Yeniden (5): Barselona

Her gezinin aklımda, gönlümde ve anılarımda ayrı bir yeri var. Gittiğim her yer bende farklı izler bıraktı. Ama, doğal olarak, bazı yerler beni daha derinden etkiledi. Böylesi yerler bazı konuları daha çok merak etmeme yol açtı. Beni yeni zihinsel ve fiziksel serüvenlere taşıdı, yeni ufuklar açtı. 21-29 Mayıs 2018 tarihleri arasında gittiğimiz Barselona da benim için bu tür bir gezi olmuştu.

Barselona, gezginler için popüler bir şehir. Gezecek görecek çok yer, keyif alacak çok mekan var. Tekrar tekrar gitmeyi isteyebileceğiniz bir şehir. Adetimdir; gideceğim yerle ilgili önceden dersimi iyi çalışmaya, kaynak kitaplar okumaya çalışırım. Gidip gördükten sonra da, okuduklarımı ve edindiğim izlenimleri bir arada analiz eder, gerekiyorsa (ki çoğunlukla gerekir) bazı şeyleri tekrar araştırır, okurum. Bu süreç bana büyük keyif verir. Dört sene önce yaptığımız Barselona gezisi benim için bu açıdan son derece doyurucu olmuştu. Bunun sonucunda blogumda Barselona ile ilgili, beş ayrı yazıdan oluşan, bir yazı dizisi yayınlamıştım. Bu yazılara her zaman ilgi çok oldu. Halen de devam ediyor. Okumamış olanlar veya arada bazı bölümleri kaçıranlar için söz konusu yazıları yeniden yayınlıyorum. Her bir yazıya aşağıdaki linkler aracılığı ile ulaşabilirsiniz. Keyifli okumalar dilerim.

Barselona (1): Nasıl Olmuş da Gitmemişim Bunca Zaman?

Barselona (2): Modernista Akımının İzinde…

Barselona (3): Gaudi’nin İzinde…

Barselona (4): Romalıların İzinde…

Barselona (5): Mason Simgeleri ile Dopdolu Bir Şehir…

Barselona (5): Mason Simgeleri ile Dopdolu Bir Şehir…

Bundan epeyce zaman önce bir gün, Beyoğlu’nun Tünel taraflarındaki arka sokaklarında yürürken birden, içten gelen bir dürtü ile başımı kaldırdım. Kaldırır kaldırmaz gördüm onu… Bina, büyük olasılıkla on dokuzuncu yüzyıldan kalma idi. Belki de yirminci yüzyıl başından. Zamanında güzel ve heybetli olduğu anlaşılıyordu ama artık, epeyce yıpranmış, hava kirliliğinden, isten, pastan simsiyah olmuştu. Yine de, ana kapının üstündeki işaret tereddüde yer bırakmayacak kadar açık seçikti. Işık saçan üçgenin içindeki göz bana bakıyordu… Ürperdiğimi hatırlıyorum…

Masonlukla ilgili simgeler arasında belki de en yaygın olarak bilinen ışık saçan üçgen içindeki gözü daha sonra, Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde, tekrar görmüştüm. Bunların bazıları çok işlek caddelerde idi. İnsanlar pek farkında değil gibiydiler. Ben bakakalırken, onlar yürüyüp gidiyorlardı. Belki de önemsemiyorlardı. Ne de olsa, Masonlukla ilgili algı her ülkede bizde olduğu gibi değil. Bir de sonradan anladım ki, binaların üzerindeki bu ve benzeri Masonik simgeler mutlaka o binada bir Mason locası olduğu anlamına gelmiyor. Kimi zaman sahibinin, kimi zaman da yapan mimarın Mason olduğunu ifade etmek için konmuş olabiliyor.

