Yeniden (6): Sicilya

Zaman hızla geçiyor. Sicilya‘ya gideli yakında iki sene olacak. O zamandan günümüze Sicilya’ya olan ilgi giderek arttı sanki. Bunu hem çevremde Sicilya’ya gidenlerin ya da ciddi olarak gitmeyi düşünenlerin sayısındaki artıştan hem de turizm şirketlerinin buraya yönelik çoğalan gezi programlarından gözlemliyorum. Bir dönem benzer bir durum Puglia için de yaşanmıştı.

Sicilya anılarımda, bugüne kadar gördüğüm ya da yaşadığım tüm ülkeler ve şehirler arasında, çok özel bir yer edindi. Üstelik, gezi sırasında her şey de toz pembe olmadı. Navigasyonun azizliğine uğrayıp dağ başlarında zifiri karanlık ve ürkütücü yollarda araba kullanmaktan tutun da bir trafik kazası geçirmekten ve yine ıssız bir yolda lastiğimizin patlamasına kadar bir sürü olumsuz sayılabilecek olay da yaşadık. Ancak tüm bunlara karşın, unutamayacağımız insanlarla da karşılaştık. Hiç ummadığımız hoşluklar yaşadık, iyilikler gördük.

Belli bir zaman diliminde gidilip, belli yerleri gezilen bir coğrafyayı her yönüyle tam olarak kavramak şüphesiz mümkün değildir. Öylesi geziler bir insanı o ülkenin uzmanı yapmaz. Ancak, araba ile yaptığımız on altı günlük gezimizin bize Sicilya’nın zengin tarihi, kültürü ve gastronomisi konusunda ortalamanın üstünde bir bilgi birikimi ve deneyim kazandırdığını düşünüyorum. Kuzey, güney, batı ve doğu olmak üzere tam bir tur şeklinde yapmaya çalıştığımız gezimizi gerek gitmeden gerekse döndükten sonra yaptığım araştırmalarla derinleştirmeye çalışmış ve sitemde on altı bölüm halinde yayınlamıştım. Yakın zamanda bu yazılarımın okunma sayılarında hızlı bir yükselme eğilimi gözlemledim. Bunun sonucunda, sitemdeki Sicilya yazı serisini tek bir paylaşım altında toplamamın okuyucularım için bir kolaylık olabileceğini düşündüm. Tüm Sicilya yazılarıma sırasıyla aşağıdaki linkleri kullanarak erişmeniz mümkün. Doğal olarak, herkesin gezi programı, görmek ve gitmek istediği yerler farklılık gösterecektir. Okuma seçiminizi buna göre yapabilirsiniz. Ancak, hem oldukça karmaşık Sicilya tarihini özetlediğim hem de adada gezmek konusunda genel bilgiler verdiğim ilk bölümü herkesin okumasını öneririm.

Son olarak, yazılarda sözü edilen kaldığımız otel ve restoranların kendi öznel seçimlerimizi yansıttığını özellikle belirtmek isterim. Her gezginin kişisel seçimleri, bütçesi, zevkleri farklı olacaktır. Ayrıca, o günkü yoğunluk, denk gelen servis elemanları ve benzeri unsurların bir birleşimi sonucu, değişik zamanlarda yaşanılan deneyim de farklılık gösterebilir. Aynı şekilde, biz gittiğimiz zaman Michelin yıldızlı ya da öneri listesinde olan bir restoranın daha sonra bu özelliğini kaybetmiş olması da mümkün.

Keyifli okumalar ve gezmeler dilerim…

Sicilya’da İki Hafta (1)

Sicilya’da İki Hafta (2): Cefalù

Sicilya’da İki Hafta (3): Palermo-1

Sicilya’da İki Hafta (3): Palermo-2

Sicilya’da İki Hafta (4): Segesta, Monreale ve Castellammare del Golfo

Sicilya’da İki Hafta (5): Trapani ve Erice

Sicilya’da İki Hafta (6): Tapınaklar Vadisi, Agrigento

Sicilya’da İki Hafta (7): Bir Büyük Yazarın Evi ve Selinunte

Sicilya’da İki Hafta (8): Tindari ve Messina (1)

Sicilya’da İki Hafta (9): Messina (2) ve Efsanevi Bir Filmin Çekildiği Yer: Savoca

Sicilya’da İki Hafta (10): Ah! Taormina Ah!…

Sicilya’da İki Hafta (11): Vincenzo Bellini’nin Şehri: Catania

Sicilya’da İki Hafta (12): Barok Vadisi

Sicilya’da İki Hafta (13): Siracusa

Sicilya’da İki Hafta (14): Villa Romana del Casale

Sicilya’da İki Hafta (15): Son Söz

Not: Bulunduğunuz ortamın internet erişim kalitesine ve hızına bağlı olarak, bazı resimlerin inmesi vakit alabilmektedir.

