin ve üzüm üretimi ile buna bağlı olarak şarapçılık da yapılıyor. Son olarak elbette turizm, özellikle bazı küçük yerler için, en önemli gelir kaynağı.

Genova’nın renk renk binaları ve dar sokakları

Biz, Genova’ya gitmek için Milano‘ya uçtuk. Bir zamanlar THY yollarının Genova’ya doğrudan uçuşu vardı. Şu sıralar, eskiden uçulan pek çok noktaya olduğu gibi, Genova’ya da uçuşlar kaldırılmış. Bunun nedeni, pandemi sonrasında tüm hava yolu şirketlerinin maliyetleri düşürme amacıyla yaptıkları uçuş parkurları optimizasyonu olabilir. İlla Genova’ya uçmak isterseniz, aktarmalı ve Alitalia bağlantılı bir yolculuk yapmanız gerekir ki, uzun bekleme süreleri ve olası gecikmeler nedeniyle, bunu hiç önermem. Onun yerine Milano’ya uçmak ve orada kiraladığımız araba ile Milano’ya gitmek bize daha mantıklı geldi. Araba kiralamayı tercih etmeyenler için, Milano’dan trenle Genova’ya gitmek de mümkün. Biz, Genova’dan Cinque Terre, Portofino ve Sanremo’ya da gitmeyi planladığımız için, arabayı tercih ettik.

Genova’nın bazen bir labirente benzeyen dar sokaklarına
Genovalılar kendi lehçelerinde caruggi diyorlar

İki buçuk saat süren uçak yolculuğunun ardından, Milano Malpensa Hava Alanı’nda bir saate yakın pasaport kuyruğunda bekledik. Araba ile Milano-Genova arası da aşağı yukarı iki buçuk saat sürüyor. Anlayacağınız, sabah İstanbul’da yataktan kalkışımız ile Genova’da kaldığımız Grand Hotel Savoia‘ya varıp, yerleşmemiz arasında epeyce uzun bir zaman geçti. Yine de, o günü de boş geçirmedik. Çıktık sokaklara…

Otelimiz
Otelin terasından Piazza Aquaverde‘ye bakış.
Karşıda, Stazione Principe tren istasyonu ve ağaçların arasında
Cristoforo Colombo Anıtı

Genova’ya gittiğimiz gün bir pazartesi günü idi. Bilirsiniz, pazartesi günleri belli bir şekilde gezmek açısından biraz sorunludur. İstanbul’da da durum farklı değil. Pazartesi günü ne gezecek bir sergi ne de gidecek bir müze bulamazsınız. Hepsi kapalıdır. Genova’da, bu duruma ek olarak, çoğu restoran da kapalı olabiliyor. O ilk gün konusunda, internette rastladığım bir blogger’dan çok yararlandığımı söylemeliyim. Paylaşımının konusu tam da, “Bir Pazartesi Günü Genova’da Ne Yapılır?”, idi.

1846 yılında yapımına başlanan Cristoforo Colombo Anıtı

Otelimiz, Stazione Principe‘nin (Principe Tren İstasyonu) tam karşısındaki Salita della Provvidenza yokuşunun tam başladığı yerde idi. Otelin önünde, Cenovalıların gurur duydukları Cristoforo Colombo‘nun anıtı vardı. İlerleyen günlerde gittiğimiz Galata Deniz Müzesi‘ndeki bir açıklama panosundan dünyada Colombo’ya sahip çıkan farklı ülkelerde sekiz kent olduğunu öğrendim. Ancak günümüzde uzmanlar, ortaya çıkan bazı mektuplarına dayanarak, onun Genova’da yaşadığı konusunda birleşiyorlar. İspanyollar, Katalanlar, Portekizliler ve hatta Yunanlılar tarafından sahip çıkılan Colombo’nun uyruğu hakkındaki bu karışıklığa biraz da kendisinin neden olduğu belirtiliyor. Colombo varlıklı olmayan bir Genovalı aileden geldiğini ve babasının önceleri dokumacılık, sonra meyhanecilik yaptığını hep saklamış. Onun bu tutumu, nerede doğduğu ve asıl milliyeti konusunda bir muğlaklık yaratmış. Ama, yukarıda belirttiğim gibi, bulunan yeni kanıtlara dayanılarak, kendisinin Genovalı olduğu görüşü ağır basıyor. Şehirde, Colombo’nun 14 yaşına kadar yaşadığı belirtilen evini görmeniz mümkün. Principe İstasyonu’nun bulunduğu Piazza Aquaverde‘deki anıtın yapımına 1846 yılında başlanmış. Ancak, tamamlanması yüzyılın sonuna doğru olmuş.

Avrupa’nın birçok büyük kentinde olduğu gibi, Genova’nın Orta Çağ’da yapılan şehir surları da artık yok. Ancak, kentin 12. yüzyılda yapılan kapısı, Porta Soprana hala ayakta
Porta Soprana
Cristoforo Colombo’nun yaşadığı ev. Bina, 1684 yılındaki Fransız bombardımanı sırasında ağır hasar almış. 19. yüzyılda büyük ölçüde yeniden inşa edilmiş.
Colombo’nun evinin yanında bulunan manastır kalıntıları, Sant’Andrea della Porta Manastırı‘nın bir parçası. En eski kısımları 1000’li yılların başlarında yapılan manastır, 1900-1906 yılları arasında şehirde yapılan yeniden düzenlemeler sırasında, İtalyan Merkez Bankası (Banca d’Italia) için yer açmak üzere yıkılmış ve yirmi sene sonra bir kısmı
burada yeniden bir araya getirilmiş.

Genova’da yokuşlar olduğu doğru. Ama, düz yerleri de var. Yani birebir İstanbul’daki Galata bölgesi gibi bir yer aklınıza gelmesin. Eski Liman ve Eski Şehir olarak tanımlanan kısımlar oldukça düz. Yukarıya doğru çıktıkça, önce tatlı eğimler, sonra binaların bulunduğu, bazısı epeyce dik tepeler var. Buralara merdiven ve asansörlerle çıkılabiliyor. Genova’yı tam olarak kavrayabilmek için bu asansörlerden birisi ile yukarı çıkmanızı ve tepeden şehri seyretmenizi öneririm. Asansörlerin içinde en çok önerilen, üzerinde Panorama della Citta yazan, Portello-Castelletto asansörü. Hangi yönden geldiğinize bağlı olarak, bu asansörle çıkmak için Galeria Giuseppe Garibaldi tünelinin içinden yürümeniz gerekebilir. Zira, asansör girişi bu tünelin iki çıkışından birine çok yakın. Tünelin ortalarında da aynı noktaya çıkan bir başka asansör girişi bulunuyor. Özel bir gün olduğu için miydi bilemiyorum ama, biz yukarı çıktığımızda bedava idi. Makinadan bilet almaya çalışırken, kibar bir hanım ücretsiz olduğunu söyledi.

Galeria Giuseppe Garibaldi tünelinin iki ucu

Şehirde nerenin nerede veya nereye yakın olduğunu anlamak için bir diğer önerim de, Hop-On-Hop-Off otobüslerine binmek. Genova’da bu otobüsler, kırmızı ve mavi olarak adlandırılan, iki hat üzerinde gidiyorlar. Hiç inmediğimiz bir tam tur dahil olmak üzere yaptığımız birkaç tur sonradan yönümüzü bulmak konusunda bize epeyce yardımcı oldu. Özellikle mavi hattın, günümüzde Genova’nın bir mahallesi haline gelmiş olan, eski balıkçı köyü Boccadasse‘ye gitmesi çok büyük bir kolaylık oldu.