Barselona, Mason simgeleri ile dopdolu bir şehir. Belki de Masonluk konusunda bu kadar çok, gizli ya da açık, sembol olan bir başka şehir yoktur. Bunu fark etmem konusunda en önemli etken, Barselona’ya gitmeden önce edindiğim bir kitap oldu. Kitap, şehir ile ilgili başka pek çok ayrıntı dışında, bu konuda ilginç bilgiler ve adresler veriyordu. Ben de, kaldığımız sekiz gün boyunca şehirde gezerken, bir yandan da belirtilen işaretleri izlemeye çalıştım. Kimi açık seçik bir şekilde ortada idi. Kimisini arayıp, bulmak vakit aldı. Eminim, daha birçok benzer işaret vardır.

Az bildiğim ya da doğrulayamadığım konularda bilgi vermekten, ukalalık taslamaktan korkarım. Öyle bir konuma asla düşmek istemem. Konu Masonluk olunca durumun, konunun özü itibariyle, daha da hassas ve benim için doğrulanması zor olduğu bir gerçek. Bu nedenle, Barselona’da gördüğüm söz konusu işaretleri, Masonik anlamlarına girmeden, sadece belirtmekle yetineceğim. Bu sembollerin ne anlama geldiğini merak edenler için internette, Türkçe ve yabancı dillerde, birçok site var. Arzu edenler buralara bakabilir. Bilenler zaten biliyordur…

Barselona’nın Masonluk ile ilişkisi yüzyıllar öncesine, onun dayandığı temel olarak kabul edilen Tapınak Şövalyeleri’nin şehir ile tarihsel bağlarına dayanıyor. Bunu öğrenmek, şehirdeki çok sayıda Mason izlerini anlaşılır kılıyor. Her ne kadar Masonluğun İspanya’ya Napolyon döneminde geldiği belirtilse de, belli ki bu tarihsel temel yayılmasında ve benimsenmesinde önemli rol oynamış. Günümüzde, İspanya’da en fazla sayıda (1500’ün üzerinde) Masonun Barselona’da yaşadığı belirtiliyor.

Tapınak Şövalyeleri’ni ilk olarak, Umberto Eco’nun unutamadığım kitabı, Gülün Adı ile öğrendim. O dönem, beni kitaptan sonra müthiş bir hayal kırıklığına uğratan film henüz çekilmemişti. Herkesin elinde Şadan Karadeniz’in çevirdiği kitap vardı. Bu son derece akıcı ve heyecan dolu kitabın kalın olmasından ve arkasındaki açıklamalardan ürkenler ise, film çevrildikten sonra kitabı kendileri de okumuş gibi yapmaya kalktılar. Sonuç çok patetik olmuştu çünkü, film kitabın hem çok kısaltılmış hem de epeyce değiştirilmiş bir haliydi…

Gülün Adı kitabını ben İngilizce olarak okumayı tercih etmiştim. Bu da okuyucunun daha çok çaba göstermesini gerektiriyordu çünkü, Türkçe çevirisinde olduğu gibi ayrıntılı ek bilgiler ve açıklamalar içermiyordu. Şadan Karadeniz bence okura büyük bir destek sağlamıştı. Belki de, Türk okurun bu çabayı göstermeye yanaşmayıp, kitaptan mahrum kalmasına gönlü razı olmamıştı. Durum bu olunca, kitapta geçen tüm tarihsel kişilerin, grupların ve olayların arka yüzünü benim araştırıp, bulmam gerekmişti. Bu süreç günümüzde, büyük bir iş gibi görünmeyebilir ama, otuz küsur yıl öncesinden söz ediyorum. İnternetin henüz olmadığı, bilgiye iki tuş tıkırdatarak erişilemeyen zamanlardan… Yani, bir şeyi öğrenmek için ansiklopedi ya da kaynak kitaplara dalmayı gerektiren, “internet öncesi” çağlardan… Ancak, araştırma kısmı en az kitabın kendisi kadar keyifli olmuştu benim için. Tapınak Şövalyeleri Eco’nun Foucault’nun Sarkacı kitabında tekrar karşıma çıktığı zaman, konuya artık çok daha aşina idim.