Sicilya’da İki Hafta (5): Trapani ve Erice

Castellammare del Golfo‘dan neredeyse istemeye istemeye ayrıldık. Bir gece önce yoğun yağış altında ve karanlıkta gördüğümüz bu balıkçı köyü güneşli havada ne kadar da farklıydı. Sakin, sessiz ve çok şirindi. Oturduğumuz salaş yer, adet olduğu üzere, riposo (bizde daha çok İspanyolca siesta kelimesi ile bilinen öğle paydosunun İtalyancadaki ismi) için kapanıyor olmasaydı, belki de birer bira daha içecek, keyifle peynir ve şarküteri yemeye devam edecektik. Ama, akşama Agrigento‘da olmak, bir de üstelik giderken Trapani ve Erice‘yi görmek istiyorsak, bir an önce yola koyulmamız gerekiyordu. Toplam 250 kilometre yol demek olacaktı bu.

Günümüzde herkesin ucundan da olsa bulaştığı sosyal medyada artık yolculuklar, gidilen yerler bolca paylaşılır oldu. Teknolojnin olanakları sayesinde görsellerle daha da çekici hale gelen bu paylaşımlarda genel olarak geziler, sorunsuz ve birazda düşman çatlatan cinsinden, alabildiğine masalsı bir havada yansıtılıyor. Her şeyin sorunsuz, pürüzsüz yaşandığı, sadece zevk ve keyifle su gibi akan günler… Ne güzel değil mi? Oysa, gerçek hayatın her zaman böyle olmadığını biliyoruz. Bizim Sicilya gezimizde de zorluklar ve aksilikler olmadı değil. Üstelik, bunların bazıları oldukça ciddi idi. Ama hiç birisi nedeniyle moralimizi ve keyfimizi bozmadık. Tadımız kaçmadan rotamıza devam ettik.

Trapani’de Corso Vittorio Emanuele
Chiesa dei Gesuiti (Kilisesi)
1614 yılında Messinalı mimar Natale Masuccio tarafından tasarlanmış. Mimari açıdan Barok stile geçişi yansıtıyor. İçindeki stucco süslemeler, ünlü usta Giacomo Serpotta‘nın öğrencisi, Bartolomeo Sanseverino tarafından yapılmış.

Trapani yolunda ilk endişemiz benzin konusunda oldu. Sicilya’da yollarda benzinci neredeyse yok gibi. Otoyol veya parasız yol fark etmiyor. O nedenle, yola çıkmadan ya da meskun yerlere yakın noktalardan geçerken benzin almanızda fayda var. Bir diğer konu ise, benzincilerin hemen hemen tamamının self-servis olması ve bu istasyonlarda size yardım edecek herhangi bir görevli de bulunmaması. Trapani’ye giderken, çok acil olmasa da, akşama kadar gideceğimiz yolu düşünerek benzin almaya karar verdik. Sonunda Trapani’de, küçük bir meydanda öylesine duran iki benzin pompasından benzin almayı denemeye karar verdik. Başka ülkelerdeki deneyimlerimize dayanarak bildiğimiz yöntemlerle birkaç denemede bulunduk. Sonuç, boşuna bir çaba oldu. Canımız sıkıldı. Oysa, daha atlattığımız tehlikenin farkında bile değildik…

Palazzo Senatorio (Senato Sarayı)
Günümüzde Belediye Sarayı olarak kullanılan bina, 17. yüzyılda yapılmış. 1828 yılında tepesindeki iki saat eklenmiş. Sol tarafta, binaya bitişik, Porta Oscura.
Porta Oscura ve Saat Kulesi
Kapı, eski Trapani’nin dört şehir kapısından birisi ve en eski olanı. Senato Sarayı ile birlikte, 13. yüzyılda Kral Aragonlu Giacomo tarafından yaptırılan, günümüzün Corso Vittorio Emanuele caddesine açılıyor. O zamanlar caddenin adi Rua Grande imiş. Tepesindeki kulenin üstündeki astronomik saat, 1596 yılında Giuseppe Mennella tarafından yapılmış. Avrupa’nın en eski astronomik saatlerinden birisi
olduğu belirtiliyor.