Panorama della Citta
Genova’yı tepeden görebilmek için asansörle
yukarı çıkmayı ihmal etmeyin
Genova ayaklar altında
Genova şehrinin simgesi olan deniz fenerinin uzaktan görünüşü.
Fener ilk olarak 1128 yılında yapılmış. Daha sonra, 1543 yılında yeniden inşa edilmiş. Fenerin kendi yüksekliği 77 metre. Üzerinde bulunduğu 40 metre yüksekliğindeki kaya ile beraber, 117 metreye ulaşıyor. Akdeniz’in en yüksek, Avrupa’nın ise ikinci yüksek deniz feneri olduğu belirtiliyor.

Renk renk evleri, merdivenli yolları ve parke taşlı dar sokakları ile çok sevimli bir yerleşim yeri olan Boccadasse, görülmeye değer. Çevresi yeni binalar tarafından kuşatılmış olsa da, Corso Italia caddesi ile Santa Chiara Burnu arasına sıkışmış dar bir koyda bulunan asıl köy, orijinal halini koruyabilmiş. Günümüzde hala balıkçılık yapılan bu yerde, sevimli restoranlar ve dondurmacılar da var. Köyün adının kaynağı konusunda çeşitli teoriler var. Ama bunların içinde en yaygın olanı, Boccadasse adının (koyun şeklinden dolayı) Genova lehçesinde eşeğin ağzı anlamına gelen bócca d’âze ifadesinin kısaltılmış hali olduğu şeklinde. Bir rivayete göre Boccadasse, M.S. 1000 yılı civarında fırtına dolayısı ile bu koya sığınan İspanyol balıkçılar tarafından kurulmuş.

Corso Italia caddesi üzerindeki Villa Canali Gaslini
1924-1925 yıllarında, Floransalı mimar Gino Coppedè tarafından, Canali ailesi için, yapılmış. 15. yüzyıl Gotik Floransa mimarisinden esinlenilerek tasarlanan villa, bir dönem Japonya Konsolosluğu olarak da kullanılmış. Daha sonra Gaslini ailesi tarafından satın alınmış. Günümüzde Gaslini Sağlık Vakfı’nın merkezi olarak kullanılan bu muhteşem villaya ve önündeki müştemilata insan bakmaya doyamıyor.
Sahildeki San Giuliano Manastırı

Boccadasse’yi görmek için otobüsten ineceğiniz lüks Corso Italia caddesi boyunca çok güzel villalar ve alçak apartmanlar var. Sahil boyunca uzanan bu cadde aynı zamanda Genovalılar için de yürüyüş ve spor yapmak için gözde bir yer. Sahilde de plajlar sıralı. Plajlardan biri olan Nuovo Lido, 1950 yılında, Sophia Loren‘in katıldığı ve Zarafet Kraliçesi seçildiği İtalya Güzellik Yarışması’nın düzenlendiği yer olması nedeniyle ünlenmiş. Köyün bulunduğu yöne doğru yürürken, sahilde bir biblo gibi duran, 1240 yılında yapılmış, San Giuliano Manastırı‘nın ve 19. yüzyılda yapılan San Giuliano Kalesi‘nden günümüze kalanların yanından geçeceksiniz. Boccadasse koyunun tepesindeki Boccadasse Sant’Antonio Kilisesi küçük, sevimli bir kilise. İçerideki modern vitraylardan ve bazı objelerden anlaşıldığı üzere, köyün balıkçılarının kilisesi aynı zamanda. Kilisenin giriş kapısının karşısındaki diğer kapıdan çıktığınız zaman, Boccadasse’nin ünlü koyuna inen merdivenleri göreceksiniz.

Boccadasse Sant’Antonio Kilisesi
Kilisenin vitraylarından birisi
Boccadasse’nin dar koyu ve 10 Ekim tarihinde denize girenler
Fazla büyük olmayan köyün bir sokağı

Genova’da, öğle saatlerinde kapalı olmalarının dışında, her gün açık olan görülmeye değer yerler arasında katedral ve kiliseler var. Bunlardan biri olan Basilica della Santissima Annunziata del Vastato, otelimize oldukça yakındı. Etkileyici Barok süslemeleri olan basilica, Genova Üniversitesi‘nin de bulunduğu Via Balbi‘nin açıldığı Piazza della Nunziata meydanında. Daha sonra tekrar döneceğim Via Balbi, Genova’nın önemli sokaklarından birisi. Bu çok geniş olmayan sokakta sağlı sollu sıralanmış olan sarayların çoğu günümüzde üniversiteye verilmişler. Bundan dolayı sokak, her daim gördüğünüz üniversite öğrencileri ve kantin benzeri kafeleri ile adeta bir üniversite yerleşkesi havasında. Önündeki merdivenlere gruplar halinde oturan üniversite öğrencileri nedeniyle Annunziata Bazilikası da bu havadan nasibini alıyor. Bazilikanın yapımına 1520 yılında başlanmış. Ancak, maddi nedenle 1537 yılında durdurulmuş. 1591 yılında, Genova’nın nüfuzlu ailelerinden Lomelliniler tarafından inşaat tekrar başlatılmış. Bazilikanın içindeki süslemelerin yapımına 17. yüzyılın başlarında, kubbenin süslemelerini de bizzat kendisi yapan Andrea Ansaldo‘nun (1584-1638) liderliğinde başlanmış. Kilisenin içindeki tablolar ağırlıklı olarak daha önce tanımadığım Genovalı ressamlar tarafından yapılmışlar. Bu sayede, Giovanni Benedetto Castiglione, Giovanni Bernardo Carbone, Valerio Castello, Giovanni Domenico Cappellino ve Domenico Piola gibi Genova’da doğmuş veya Genova ekolünden sayılan ressamlarla eserleri aracılığıyla tanışmış oldum. Ana kapının üstündeki Son Akşam Yemeği tablosu 1618 yılında, Leonardo Da Vinci‘nin (1452-1519) aynı isimli eserinden esinlenen Milanolu ressam Giulio Cesare Procaccini (1574–1625) tarafından yapılmış. Bazilikanın Neoklasik ön cephesi 1830-1840 yılları arasında İtalyan mimar Carlo Barabino tarafından tasarlanmış. İkinci Dünya Savaşı sırasında, Müttefiklerin bombardımanları nedeniyle bazilika hasar görmüş.

Bir üniversite yerleşkesi havasındaki Via Balbi
ve sokağın sonunda görünen
Basilica della Santissima Annunziata del Vastato
“KOMÜNİST MİSİN?
O ZAMAN ÖRGÜTLEN
SOL SINIFLAR DEVRİMİ”
Via Balbi’nin duvarlarındaki yazılardan ve afişlerden
Genova Üniversitesi öğrencilerinin ne kadar politize olduklarını anlamak mümkün
Via Balbi’de Genova Üniversitesi’nin kütüphanesine
dönüştürülen bir kilise

Genova gibi önemli bir şehre gelip, katedralini görmeden olmaz. Şehrin tarihi bölgesinde, insanın bir şekilde sıklıkla kendisini yakınında bulduğu San Lorenzo Katedrali‘nin yapımına 1110 yılında başlanmış, 1118 yılında takdis edilerek açılmış ama, gerçek anlamda tamamlanması 17. yüzyılı bulmuş. Çizgili dış görünümü ile Gotik özellikler taşıyan katedral, uzun süren tamamlanma süreci nedeniyle, içeride daha sonraki dönemlere ait mimari ve sanatsal özellikleri de barındırıyor. Çan kulesi ve kubbe 16. yüzyılda yapılmış. Katedrale girdiğiniz zaman sağ tarafta görülen bomba, 9 Şubat 1941 günü, İngiliz savaş gemisi HMS Malaya‘dan atılmış. Katedralin nef bölümünün güneydoğu kısmına isabet etmiş ama, patlamamış.