Tapınak Şövalyeleri, 1119 yılının Noel günü, Kudüs’teki Kutsal Kabir Kilisesi’nde kurulmuş bir tarikat. Kendilerine karargah olarak, Hz. Süleyman’ın iki bin yıl önce yaptırdığı ünlü Kutsal Tapınağı seçen ve ismini buradan alan bu savaşçı şövalyeler, o dönemde Kutsal Topraklara hacca giden hacıları ve kutsal mekanları koruma görevini üstlenmiş. Üzerinde kırmızı bir haç olan bembeyaz tunikleri ile Tapınak Şövalyeleri, özel hayatlarında son derece sade ve tutumlu olmalarına karşın, yıllar içinde, Avrupa’nın hükümdarlarından ve zenginlerinden aldıkları mal, mülk ve para bağışları ile çok zenginleşmişler. Giderek, Londra ve Paris’ten Orta Doğu’ya kadar uzanan, büyük bir mali güç haline gelmişler. Belki de bu nedenden ötürü, Tapınak Şövalyeleri’nin sonunu getiren, savaştıkları Müslümanlar değil, Papa’nın da onayı ile, Hristiyanlar olmuş. Kafirlik, puta tapınma, büyücülük, eşcinsellik gibi suçlamalarla karşı karşıya kalıp, öldürülmüşler. Topraklarına ve mallarına el konmuş. Son olarak, 1314 yılında son Büyük Üstatları yakılarak, öldürülmüş.

Tapınak Şövalyelerine indirilen darbenin üzerinden 700 küsur yıl geçmesine rağmen, hem kendileri hem de yok edilişleri ile ilgili esrar perdesi hala ilgi çekiyor. Bu konuda pek çok kitap yazılıyor, film çekiliyor. Hatta, son yıllarda video oyunları bile yapılmış. Bazı uzmanlara göre, onların Doğu’da uzun süre kalmaları, Kabala ile, gizli bilgi ve güçlerle temas etmelerine yol açmış. Hz. Süleyman’ın Tapınağının altını kazıp kazmadıkları, burada “Kutsal Kâse”yi, Hz. İsa ve onun bırakmış olabileceği bir mesaj ile ilgili şeyler bulup bulmadıkları hala belli çevreleri meşgul ediyor. Bir başka konu da, onları koruması gereken Papa’nın niçin, Fransa Kralının tarikatı yok etme taleplerine sesini çıkarmadığı ile ilgili. Onların gerçekten suçlu olduklarına inandığı için mi, yoksa onlara ihanet ettiği için mi? 2007 yılında Vatikan’a ait Gizli Arşivde bulunan bir belge, Papa’nın Tapınak Şövalyelerinin suçsuz olduğunu bildiğini ve onlara ihanet ettiğini ortaya koymuş. 1308 tarihli bu belgede, Papa adına şövalyeleri sorgulayan üst düzey Vatikan temsilcilerinin onları suçsuz bulduğu belirtiliyormuş.

Büyük Üstat, Jacques de Molay’ın 1314 yılında Paris’te yakılmasından sonra, Tapınak Şövalyeleri değişik ülkelerde, değişik isimler altında varlıklarını sürdürmüşler. Farklı topluluklar kökenlerinin bu şövalyelere dayandığını iddia etmiş. Bu arada Masonlar da, özellikle Hz. Süleyman’ın Tapınağı ile ilgili sırların ve bilgilerin, Tapınak Şövalyeleri aracılığıyla, kendilerine geçtiğine inanmışlar.

İspanya, İber yarımadasının Araplardan kurtarılması için verilen uzun mücadeleye katkılarından dolayı, Tapınak Şövalyelerine daima kucak açmış. Öyle ki, tarikat üyeleri Fransa’da kafirlik ve diğer suçlardan suçlu bulunurken, Papa’nın baskısı ile Aragon’da yapılan duruşmalarda, Kralın etkisi ile, suçsuz ilan edilmişler. Ayrıca, Kral II. Jaume (James) Tapınak Şövalyelerinin Aragon ve Valensiya’daki arazi ve mallarının, Papa’nın istediği şekilde, Hospitaller tarikatına devredilmesine karşı çıkmış. Onun yerine, tüm malları, Papa’yı ikna ederek kurduğu Montesa tarikatına devrettirerek, Tapınak Şövalyelerinin başka bir ad altında birkaç asır daha varlıklarını sürdürmelerini sağlamış. Böylelikle, Tapınak Şövalyeleri sınırları Araplara karşı korumaya devam etmiş ve 1492 yılında kesin zaferin kazanılmasında da büyük rol oynamışlar.