Benzin noktasına geldiğimizde, ben biraz endişe içinde arabadan inerken, gürültüyle bir şey düştü gibi oldu. Baktığımda, bir ucu şarj için arabaya takılı olan telefon kablosunun yere sarkan ucunu gördüm. Doğrusu, onun nasıl olup da o kadar ses çıkardığına aklım pek ermedi ama, üzerinde durmadım. Ne de olsa, şimdi daha büyük bir sorun ile ilgilenmemiz gerekiyordu. O sırada eşim, pompaya daha çok yanaşmak için bir manevra yaptı. Üzerinde, herhangi bir dilde, hiçbir açıklama olmayan benzin pompasındaki başarısız denemeden sonra tam arabaya biniyorduk ki, yerde tesadüfen bir telefon gördük. Eşimin telefonuydu. Üstelik, az önceki manevra sırasında üstünden geçilmesine ramak kalmış bir noktada. Tabii bir de, ezilmekten kurtulmuş telefonu yerde hiç görmeden, arabaya binip gitme olasılığı vardı. Artık, ne zaman farkına varırdık, bilmiyorum…

Cattedrale San Lorenzo (Duomo di Trapani)
İlk olarak 1421 yılında inşa edilmiş. 1639 yılında tamamen yenilenmiş. 1743 yılında mimar G.B. Amico‘nun planına göre Barok bir görünüm kazanmış. 1844
yılında katedral statüsü verilmiş.
Duomo’nun kapısından detaylar

Arabaya bindik ve daha işlek bir noktada, tercihan bir görevlinin bulunduğu, bir benzinci aramaya karar verdik. Sahilde daha büyük bir benzinci bulduk ama, orada da görevli yoktu. İnmiş yine bakınırken, genç bir çocuk arabası ile geldi. O da benzin alacaktı. Artık, arabanın kiralık olduğunu anladığından mı yoksa yüzümüzdeki ifadeden mi bilmiyorum, yardım isteyip istemediğimizi sordu. Hem kendi benzin alırken bize adım adım gösterdi hem de biz alana kadar bekledi.

Corso Vittorio Emanuele üzerindeki tarihi binaların bir kısmında restorasyon yapılmış. Çoğu hala
elden geçirilmeyi bekliyor.

Benzin sorununu haletmiştik ama, önemli bir diğer sorun daha vardı. Kiraladığımız arabanın navigasyonunun pratik olmaması, sürekli olarak telefonlarımızı kullanmamızı gerektiriyordu. Bu nedenle telefon şarjlarımız kısa zamanda tükeniyordu. Yanımızda getirdiğimiz şarj kablolarının uçları ise, arabanın şarj ünitesine uymuyordu. O güne kadar yedek şarjlarla idare etmiştik ama, gideceğimiz yollar uzadıkça ve ara yollara sapma gereksinimi arttıkça, onlar da yetmez oldu. Bundan dolayı oldukça zor anlar yaşadık. Gereksiz yere yanlış yollara saptık. Sicilya’da araba ile gezmeyi düşünenlere bu konuyu da unutmamaları gerektiğini özellikle belirtmek istiyorum. Yanınızda her türlü giriş için uygun şarj kabloları götürmeyi ihmal etmeyin.

Kimi yapılarda yine Arap mimarisinden esintiler göze çarpıyor. Araplar 9. yüzyılda Sicilya’nın ilk önce Trapani bölgesine ayak basmışlar ve buradan adanın tamamını istila etmeye başlamışlar.

Benzin aldıktan sonra, biraz rahatlamış olarak, arabayı sahile park ettik. Bagajın dolu olması tüm İtalya’da olduğu gibi, Sicilya’da bir risktir. O nedenle, göz önünde yerlere park etmekte yarar var. Biz de, görevlilerin bulunduğu limanın girişine yakın bir yere park ettik. Otomattan park fişimizi alıp, cama yerleştirmeyi de ihmal etmedik.