Basilica della Santissima Annunziata del Vastato’nun gece görünüşü
Kilisenin kubbe süslemeleri 17. yüzyılın başlarında
Andrea Ansaldo (1584-1638) tarafından yapılmış
Ana kapının üstündeki Son Akşam Yemeği tablosu 1618 yılında,
Milanolu ressam Giulio Cesare Procaccini (1574–1625)
tarafından yapılmış

Genova’ya gitmeden görmeye karar verdiğim kiliselerden biri de Chiesa del Gesù idi. Bunun sebebi, ünlü Flaman ressam Peter Paul Rubens‘in (1577-1640) bu kilisede iki eserinin olması idi. Genova’da Rubens’in oldukça çok sayıda eseri var. Ticaretle zenginleşen Genovalı aristokrat aileler paralarını sanat için harcamaktan çekinmemişler. Bu arada, zamanın ünlü Flaman ressamlarına da özel bir ilgi duymuşlar. Genova’yı gezerken Rubens’in dışında Anthony van Dyck (1599-1641) da sıklıkla karşılaşılan bir Flaman ressam.

San Lorenzo Katedrali

Kilise, 1597 yılında, Jesuit tarikatı tarafından burada daha önce bulunan, 6. yüzyıldan kalma bir kilisenin üzerine yapılmış. Mimarı olan Giuseppe Valeriano da yine bu tarikatın üyesi olan bir ressam, mimar ve papaz. Kilise, içindeki süslemeler ve eserler nedeniyle Barok dönemi Genovasının en değerli örneklerinden biri kabul ediliyor. Ben bu kiliseyi Duomo‘dan (San Lorenzo Katedrali) daha etkileyici buldum.

Chiesa del Gesù’da Rubens’in iki eseri var. Bunlardan biri, kilisenin altar‘ındaki İsa’nın sünnetini gösteren Sünnet (1608) tablosu. Rubens bu tabloyu, Jesuit rahip olan bir arkadaşını ziyaret etmek için Genova’ya ilk geldiği zaman yapmış. Sünnet tablosunun yansıttığı İsa’nın sünnet edilişi daha önce hiç karşılaşmadığım ve üzerinde düşünmediğim bir konuydu. O nedenle şaşırmadım desem yalan olur. Ancak, İsa’nın Yahudi olarak doğduğu düşünülürse, bunda yadırganacak bir durum yok. İkinci tablo, Aziz Ignazio’nun Mucizesi (1612-1620) adını taşıyor. Şehrin ileri gelenlerinin adeta birbirleri ile yarışırcasına şapel yaptırmaları sonucunda kilisede, bu iki eserin dışında, çok sayıda ünlü Genovalı ressamın eserleri de var.

San Lorenzo Katedrali’nin içi
II. Dünya Savaşı sırasında katedrale isabet eden
ama patlamayan bomba

Genova müzeleri çok olan şehirlerden. Tarihi, zengin parasal, kültürel ve sanatsal birikimi nedeniyle bu son derece doğal. Aralarından seçim yapmak gerekince ilk sıraya koyduklarımdan birisi, Akdeniz‘de alanında en büyük müze olduğu belirtilen Galata Deniz Müzesi oldu. Genova’nın tarihi liman bölgesindeki bu cam ve çelikten yapılmış müze, 2004 yılında Genova Avrupa’nın Kültür Başkenti olduğu zaman açılmış. İspanyol mimar Guillermo Vasquez Consuegra‘nın eseri olan yapı, bir zamanlar Genova’nın ünlü kadırga, kalyon ve gemilerinin yapıldığı tarihi tersanesinin (Darsena) en eski binasına yeni bir çehre kazandırılarak yapılmış. Müzenin içindeki bazı bölümlerde binanın barındırdığı tarihi duvarları görebiliyorsunuz.

Chiesa del Gesù
Kilisenin altar’ında Flaman ressam
Peter Paul Rubens‘in (1577-1640)
Sünnet (1608) isimli tablosu var
Rubens’in eseri Sünnet (1608)

Müzenin, zemin kat dışında üç katı ve bir de tepesinde seyir terası var. Ayrıca, müzenin kıyısına demirlenmiş bir denizaltı da gezilebiliyor. Açık söylemek gerekirse, Galata Müzesi beni hayal kırıklığına uğrattı. Bir kere son derece bakımsız kalmış bir müze idi. Eserlerin konduğu vitrinler çok kötü aydınlatılmış, İngilizce açıklamalar konmamış. Ayrıca, Genova’nın denizcilik tarihi de doğru dürüst, kronolojik olarak açıklanmamış. Müzenin adını aldığı İstanbul’daki Galata kolonisi hakkında bile bir bilgi yok. Seyir terasının camları o kadar pis ki, manzaranın tadına da varamıyorsunuz. Tüm bu olumsuzlukları İstanbul’un en beğendiğim müzelerinden Deniz Müzesi ile karşılaştırınca, yine iyi olan hiçbir şeyimizin doğru dürüst tanıtımını yapamadığımızı düşündüm. Gerek modern müzecilik anlayışı ile düzenlenmiş olması gerekse temizlik, bakım ve her eserin İngilizce açıklaması olması bakımından Beşiktaş’taki Deniz Müzesi gerçekten Genova’daki Galata Deniz Müzesi’nden çok daha üstün.

Aziz Ignazio’nun Mucizesi (1612-1620)
Peter Paul Rubens’in (1577-1640)
Chiesa del Gesù
Kilisenin içindeki Barok tarzı fresk ve süslemeler etkileyici
Chiesa del Gesù

Müzenin üçüncü katı, 19. yüzyılda Genova’dan Kuzey ve Güney Amerika’ya (özellikle Brezilya’ya) yapılan büyük göçe ayrılmış. İtalya’nın birleşmesinden yaklaşık 20 sene sonra başlayan büyük göçlerin temel nedeni fakirlik ve topraksızlık olmuş ve 1950’lere kadar yoğun bir şekilde devam etmiş. Yaşanan iki Dünya Savaşı da bu durumu körüklemiş. Müzenin bu bölümündeki göçmenleri taşıyan gemilerin canlandırmaları oldukça başarılı idi. Bir de, benim kendi açımdan müzeden edindiğim en ilginç kazanım, denizcilik ile ilgili tablo, çizim ve baskıların bulunduğu bölümde birdenbire karşıma çıkan bir gravür oldu. Geçen sene, Sicilya gezimiz sırasında, gerek Taormina‘da gerekse Siracusa‘daki Arkeolojik Park’ta, daha önce duymadığım Naumachia kelimesi ile karşılaşmıştım. Taormina’nın gezilen yerleri arasında Naumachia adında (bu ismin yanlışlıkla verildiği belirtilse de) bir yer vardı. Siracusa’daki Roma Amfitiyatrosu’nun da, istendiği zaman su ile doldurularak bir Naumachia’ya dönüştürülebildiğinin belirtildiğini yazmıştım. Naumachia, Romalıların eğlenmek için yaptıkları deniz savaşları oyunları için kullandıkları büyük havuzlara veya bu havuzların bulunduğu binalara verdikleri isim. İşte karşıma çıkan, 18. yüzyılda Charpentier- S. Berteaux tarafından yapılmış bu gravür, bir Naumachia’yı tam olarak gözümde canlandırmamı sağladı.