Trapani’nin adı, Yunanca orak demek olan Drepanon‘dan geliyor. Şehrin Latince adı ise, Drepanum imiş. Gerçekten de yukarıdan baktığınızda açıkça görebileceğiniz gibi, şehrin yerleştiği coğrafi alanın doğal biçimi, bir orak gibi denize doğru incelerek uzayan bir yay şeklinde. Aslında Trapani tarihte önceleri, şehre yukarıdan bakan Erice Dağı‘nın (Monte San Giuliano olarak da biliniyor) tepesindeki Erice yerleşim yerinin limanı olarak kullanılmış. Erice, tıpkı Segesta gibi, M.Ö. 12. yüzyılda Anadolu’dan Sicilya’ya gelen Elymian kavimi tarafından kurulmuş. Sicilya’nın üç yerel halkından biri kabul edilen Elymianlar Trapani’yi kendilerine liman yaparak, burada Demir Çağı‘ndan itibaren ticaretin gelişmesine önayak olmuşlar. Öyle ki, tuna balığı, mercan ve buradaki tuzlalardan elde edilen deniz tuzuna dayanan ticaret ile Trapani zamanla Kartaca, Venedik ve Doğu Akdeniz (Levant) arasında önemli bir ticaret merkezi haline gelmiş. Trapani’de günümüzde de balıkçılık, balık endüstrisi, tuz üretimi, mermercilik ve şarapçılığa dayalı bir ekonomi var. Trapani ile Marsala arasındaki sahilde tuzlalar bulunuyor. Erice’ye çıktığınız zaman tuzlaları yukarıdan da görmeniz mümkün. Bunlar, Dünya Doğayı Koruma Vakfı‘nın (WWF) özel koruması altında faaliyet gösteriyorlar. Önceki yazılarımda belirtiğim gibi, Trapani’ye bağlı olan Marsala ayrıca Sicilya’nın şarapları ile ünlü bir bölgesi. Ticaret dışında, Trapani günümüzde aynı zamanda önemli bir feribot limanı. Buradan Egadi Adaları‘na, Pantelleria adasına, Sardinya‘ya, Fransa‘ya ve Tunus‘a seferler yapılıyor. Şehrin bir de, Avrupa’dan ucuz biletli uçak seferlerinin yapıldığı, Trapani-Birgi isimli bir havaalanı var.

Erice‘de bulutların arasından Trapani manzarası.
Dikkatli bakınca uzakta, sağ tarafta sahildeki tuzlaları görmek mümkün.

Trapani M.Ö. 260 yılında Kartacalıların, daha sonra ise (M.Ö. 241) Romalıların eline geçmiş. Tüm Sicilya’da olduğu gibi, Romalılardan sonra sırasıyla, Vandal, Ostrogot, Bizans, Arap ve Norman işgaline uğramış. Haçlı Seferleri sırasında askeri açıdan Akdeniz’deki önemli limanlardan biri haline gelmiş. 17. yüzyılda (İspanyol Aragon hanedanı döneminde) Trapani veba salgını, açlık ve ayaklanmalar nedeniyle neredeyse terk edilmiş bir şehir haline gelmiş. 18. yüzyıldaki İspanyol Bourbon hanedanı döneminde ise, tekrar canlanmaya başlamış. Trapani bölgesi aynı zamanda bu hanedanın sonunu getiren ve adanın İtalya ile birliğini sağlayan Giuseppe Garibaldi‘nin (1807-1882) Sicilya’ya ayak bastığı yer. 11 Mayıs 1860 günü Marsala’da karaya çıkan Garibaldi, Sicilya’da Risorgimento (İtalya’nın birleşme süreci için kullanılan ve diriliş ya da yeniden doğuş anlamına gelen ifade) sürecini başlatmış. Daha önce belirttiğim gibi, 1861’de yapılan bir halk oylaması ile Sicilya İtalya ile birleşmiş olsa da, daha sonra çıkan isyanlar ve çeşitli anlaşmazlıklar nedeniyle, bu sürecin günümüzde dahi tam olarak tamamlandığı söylenemez. Ada halen özerk bölge statüsünde.