Galata Deniz Müzesi
Cristoforo Colombo (1451-1506)
Ressam Ridolfo di Domenico Bigordi‘nin (Ridolfo del Ghirlandaio olarak bilinir) eseri
olduğu düşünülüyor (16. yy.).
Colombo’nun San Giorgio Bankası yöneticilerine ve
Genova Büyükelçisine yazdığı mektuplar

Galata Müzesi’nin bulunduğu eski liman bölgesi, esasen Colombo’nun Amerika’yı keşfetmesinin (1492) 500. yıldönümü kutlamaları çerçevesinde, kendisi de Genova doğumlu olan ünlü İtalyan mimar Renzo Piano (1937- ) tarafından 1985-2001 yılları arasında hayata geçirilen bir proje çerçevesinde yeniden düzenlenmiş. Renzo Piano, en çok Paris’te 70’li yıllarda yaptığı Centre Georges Pompidou (Merkezi) ile tanınan bir mimar. Dünyanın çeşitli yerlerinde önemli eserleri var. Kendisi aynı zamanda 2022 yılında açılan yeni Istanbul Modern‘in de mimarı. 2013 yılından beri İtalyan Senatosu’na yaşam boyu senatör olarak seçilmiş.

Müzede bulunan gemi maketlerinden birisi
Kürek mahkümlarının emeği ile denizleri aşan Genova
kadırgalarına bir örnek
18. yüzyılda Charpentier- S. Berteaux tarafından yapılmış
bir Naumachia gravürü

Renzo Piano’nun Genova’nın eski limanı için yaptığı proje ile bölgeye hem Galata Deniz Müzesi ve Akvaryum gibi ilaveler yapılmış hem de tarihi liman binaları restore edilmiş. Bu projenin belki de en popüler parçası ise, Renzo Piano’nun kıyıda, bir konser ve kutlama alanı olarak yaptığı Piazzale delle Feste ve onun çatısını da ayakta tutan panoramik Bigo asansörü. Bigo’nun tasarımına ve adına, tarihte Genova limanında gemilere kargo yüklemek ve boşaltmak için kullanılan vinç esin kaynağı olmuş. Her 10 dakikada bir 40 metre yüksekliğe çıkan bu yuvarlak asansörden limanı ve dar sokakları (caruggi) ile bir labirente benzeyen şehri seyredebiliyorsunuz. Galata Müzesi’nden sonra Bigo da beni biraz hayal kırıklığına uğrattı doğrusu. Buna sebep, asansörün içinde havalandırma olmaması ve camlarının kirliliği oldu. Bir de asansör kabini dönüyor olsaydı daha hoş olurdu kanımca. Böylelikle, insanlar kısıtlı zamanda her yeri görebilmek için sürekli yer değiştirmek zorunda kalmazdı. Sonradan, aslında kabinin 360 derece dönecek şekilde tasarlandığını öğrendim. Renzo Piano gibi bir mimarın bunu akıl etmemiş olması düşünülemezdi zaten ama, biz bindiğimizde sabitti. Geçici bir arıza mıydı yoksa, genel bir bakımsızlık mıydı, bilemiyorum. Tüm bu eleştirilerime karşın, limanı ve çevresini yukarıdan görebilmek açısından enteresan bir deneyim oldu.

Piazzale delle Feste ve Bigo asansörü
Renzo Piano (1937- )
Bigo ile yukarı çıkarken
Bigo asansöründen şehre bakış.
Orta Çağ’da gıda dükkanlarının bulunduğu binaların altındaki revaklı
bölümler (portico) 1033 yılında yapılmış.

Galata Müzesi’nden Bigo’ya doğru yürürken, sahilde korsan gemisi görünümlü bir tekne var. Neptün isimli bu tekne, Roman Polanski‘nin 1986 yılında çektiği Pirates (Korsanlar) filmi için, 17. yüzyılda kullanılan kalyonlar örnek alınarak yapılmış. Tunus’da gerçekleştirilen çekimlerden sonra, kısa bir süreliğine Cannes’a götürüldükten sonra, Genova’ya hediye edilmiş. Tıpkı, Malta ve Comino adaları ile Meksika’da çekilen Troy filmindeki tahta atın, daha sonra Çanakkale‘ye hediye edilmesi ve günümüzde şehir merkezinde turistik bir çekim noktası haline gelmesi gibi.

Neptün gemisi

Avrupa’nın belli başlı tüm kentlerinde göz kamaştırıcı saraylar vardır. Gidenler eminim, çeşitli yerlerde birkaç tanesini gezmişlerdir. Tarihte çok zengin bir devlet olan Genova’da da çok sayıda saray var. Bunlardan 42 tanesi 2006 yılında, Le Strade Nuove (Yeni Sokaklar) ve Palazzi dei Rolli (“Liste Sarayları”) başlığı altında UNESCO Dünya Mirası Listesine alınmışlar. Bu saraylar sadece mimarileri, iç süslemeleri, mobilyaları ve sahiplerine ait kişisel resim koleksiyonları (ki kendi başına bu bile yeterli olabilirdi) nedeniyle değil, dönemine göre müthiş bir kent planlama projesinin parçası oldukları için de Dünya Mirası sayılıyorlar. Çoğunluğu geç 16. yüzyıl ile erken 17. yüzyıl arasında, yani Ceneviz Devleti’nin finansal ve denizcilik açısından en güçlü olduğu dönemde yapılan “Rolli Sarayları“, idari otorite tarafından parsellenerek bir plan dahilinde sahiplendirme yapılan Avrupa’nın ilk kentsel gelişim projesi kabul ediliyor. 1576 yılında Ceneviz Senatosu, o zamana kadar limanın etrafındaki dar sokaklara ve Orta Çağ’dan kalma yapılara sıkışmış olan Genova’nın, kuzeye doğru genişlemesine ve proje çerçevesinde parsellenen alanın kentin aristokratlarına tahsis edilmesine karar vermiş. Bu amaçla açılan yollara Strade Nuove, yani Yeni Sokaklar deniyor. Bunlar, günümüzde Genova’ya giden herkesin çokça gezindiği; Via Giuseppe Garibaldi (1558-1583 yılları arasında açılmış), Via Balbi (1602-1620 arasında açılmış) ve daha sonra (1778-1786) açılan Via Cairoli. O zamana kadar buralarda sadece, bölgeye serpiştirilmiş halde bazı manastırlar ve kiliseler varmış. Söz konusu sokakların etrafına zaman içinde Genovalı aristokrat aileler tarafından 163 tane Rönesans ve Barok tarzda saray yaptırılmış. Sokakların tasarımının, bazı sarayların da mimarı olan Galeazzo Alessi tarafından yapıldığı belirtiliyor. Rubens Genova’ya geldiği zaman bu sokak ve saraylardan çok etkilenmiş. Bazı sarayların cephe çizimlerini ve planlarını içeren, Genova’nın Sarayları isimli bir kitap hazırlamış ve 1622 yılında Antwerp‘de (Anvers) yayınlamış. Bu kitabın, daha sonra İtalyan mimarisinden önemli ölçüde etkilenen Kuzey Avrupa mimarisi üzerinde önemli bir etkisi olduğu düşünülüyor. Yukarıda belirttiğim gibi, toplam 163 saraydan 42 tanesi 2006 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınmış.