Trapani’de Giuseppe Garibaldi‘nin (1807-1882) heykeli

II. Dünya Savaşı sırasında Trapani ve civarı, Palermo gibi, ağır bombardıman görmüş. Neredeyse yerle bir olan şehir savaştan sonra Erice Dağı’nın dibine kadar genişlemiş. Buralarda genellikle çok çirkin, dört-beş katlı yapılar var. Son yıllarda şehrin tarihi bölgesindeki eski yapılar ve saraylar restore edilmeye başlanmış ama, bir kısmı hala oldukça bakımsız görünüyor. Gezilecek yerler yoğun olarak şehrin bir “orak” gibi denize doğru uzanan burun kısmında, Via Torrearsa ve onu dik kesen Corso Vittorio Emanuele‘nin üzerinde bulunuyor. Burnun en ucunda, 1671 yılında İspanyollar tarafından yapılmış kule Torre di Ligny var. Sahilde, denizden gelecek saldırılara karşı yapılmış surlar da bulunuyor.

Erice’ye Trapani Kapısı‘ndan giriş

Monte San Giuliano’nun (Erice Dağı) tepesinde kartal yuvası gibi konuşlanmış olan Erice’ye gitmek için iki yol var. Birisi karadan, diğeri teleferik ile. Teleferik ile yukarı çıkmak ilginç olabilir ama, biz araba ile gitmeyi tercih ettik. Trapani ile Erice arası aslında sadece 12-13 kilometre. Ancak yol hem dik hem çok virajlı. Bir de üstelik dar. Araba herhangi bir nedenden dolayı arıza yapsa ya da lastiğiniz patlasa, kenara çekebileceğiniz bir yer de yok. Neyse ki, öyle bir şey olmadı ve biz yarım saat kadar sonra Erice’nin tarihi şehir kapısının dışında park ettik. Bu arada, hava iyice bulutlanmaya başlamıştı. Yağmur ha indirdi, ha indirecek gibiydi. Bir de üstelik, güneşin batmasına çok az kalmıştı.

Erice sokakları

Erice hakkında ilk duygularım şaşkınlık oldu diyebilirim. Denizden 750 metre kadar yükseklikteki bu küçük yerleşim yeri sanki Orta Çağ‘da donup kalmış gibiydi. Mimari olarak da, bana Sicilya’da değil de, Avrupa’nın daha kuzey bölgelerinde olduğum hissini verdi. Farklı ülkelerde, farklı zamanlarda donup kalmış gibi duran, oldukça değişik yer görmüşümdür ama, Erice bunların hepsinden farklıydı. Kanımca bunda, bazı sokaklarda neredeyse hiç insan olmamasının da etkisi vardı. Bana sanki, her an bir köşeden, o kendilerine has giysileri ve kılıçları ile, birkaç Tapınak Şövalyesi çıkacak gibi geldi…

Sant’Isidoro ve Beato Luigi Kilisesi (1666)
San Giuliano Kilisesi (1612-1615)

Yukarıda belirttiğim gibi Erice, Anadolu’da Troia‘dan geldiklerine inanılan Elymianlar (ya da Elimiler) tarafından kurulmuş bir kent. Adını Yunan mitolojisindeki Eryx‘ten almış olsa da, Erice hiçbir zaman bir Grek kolonisi olmamış ama o da, tıpkı Segesta gibi, daha sonra kültürel olarak Helenleşmiş. Erice, Elymianlardan başlayarak, Fenikeliler, Grekler, Romalılar, ilk Hristiyanlar, Normanlar, Svabyalılar ve Aragonlular tarafından hep kutsal kabul edilmiş. Normanlardan önce, Arapların eline geçtiği sırada, ismi Cebel Hamid (Hamid Dağı) olarak değiştirilmiş. 1167 yılında burayı ele geçiren Normanlar ise, 20. yüzyılın başına kadar kullanılmaya devam edilen, Monte San Giuliano adını vermişler.

Erice’de Duomo ve Kral III. Federico‘nun Kulesi

Erice’ye, park yerinin bulunduğu, Trapani Kapısı‘ndan (Porta Trapani) giriyorsunuz. Kapı, aynen bizim eski şehir kapılarımızda olduğu gibi, Trapani yönüne baktığı için bu adı almış. Kapının parçası olduğu surlar Elymianlardan ve Fenikelilerden kalmış, Orta Çağ’da dönemin gereksinimlerine göre yeniden düzenlenmiş.