Via Giuseppe Garibaldi

Sarayların dünya mirası kabul edilmelerinin bir diğer nedeni ise çok özel bir sistemin, Rolli olarak adlandırılan ve yine yönetim tarafından belirlenen bir Liste sisteminin parçası olmaları. Buna göre, aristokrat ailelerin sahip olduğu söz konusu saraylar, Ceneviz Devleti’ni resmi olarak ziyaret eden yabancı devlet konuklarını ağırlamak için bir tür devlet misafirhanesi olarak kullanılırlarmış. Günümüze ulaşmış ve farklı tarihlerde Senato tarafından yayınlanmış beş listede yer alan saraylar büyüklük, güzellik ve önemlerine göre üç kategoriye ayrılmış ve buna göre her sarayın hangi düzeyde konuk ağırlayacağı belirlenmiş. Örneğin, Papa, İmparator, Kral konumundaki konuklar belli sarayların sahibi aileler tarafından konuk edilirken, Kardinaller, Prensler, büyükelçiler, valiler ve benzeri ünvanlara sahip olanlar listedeki başka saraylarda ağırlanırlarmış. Konukların bu ağırlama sistemi yerine neden bizzat Genova Dükü tarafından konuk edilmedikleri merak konusu olabilir. Bunun sebebi olarak, Andrea Doria’nın öncülüğünde yapılan reformlarla Genova Dükü’nün hem yetkilerinin kısıtlanmış olması hem de sadece iki sene için seçilmesi gösteriliyor. (Ondan önce, Genova Dükleri de Venedik Dükleri gibi çok daha fazla güç sahibi olmaları yanında, bir de ömür boyu başta kalabiliyorlarmış). Ayrıca bir başka neden de, Genova Düklerinin ikametgahları olan Palazzo San Giorgio ve Palazzo Ducale‘nin üst düzey konukları ağırlamak için çok uygun olmamasıymış.

Palazzo Lomellino
Genova’nın ünlü Lomellino ailesinin saraylarından birisi

Günümüzde bu sarayların bazıları hala özel mülk ve aristokrat kökenli ailelere ait. Bir kısmı, üniversite, banka veya devlet dairesi olarak kullanılıyor. O nedenle müze olanların dışındakileri gezme imkanı yok. Ancak, 2006 yılından beri her yıl, bu sarayların bir kısmı Rolli Günleri organizasyonu kapsamında halka açılıyor. Bu yıl 13-15 Ekim tarihleri arasında, müze olanlar ücretsiz olmak üzere, 30’dan fazla saray halka açılmış. Sarayları gezmek için çok önceden rezervasyon yaptırmak gerektiği için, bizim orada bulunduğumuz zamana denk gelen bu günlerden biz yararlanamadık. Ama, daha sonra müze olan birkaç tanesini gezdik.

Taht Odası
Palazzo Reale
Kabul Odası
Palazzo Reale
Kabul Odasında bir Flaman ustanın Tablosu…
Caterina Balbi Durazzo
Anthony Van Dyck (1599-1641)
Aynalar Galerisi
Palazzo Reale

Genova’da gezmeye değer saraylardan biri olan Palazzo Reale, yani Kraliyet Sarayı, yukarıda daha önce bahsettiğim ve Genova Üniversitesi binalarının bulunduğu Via Balbi’de bulunuyor. Aslında Rolli Sarayları’ndan biri olan Palazzo Reale’nin orijinal adı, Palazzo Stefano Balbi. Buranın bir kraliyet konutu olması elbette ileride, Genova Dukalığı tarihe karıştıktan çok sonra oluyor. Genova’da yapılan tarihi kent planlamasında Via Balbi’ye adını veren Balbiler, Rönesans döneminde Genova’ya en çok katkı yapmış ailelerden biri. 1500’lerde başladıkları ipek, kadife, yün ve cıva ticareti ile daha sonra girdikleri uluslararası bankacılık faaliyetleri onların zamanla şehrin aristokrat sınıfına dahil olmalarını sağlamış. Aile üyelerinden bazıları daha sonra Genova Dükü de olmuşlar. 1600’lerde Via Balbi’nin yapımını üstlenen aile, buraya hem saraylar hem de bir Jesuit Okulu yaptırmış. Günümüzde Jesuit Okulu ve sarayların bir kısmında Genova Üniversitesi faaliyet gösteriyor. Palazzo Reale adı altında müze olan Stefano Balbi Sarayı’nın yapımına 1643 yılında başlanmış, 1650 yılında bitirilmiş. Bu dönemde sarayın içi de dönemin en ünlü sanatçılarının eserleri ile donatılmış. 1670’lerin sonunda saray, Genova’nın bir başka zengin aristokrat ailesine, Durazzo ailesine geçmiş. Bu dönemde saray freskler, alçı kabartama süsler (stucco), goblen duvar halıları ve çok değerli tablolarla donatılmış. Versailles Sarayı’ndan esinlenilerek bir “Aynalar Galerisi”, yandaki Teatro del Falcone tiyatrosuna saraydan doğrudan geçiş ve zaten zengin olan tablo koleksiyonuna önemli katkılar yapılmış. Palazzo Reale’nin resim koleksiyonunda çok değerli Van Dyke, Rubens, Veronese, Tintoretto ve çok sayıda Genevizli ressamın eserlerini görmeniz mümkün.

Kralın Yatak Odası
Palazzo Reale
Yatağın başucundaki eser:
Çarmıha Gerilmiş İsa
Anthony Van Dyck (1599-1641)
Başörtülü Kadın (1625-1630)
Anthony Van Dyck (1599-1641)
Kraliçenin Yatak Odası
Palazzo Reale
İnce detaylar…

19. yüzyılın başına gelindiğinde Durazzo ailesinin varisleri sarayı satmaya karar vermişler. Satın almak isteyenler arasında, 1805 yılında burada misafir olarak kalan Napolyon da varmış ama, sonunda saray 1823 yılında Savoia (Savoy) hanedanından, Sardinia Kralı Carlo Felice‘ye satılmış. Sarayın Kraliyet Sarayı haline gelmesi de bu şekilde olmuş. Bunun için yapıda taht odası, kral ve kraliçe daireleri gibi bir takım düzenlemeler yapılmış. Kraliyet ailesi, asıl sarayları Torino‘da olmakla beraber, Genova’daki bu sarayı da kullanmış. Palazzo Reale, 1919 yılında Kral Vittorio Emanuele III tarafından, diğer bazı kraliyet rezidansları ile birlikte, İtalyan Devleti’ne satılmış.

Kraliçenin oturma odası ve odanın bir
köşesindeki kişisel şapeli
Palazzo Reale’nin en ünlü fresklerinden birisi
Diana ve Endymion
Domenico Parodi (1672-1742)
Güzel sanatlarda birçok esere konu olmuş bu mitolojik öyküde Tanrıça Diana (Yunan mitolojisinde Artemis) çoban Endymion’a aşık olur ve onu sonsuza kadar uyutur. Böylece, her gece savaş arabasına biner ve sevdiğini uyurken
seyretmeye gelir.
Goblen Odası
Duvarlarda 17. yüzyılda yapılmış değerli Fransız goblenleri var

Palazzo Reale, zevkle gezdiğim bir saraydı. Ünlü ressamların tablo ve fresklerinin dışında, her bir köşesi inanılmaz detaylarla dolu, ince bir zevki yansıtan bir saray burası. Bahçesi de ayrı güzel. Yalnız bahçeye çıkmadan önce, yukarıdaki terastan bahçeyi incelemenizi öneririm. Nilüferlerle dolu havuzun etrafında, siyah ve beyaz taşlarla yapılmış resimlerin güzelliğini insan önce yukarıdan görünce daha iyi anlayabiliyor. Sarayın içindeki yönlendirmeler sizi doğal olarak bu terasa götürüyor. Ayrıca, görevliler de sizin doğru gezi yönünde olmanız konusunda çok yardımcı oluyorlar. Bahsettiğim terastan aynı zamanda, yan taraftaki Teatro Falcone ile olan bağlantıyı da yukarıdan görmeniz mümkün. Tiyatroya düşkün olan Durazzo ailesinin burada beş tane özel daimi locası varmış.

Sarayın at nalı şeklindeki terası
Bahçeye yukarıdan bakış
Sarayın içinden geçiş olan Teatro del Falcone‘nin
terastan görünüşü

Genova’yı gezmeye gelenlerin en çok ziyaret ettiği saraylardan birisi de, binanın dış boyası nedeniyle Palazzo Rosso (Kırmızı Saray) olarak anılan Palazzo Brignole Sale. Kırmızı renginden dolayı, Via Garibaldi’ye girince onu görmemek imkansız. Onun karşısında bir başka ünlü saray, Palazzo Bianco (Beyaz Saray) var. Palazzo Bianco’nun içinden de bir başka saraya, günümüzde büyük çoğunluğu belediye binası olarak kullanılan Palazzo Doria Tursi‘ye geçiş var. Alacağınız biletle bu üç sarayı gezebiliyorsunuz. Palazzo Doria Tursi’ye belediye girişi olan ana kapıdan da ücretsiz girebilirsiniz ancak, bu durumda müze olan kısımları ve en önemlisi, bir Genovalı olan Niccolò Paganini‘nin (1782-1840) ünlü kemanını göremezsiniz. Şimdi biz Palazzo Rosso’ya geri dönelim.

Palazzo Rosso
Adı üstünde: Kırmızı Saray
İlkbahar (1686-1687)
Tavan freski
Gregorio De Ferrari (1647-1726)
Palazzo Rosso
Yaz (1686-1687)
Tavan freski
Gregorio De Ferrari (1647-1726)
Palazzo Rosso
Sonbahar (1687-1688)
Tavan freski
Domenico Piola (1627-1703)
Palazzo Rosso
Kış (1687-1688)
Tavan freski
Domenico Piola (1627-1703)
Palazzo Rosso

Palazzo Brignole Sale, yani Palazzo Rosso, 1671-1677 tarihleri arasında yapılmış. Sarayın mimarı, eserleri arasında Genova’nın birçok sarayı olan, Pietro Antonio Corradi. Saray, ailenin iki erkek çocuğu, Ridolfo ve Giovanni Francesco Brignole Sale için yaptırılmış. Çekilen kura sonucu büyük olan Ridolfo ikinci kata, kardeşi Giovanni Francesco da birinci kata yerleşmiş. Ancak, 1683’te abisi hiçbir varis bırakmadan ölünce, Giovanni ailesi ile ikinci kata taşınmış ve birinci katı, kayınpederi olan Giuseppe Maria Durazzo’ya bırakmış. (Durazzo ailesini yukarıda, Palazzo Reale’nin ikinci sahipleri olarak hatırlayacaksınız. Genova’nın aristokrat aileleri çok geniş oldukları ve birbirleri ile de evlendikleri için aynı soyadına birçok sarayda rastlamanız mümkün). Kayınpeder burayı kendi değerli resim koleksiyonu ile donatırken, damadı Giovanni Francesco yukarı katta büyük bir yeniden dekorasyon işine girişmiş ve böylece günümüzde insanın nefesini kesen duvar ve tavan freskleri yapılmış. Birkaç kuşak boyunca sürdürülen bu çalışmaların sonucu olarak saray, zamanının en önemli sanatçılarından Gregorio De Ferrari (1647-1726), Domenico Piola (1627-1703), oğlu Paolo Gerolamo Piola (1666-1724), Giovanni Andrea Carlone (1639-1697) gibi ressamların ve stucco ustalarının eserleri ile donatılmış. Bunların arasında en çarpıcı olanlar, Gregorio De Ferrari’nin ilkbahar ve yazı, kayınpederi Domenico Piola’nın ise sonbahar ve kışı resmettikleri freskler. Oğul Piola’nın, bir göz yanılsaması eseri olan (trompe l’oeil) Diana ve Endymion tasviri de çok etkileyici. Ne yazık ki, bu eserlerin bir kısmı II. Dünya Savaşı sırasında ağır hasar almışlar ve restore edilmek zorunda kalmışlar.

Kapının sol tarafında Diana ve Endymion freski (1689 civarı)
Paolo Gerolamo Piola (1666-1724)
Harabeler Locası
Palazzo Rosso
Holofernes’in Başıyla Judith
Veronese (asıl adı Paolo Caliari) (1528-1588)
Palazzo Rosso
Aziz Jerome Çalışma Odasında
Albrecht Dürer (1471-1528)
Palazzo Rosso
Genç Bir Adamın Portresi
Albrecht Dürer (1471-1528)
Palazzo Rosso
Haç Taşıyan İsa
Anthony Van Dyck (1599-1641)
Palazzo Rosso

Bunların yanında, ikinci katta da çok zengin bir resim koleksiyonu var. Aralarında Van Dyck, Veronese, Dürer, Strozzi gibi ressamların eserlerinin bulunduğu salonlar dolusu bir hazine bu. Sarayın mobilyaları da ayrıca etkileyici. Sanırım, Palazzo Rosso’nun muhteşemliğinden bu kadar söz ettikten sonra, Brignole Sale ailesinden birden çok kişinin de farklı zamanlarda Genova Dükü seçildiğini eklememe çok gerek yok.

Aile üyelerinden Anton Giulio Brignole Sale
Anthony Van Dyck (1599-1641)
Palazzo Rosso
Kuyumcu Pucci ve Oğlunun Portresi
Anthony Van Dyck (1599-1641)
Palazzo Rosso
İsa ve Para
Anthony Van Dyck (1599-1641)
Palazzo Rosso
Giovanni Francesco Brignole Sale
1635-1637 yılları arasında Genova Dükü
Jacopo Antonio Boni (1688-1766)
(Daha eski bir tablodan esinlenilmiş)
Palazzo Rosso

Palazzo Rosso’da ilginç bulduğum konulardan birisi, yüzyıllar geçerken aristokrat ailenin yeni üyelerinin de yukarıda belirtilen De Ferrari, Piola gibi sanatçıların çocukları, torunları ya da onların çocukları ile saraylarını güzelleştirmeye devam etmeleri oldu. Böylece bir yandan zenginlik kuşaktan kuşağa geçerken, benzer bir şekilde sanatsal yetenek de kalıtsal olarak sanatçıların tarafında bir kuşaktan ötekine geçmiş.

Sarayın birinci katında, küçük kardeş
Giovanni Francesco Brignole Sale’nin dairesi

Sarayın üçüncü katında, iki ayrı daire daha var. Bunlardan, Albini Dairesi denilen kısım, eski ile yeninin, antika ile modernin gerek mimari gerekse sanat eserleri açısından büyük bir uyum içinde bir araya getirildiği bir mekan. 1955 yılında yapılan bu daire, ünlü İtalyan mimar, tasarımcı ve akademisyen Franco Albini (1905-1977) tarafından, o sıralar müze müdürü olan Caterina Marcenaro (1906-1976) için lojman olarak tasarlanmış. Büyük bir mekanın son derece estetik çözümlerle oturma odası, yemek odası, yatak odası ve şömineli oda olarak nasıl bölünebileceği ve dekore edilebileceği konusunda son derece güzel bir örnek. Dairede bulunan sanat eserleri, kitaplar ve mobilyalar Marcenaro’nun kişisel koleksiyonu imiş. Burada iki şey içimi aydınlattı. Birisi, tasarımı yine Albini’ye ait olan şömineli odanın tabanındaki Anadolu kilimi ve halısı. Diğeri ise, eski müze müdürünün sanat kitapları arasında sevgili babamın bana verdiği ressamlar serisinin aynısını görmek…

Eski müze müdürü Caterina Marcenaro için sarayın en üst
katında yapılan lojman, Albini Dairesi
Franco Albini (1905-1977)
Palazzo Rosso
Kitaplıkta babamın bana verdiği sanat kitaplarının
bazılarını görmek büyük mutluluktu
Albini Dairesinden Genova’ya bakış
Palazzo Rosso

Üst katta bir de, Brignole Sale ailesinin son varislerinden Galliera Düşesi, Maria Brignole Sale‘nin (1811-1888) Paris’te kendisine ve eşine ait Matignon Malikanesi‘nden bağışladığı mobilyalarla döşenmiş bir bölüm var. Buradaki birkaç odada bir canlandırması yapılan Paris’teki bu malikane (Hotel Matignon) günümüzde Fransa Başbakanlık resmi konutu olarak kullanılmaktaymış. Gezdiğimiz muhteşem Palazzo Rosso da Düşes tarafından 1874 yılında, müze yapılması için, Genova Belediyesi’ne bağışlanmış.