Doumo’nun içi
Duomo’nun mermer apsis kısmı 1513 yılında Giuliano Mancino tarafından yapılmış

Erice, büyüklüğünden beklenilmeyecek sayıda kilise ve manastırlarla dolu bir yer. Manastırların her biri değişik el sanatları ve zanaatlarda uzmanlaşmışlar. Kimisi ipek üzerine sırma işleme, kimi halı dokuma konusunda ileri gitmişler. Bir Benediktin manastırı olan Santissimo Salvatore, kendilerine özgü tarifleri ve sırları ile, pastacılık konusunda çok ünlü imiş. Buradan yetişen pastacılar daha sonra kendi dükkanlarını açarlarmış. Günümüze kadar, kuşaktan kuşağa geçerek gelen bu tarifler Erice’de hala kullanılıyor. Erice’de, Via Vittorio Emanuele caddesi, 14 adresindeki Maria Grammatico Pastanesi (La Pasticceria di Maria Grammatico), okuduğuma göre, Sicilya’daki en iyi pastane olma iddiasına sahipmiş. Biz gezerken kapalı olduğu için, maalesef o konuda size bir fikir veremeyeceğim.

Kısıtlı sürede tüm kilise ve manastırları gezmek elbette mümkün değil. Ama, Aragonlu Kral III. Federico‘nun (1272-1337) 1314 yılında yaptırdığı Duomo (Il Real Duomo) ve kule Trapani kapısına çok yakın. En azından orası gezilebilir. Bembeyaz taş ve Carrara mermerinden yapılmış olan Duomo tam bir Orta Çağ yapısı. İçeride, Gotik mimarinin kendine özgü hatları hakim. Yapımında, daha sonra gittiğimiz Castello di Venere‘nin taşları kullanılmış. 1865 yılında içi Neo-Gotik tarzda yeniden düzenlenmiş ama küçük şapellere dokunulmamış. Duomo’nun yanındaki, Kral Federico’nun Kulesi (La Torre di Re Federico) olarak adlandırılan çan kulesinin ilk yapımının Kartacılar ve Romalılar arasındaki Birinci Pön Savaşı (M.Ö. 264-241) döneminde olduğu düşünülüyor. Kral Federico III tarafından yeniden yaptırılmış. Aragonlu Federico III, Sicilyalıların Fransızlara karşı ayaklanmaları (I Vespri Siciliani) (1282) ve aynı zamanda Fransızlar ve Aragonlular arasında yaşanan taht kavgası sırasında Erice’de birkaç yıl geçirmiş ve Duomo’yu da bir şükran ifadesi olarak yaptırmış.

San Martino Kilisesi‘nde duvarlardaki freskler Manno Kardeşlere ait
Kiliseye adını veren Aziz Martino’nun tahtadan yapılmış
heykeli, 1556 yılında Ericeli sanatçı Gianluca Curatolo tarafından yapılmış

12. yüzyılın başında, Sicilya’nın ilk Norman hükümdarı, Kont Ruggero (Roger) tarafından yaptırılan San Martino Kilisesi, gezebildiğimiz ikinci ibadet yeri oldu. Kilise aslında aynı ismi taşıyan dini bir kardeşlik için yapılmış. 1682 yılında yeniden yapılmış. Süsleme ve dekorasyonların tamamlanması bir yüzyıl daha sürmüş. Kilisenin avlusundan geçilen La Congrega, San Martino kardeşliğinin üyelerinin toplandığı özel bir bölüm. Kilise kısmında olduğu gibi, buradaki stucco’ların (sönmüş kireç, beyaz mermer tozu, tutkal, tebeşir, yumurta akı ve su karıştırılarak elde edilen bir tür sıva ve bununla yapılan kabartma eserler) içlerinde de Manno Kardeşler tarafından yapılmış freskler bulunuyor.

Kilisenin revaklı avlusu
Kilisenin San Martino kardeşliğinin toplandığı La Congrega bölümündeki ahşap altar 17. yüzyılda yapılmış. Daha önce, kilisesin ana altarı olarak kullanılmış.

Hava kararmaya ve bulutlar iyice Erice’nin üzerine bir kılıf gibi çökmeye başlayınca, çok fazla oyalanmamaya karar verdik. Sokaklar iyice tenhalaşmıştı. Bazı kapı önlerinde yerli halktan birkaç yaşlı oturmuş, sohbet ediyordu. Bir tanesine Castello di Venere‘ye (Venüs Kalesi) nasıl gidileceğini sordum. Adam tarif etti. Duomo’da bize verilen haritada gidiş çok basitmiş gibi görünüyordu ama, labirent gibi sokaklarda yol iz bulmak hiç de öyle çabuk olmuyordu. Bir de yollara döşenmiş küçük taşlar yürümeyi, spor ayakkabılara rağmen, inanılmaz zorlaştırıyordu. Sonunda, nefes nefese bir halde, kaleyi bulmayı başardık.