Ailenin son varislerinden Galliera Düşesi, Maria Brignole Sale‘nin
Paris’teki malikanesinden bağışladığı eşyalar ve sanat eserleri

Kırmızı Saray’ın karşısındaki Beyaz Saray (Palazzo Bianco), 1530-1540 yılları arasında, Genova’nın en önemli soylu ailelerinden birinin üyesi olan Luca Grimaldi için yapılmış. Yüzyıllar içinde burası da, Palazzo Rosso’nun sahipleri olan Brignole Sale ailesinin mülkiyetine geçmiş. Ailenin yukarıda belirttiğim son varisi Galliera Düşesi burayı da, Palazzo Rosso ile beraber, Genova şehrine bağışlamış. Günümüzde bu sarayın da bir bölümünde son derece zengin bir sanat koleksiyonu var. Flaman, İspanyol ve İtalyan ressamların tablolarının arasında burada da Rubens ve Van Dyck karşımıza çıkıyor. Bölgedeki diğer saraylar gibi, arazi ile son derece uyumlu bir mimarisi olan Palazzo Bianco’nun iki farklı seviyede yer alan iki avlusu var. Birinci kattan çıkılan avlu, havuzları ve bahçesi ile, 18. yüzyıldaki görünümünü koruyor. Zemin seviyesindeki ikinci avlu, aynı zamanda Palazzo Doria Tursi’ye geçişi sağlıyor. Burada bir de, daha önce burada bulunan San Francesco Kilise ve Manastırı‘nın kalıntıları var. 13. yüzyılda yapılan yapı, Napolyon döneminde kilise mallarına el konulması nedeniyle önce harabeye dönmüş, sonra da yıkılmış. Üzerinde bulunduğu arazinin bir bölümü iki saraya (Palazzo Bianco ve Palazzo Doria Tursi) katılmış, bir bölümüne de bahçe yapılmış. Kilisenin yerin altındaki mezarlık bölümüne (kript) ait buluntuları Palazzo Doria Tursi sarayına geçişi sağlayan geçitte görmek mümkün.

Palazzo Bianco
Palazzo Rosso’nun karşısındaki “Beyaz Saray”
Üst kat terasından aşağıdaki bahçeye bakış.
Karşıda görünen, Palazzo Rosso.
Susanna ve Yaşlılar
Veronese (asıl adı Paolo Caliari) (1528-1588)
Palazzo Bianco
İshak’ın Kurban Edilmesi
Giuseppe Vermiglio (1585-1635)
Palazzo Bianco

Günümüzde Genova Belediyesi’nin de bulunduğu Doria Tursi Sarayı, 1565 yılında, bir başka Grimaldi ailesi üyesi, Niccolò Grimaldi (1524-1593) tarafından yaptırılmaya başlanmış. Via Garibaldi’de üç parsel üzerine oturan tek saray olarak sokağın en muhteşem sarayı olmaya adaymış. Çok sayıda asilzade ünvanı ve inanılmaz serveti nedeniyle takma adı “Monark” olan Niccolò Grimaldi için inşaat süreci on yıl gayet iyi gitmiş. Ancak 1575 yılında, kendisine borcu olan İspanya Kralı II. Philip borçlarının ertelenmesini isteyince maddi zorluğa düşmüş ve bu yüzden inşaat ve özellikle dekorasyon işleri durdurulmuş. Sarayda fresk ve diğer süslemelerin olmaması buna bağlanıyor. 1593 yılında saray, Doria ailesinden (ünlü Andrea Doria’nın yeğeni) Giovanni Andrea Doria (1539–1606) tarafından, küçük oğlu, Tursi Dükü Carlo (1576-1649) için satın alınmış. Böylece sarayın adı da Doria Tursi olmuş. 1820 yılında saray Savoia (Savoy) hanedanı tarafından satın alınmış ve Kral Vittorio Emanuele I‘in istediği doğrultuda yeniden düzenlenmiş. Bir saat kulesi eklenmiş ve bazı salonlara freskler yapılmış. 1850 yılında Genova şehrinin mülkiyetine geçmiş ve Belediye Sarayı yapılmış. 2003-2004 yılında yapılan restorasyon ile binanın ana katı müze olarak halka açılmış.

Müzik Alegorisi
Giovanni Andrea de Ferrari (1598-1669)
Palazzo Bianco
Çarmıha Gerilme
Gillis Mostaert (1528-1598)
Palazzo Bianco
Venüs ve Mars
Peter Paul Rubens (1577-1640)
Palazzo Bianco
Vertumnus ve Pomona
Anthony Van Dyck (1599-1641)
Palazzo Bianco

Liguria bölgesinde ve Genova’da insan Grimaldi aile adı ile çok sık karşılaşıyor. Söz konusu ismi sadece bina ve sokak adı olarak değil, gemilerin üzerinde de çok gördüm. Bu bana günümüzdeki Monako Prensliği‘ni çağrıştırdı. Monako’yu yöneten hanedanın adının da Grimaldi olduğunu anımsadım. Yanılmamışım. Bilgileri kontrol ettiğimde, Grimaldi hanedanının 1160 yılında Genova’da kurulduğunu ve 1297 yılında Francesco Grimaldi Monaco’yu zaptettiğinden beri de Monako Prensliğini yönettiğini teyit etmiş oldum.

Palazzo Bianco’nun terasından Palazzo Doria Tursi’nin görünüşü.
İki sarayın arasında ortak bahçe var.
Günümüzde Doria Tursi Sarayı’nın bir bölümü,
Genova Belediye Sarayı olarak kullanılıyor
Palazzo Doria Tursi’nin avlusu

Palazzo Doria Tursi’nin de beş salondan oluşan kendine ait bir resim koleksiyonu var. Ancak, burada ek olarak başka ilginç şeyler de görmek mümkün. Şehir koleksiyonun parçası olan tarihi Genova Cumhuriyeti döneminde ticarette kullanılmış ağırlıklar ve şarap, zeytinyağı gibi sıvılar için geliştirilmiş ölçü kapları, tarih boyunca insan için ticarette ölçü standardının ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Ayrıca, Genova’ya özgü tarihi seramikleri ve bunların arasında, esinlenildiği belirtilen, İznik çinilerini görmek de güzeldi. Bunların dışında, tarih boyunca basılmış Genova paraları ve madalyalar da vardı. Sala degli Arazzi‘de ise, Genova’nın 14. yüzyıla kadar giden Hollanda ile ekonomik bağlarının bir göstergesi olan şahane goblen Flaman duvar halıları bulunuyor. Bunların birkaç tanesinde Büyük İskender‘in yaşamından sahneler canlandırılmış.