Erice’de Castello di Venere (Venüs Kalesi)

Castello Venere, Norman döneminde yapılmış bir kale. Daha önce burada, Tanrıça Venüs‘e (yani Afrodit’e) adanmış bir tapınak varmış. Bu tapınağın, Troia’dan kaçan ve daha sonra Roma’yı kuran Aeneas tarafından yaptırıldığına inanılırmış. Efsaneye göre burada, Venüs’e adak olarak kesilmesine karar verilen kurbanlık hayvanlar öldürülmek üzere altara kendi istekleri ile yürürlermiş.

Kale, daha önce burada bulunan, Tanrıça Venüs’e (Afrodit)
adanmış bir tapınağın üstüne yapılmış

Trapani Kapısı’na yakın bir köşedeki pastane ve barda kısa bir mola verdikten sonra Trapani’ye doğru yola koyulduk. Karanlıkta inerken yol daha da bir korkunç geldi bana. Önümüzde, Agrigento’ya gitmek için, daha iki saatten fazla sürecek bir yol vardı. Aklıma yine telefonların şarj sorunu gelince ürperdim. Erice’den dağın dibindeki Trapani’ye inerken bile yol bulmakta zorlanırken, o yolu navigasyonsuz nasıl gidecektik? Trapani’de hafiften yağmur yağıyordu. Şehirde, bir pazartesi iş çıkışı keşmekeşi vardı. Oturacak bir yer bulup, telefonlarımızı şarj etmeye çalışmayı düşünürken, birden bir köşede açık bir dükkan gördüm. Aynı zamanda yedek parça ve benzeri satan bir cep telefonu servisi idi burası. Ve, inanılmaz bir şekilde, önünde boş park yeri vardı!

Erice’den ayrılmadan kısa bir süre önce aralanan
bulutların arasından aşağıya bakış…

Dükkanda çok fazla sıra yoktu ama, çalışanların hiç de aceleleri olmadığı için, uygun şarj kablosunu alıp çıkmamız yarım saatten fazla sürdü. Bu önemli sorunu haledebildiğimize o kadar sevindik ki, bu zaman kaybı canımızı hiç sıkmadı. Hele, Trapani ile Agrigento arasında izlenmesi gereken yolları, sapılacak noktaları bir bir geçerken, o dükkana rastladığımız için defalarca şükrettik. Yol, cep telefonunun navigasyonu olmadan bulunabilecek gibi değildi. Ayrıca, yolun bir bölümü de oldukça ürkütücü idi. Zifiri karanlık ve son derece virajlı bir yolda dakikalar ve kilometreler bitmek bilmedi. Yolları artık avuçlarının içi gibi bilen ve arkanızdan hızla gelen yerel sürücülerin yarattığı stres ile karanlıkta daha da fazla gözleri alan araba farları da cabasıydı. Sanırım ilk yazımda da belirtmiştim. Eğer Sicilya’da araba ile tur yapmayı düşünüyorsanız, şehirler arası ve özellikle otoyol olmayan yerlerde karanlığa kalmamanız iyi olur.

Sonunda, gece saat 10’u biraz geçe, Agrigento’da kalacağımız Dimora dei Templi‘ye vardık. Bir tepede, ağaçların arasında bulunan bu “Oda-Kahvaltı”yı internetten bulmuştuk. Etraf biraz karanlık ve sessizdi. Bizi karşılayan hiçbir görevli yoktu ama, içeri nereden ve hangi kapı şifresi ile gireceğimiz, oda numaramız, anahtarımızın nerede olduğu; hepsi daha önceden adım adım bildirilmişti. Oda ferahtı ve güzel döşenmişti. Bir de, balkona çıkınca uzaktan, son derece güzel aydınlatılmış tapınaklar görünüyordu. Karanlıkta büyülü bir havaları vardı. Buraya gelme sebebimiz işte bu tapınakların bulunduğu, Agrigento‘nun ünlü Tapınaklar Vadisi idi. Görmek için sabırsızlanıyordum. Burası aynı zamanda, Sicilya’da gezeceğimiz gerçek anlamda ilk Grek antik kenti olacaktı. Ama önce, günün yorgunluğunu atmak için, iyi bir uyku gerekiyordu.