San Francesco Kilise ve Manastırı‘nın kalıntıları (13. yüzyıl)
Palazzo Doria Tursi
Orta Çağ’dan sıvı ölçü kapları
Palazzo Doria Tursi
Tarihi Genova seramikleri
Palazzo Doria Tursi
14. ve 15. yüzyıllarda Avrupa piyasalarını istila eden İspanyol seramiklerinden sonra, 16. yüzyılda İznik ve Kütahya’da üretilen Osmanlı çinileri çok büyük rağbet görmeye başlamışlar. Osmanlı çini eşyaları gerek renkleri gerekse kaliteleri ile Avrupalıları büyülemiş.
Palazzo Doria Tursi
Avrupalılar Osmanlı çinileri ile tanıştıkları dönemde, Çin Ming porselenleri de ithal edilmeye başlanmış. Bundan etkilenen Genovalı seramik ustaları hem Çin porselenlerinin renklerini hem de Osmanlı figürlerini ürettikleri
ürünlerde kullanmaya başlamışlar.
Palazzo Doria Tursi

Tüm bunlardan sonra, şüphesiz Genova şehrinin en büyük gurur kaynaklarından birisi olan Niccolò Paganini ile ilgili bölüme geliyorsunuz. Burada, Paganini’ye ait birçok belge, mektup, madalya, nota ve özel eşya arasında en dikkat çekici eser tabii ki, sanatçının vasiyetinde Genova’ya bağışladığı ünlü kemanı var. Tok sesi nedeniyle sanatçı bu kemana, topa bir gönderme yaparak, “Il Cannone” dermiş.

Colombus’un Zaferi
Tavan freski
Francesco Gandolfi
Palazzo Doria Tursi, Tören Salonu
Marco Polo (1254-1324)
(Mozaik-1867)
Palazzo Doria Tursi, Tören Salonu
Marco Polo Venedikli olmasına rağmen Genovalılar ona saygı duyuyorlar ve sahip çıkıyorlar. Bunun birinci nedeni, Venedik ile Genova’nın savaş halinde olduğu bir dönemde Genovalılara esir düşen Marco Polo’nun, daha sonra kitap haline gelecek seyahatnamesini burada hücre arkadaşına dikte etmiş olması. İkinci nedeni ise, Marco Polo’nun Uzak Doğu anılarının Cristoforo Colombo’ya
yolculukları için esin kaynağı olması.
Cristoforo Colombo (1451-1506)
(Mozaik) (1867)
Palazzo Doria Tursi, Tören Salonu
Genova’nın Sarayları
Peter Paul Rubens
1606 yılında Genova’ya gelen sanatçı şehrin saraylarından o kadar etkilenmiş ki, bazı sarayların cephe ve planlarını çizerek bu kitabı hazırlamış ve 1622 yılında
Antwerp‘de (Anvers) yayınlamış.

Bilindiği gibi, dünyanın en değerli kemanlarının iki Cremonalı usta, Antonio Stradivari (1644-1737) ve Giuseppe Guarneri (1698-1744) tarafından yapıldığı kabul ediliyor. Guarneri daha sonra, kemanlarına bir haç işareti koymaya başlaması nedeniyle, ‘del Gesu’ (İsa’nın) olarak da anılmış. Paganini’nin, 11 tanesi Stradivari yapımı olmak üzere, çok sayıda kemanı olmasına karşın, Guarneri’nin yaptığı Il Cannone‘ye özel bir bağlılığı varmış ve bir virtüöz olarak yeteneğini en çok bu keman ile çaldığı zaman gösterdiğini düşünürmüş. 1743 yılında yapılan bu keman Paganini’ye Livorno’da bir Fransız hayranı tarafından hediye edilmiş. Keman 1751’den beri Genova Belediyesi’nin koruması altında. Yılda bir kere, 12 Ekim Colombus Kutlamaları çerçevesinde, o yıl Uluslararası Paganini Keman Yarışması’nı kazanan sanatçı tarafından çalınıyor. Il Cannone‘nin bulunduğu salonda onun bir de kopyası sergileniyor. Sivori Kemanı olarak bilinen bu kopya, 1834 yılında Paris‘te Jean-Baptiste Vuillaume (1798-1875) tarafından yapılmış. Vuillaume bu kopyayı, Paganini kendisinden Il Cannone’yi tamir etmesini istediği zaman yapmış ve sanatçıya tamir ettiği asıl kemanı geri verirken hediye etmiş. Sanatçı aslından çok zor ayırt edilebilen bu kemanı daha sonra öğrencisi, Camillo Sivori‘ye (1815-1894) hediye etmiş. Sivori’nin varisleri de, ölümünden kısa bir süre sonra kemanı Genova şehrine armağan etmişler.

Niccolò Paganini (1782-1840)
George Patten (1801-1865)
Paganini’nin İtalyan besteci Vincenzo Merighi’ye
Marsilya’dan yazdığı 23 Eylül 1839 tarihli mektubu
Paganini’nin notaları, yolculuklarında yanından
ayırmadığı satranç takımı, keman kutusu, mektupları…

Liguria gezimiz sırasında Genova’ya ayırdığımız, birkaç güne yayılmış, bölümde gördüklerimizi böylece tamamlamış oluyorum. Kısıtlı zamanda her gezi insanın önüne bir takım tercih yapma zorunlulukları koyuyor. Bu sefer de tabii ki öyle oldu. Aklım pek çok yerde kaldı. Zengin Liguria mutfağından damağımıza değenler çok yakında bir sonraki yazımda olacak.

Paganini’ye ait gitarlar
Besteci usta bir kemancı olmasının yanında,
gitar çalmaktan da çok hoşlanırmış.
Paganini’nin, 1743 yılında Cremona’da Giuseppe Guarneri tarafından yapılmış olan ünlü kemanı Il Cannone
Paganini’nin en sevdiği kemanı Il Cannone (sağda) ve
onun kopyası olan Sivori Kemanı (solda)

Kapatırken, büyük bir şans eseri Genova’da sergisine denk geldiğimiz Banksy‘e de bir selam yollayalım. Ben de herkes gibi, Banksy’nin üç beş eserini biliyordum. Meğer bilmediğim ne çok yapıtı varmış. Hepsi insanı farklı yönlerden çarpan, sarsan ve düşündüren eserler… Bilindiği gibi, dünyaca ünlü Banksy’nin kimliği kesin olarak bilinmiyor. Sadece, Bristol’dan çıktıkları bilinen bir grup grafiti sanatçısından birisi olduğu tahmin ediliyor. Eserleri siyasi otoriteler tarafından, kimi zaman saatler içinde, üstleri boyanarak yok edilen Banksy, yerleşik düzen açısından temsil ettiği tehlikenin de farkında elbet: “Dünyayı daha iyi bir yer yapmak isteyen bir kişiden daha tehlikeli bir şey yoktur” diyor Banksy. Sanatçı, 1990’lardan beri, sadece İngiltere’de değil, tüm dünyada yaptığı grafitilerle hem güncel hem tarihsel politik ve toplumsal çelişkilere dikkat çekiyor. Dikkat çekmekle kalmıyor, aslında dünyayı değiştirmek de istiyor. Onun 2005 yılında, Filistin ve İsrail’i ayıran duvarı protesto etmek için yaptığı resimlerin bazılarından ve tamamen kendisinin finanse ettiği “The Walled Off Hotel” projesinden daha önce sosyal medya hesaplarımda söz etmiştim. İşte bunlar da, iki saat geçirdiğimiz Genova Banksy sergisinden farklı konular üzerine bir iki resim…

Köpekli Adam
Banksy
2018 tarihli bu eseri sanatçı Paris’in 5. bölgesinde, Victor Cousin sokağında bir duvara yapmış. İlk bakışta, bir adamın bir köpeğe kemik verdiği masum bir resim gibi görünüyor. Ancak, yakından bakınca, kemiğin köpeğin
kendi patisinin kemiği olduğu anlaşılıyor.
Steve Jobs’ın görüldüğü bu duvar resmi Banksy tarafından 2015 yılında Fransa’nın Calais şehrinde yapılmış. Sanatçının mesajı, mülteci kabul etmek istemeyen ülkelere… “Mülteci kabul etmeyerek, dünyayı bir sonraki Steve Jobs’dan mahrum bırakıyor olabilirsiniz”. Steve Jobs da Suriyeli göçmen bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmişti.

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.