Barselona, Tapınak Şövalyeleri için daima önemli bir şehir olmuş. Liman kontrolünü ellerinde tutmaları onların hem Kutsal Topraklarla hem de diğer Akdeniz bölgeleri ile yakın ilişkide olmalarına olanak sağlamış. Giderek, çok da zenginleşmişler. Günümüzde, şehrin eski bölgesinde onların izleri hala var. Belli bir bölgedeki, Carrer dels Templers, Carrer del Palau gibi sokak isimleri daha önce burada bulunan, tarikata ait manastır, mezarlık ve malikâneleri çağrıştırır nitelikte. Şövalyelerin bir dönem, şehrin Yahudi bölgesi El Call tarafında da çok sayıda mal ve mülkü varmış. Varlıklarını buralara yayarak, Yahudileri kontrol altında tutmayı da hedeflemişler.

Carrer del Timo, 3 adresinde, şu anda demir parmaklık ile kapatılmış kısa bir çıkmaz sokağın sonunda, tuğla örülmüş bir kapı var. Buranın, 1859 yılında şehir genişletilirken yıkılan, Tapınak Şövalyelerine ait karargah ve manastırdan geriye kalan tek kalıntı olduğu belirtiliyor. Bu kapı, Kralın izni ile yapılmış özel bir geçite açılırmış ve buradan Romalılardan kalan surların Regomir’deki kapısına ulaşılırmış. Bir görevleri de şehri korumak olan Tapınak Şövalyelerinin Barselona’daki yerleşim bölgelerinin surların dibinde olması doğal.

Tapınak Şövalyeleri’nin Karargahından Kalan Kapı.

Tapınak Şövalyeleri’nin, karargahlarının avlusundan doğrudan girebildikleri bir de kiliseleri varmış. 1246 yılında, Piskoposun özel izni ile inşa edilen bu kilise şimdi, bir başka kilisenin bir parçası olarak, Carrer d’Ataulf, 4 adresinde bulunuyor. Biz bu kiliseyi, biraz aradıktan sonra bulduk. Ancak, kapalı olduğu için, sadece dışarıdan görebildik. Okuduğuma göre, 1312 yılında Papa Clement V Tapınak Şövalyeleri tarikatını lav edince, şehirdeki tarikata ait tüm kiliselerin çanları kırılmış. Bir tek bu kilisenin çanına dokunulmamış. Bunun nedeninin, kapının üstünde yazılı olan Domus Dei et Porta Coelis (Tanrının Evi ve Cennetin Kapısı) ibaresi olabileceği belirtiliyor.

Tapınak Şövalyeleri’nin Kilisesi

Bir önceki yazımda sözünü ettiğim Frederic Mares Müzesi’nin bodrum katında, Tapınak Şövalyeleri’nden kalmış bir başka kalıntıya daha rastladık. Burada, tarikatın Carrer dels Templers, 1 numaradaki, çoktan yok olmuş, bir yerleşim yerinin kapısını gördük.

Carrer dels Templers 1 Adresinin Kapısı-Frederic Mares Müzesi

Daha önce belirttiğim gibi, Tapınak Şövalyeleri ile tarihsel bağları olan Barselona’da Masonluğun kabul görmesi ve yayılması çok zor olmamış. Napolyon’un ordusu 1808 yılında İspanya’yı fethettiği zaman, ülkede çeşitli localar hemen faaliyete geçmişler. Napolyon’un İspanya Kralı yaptığı kardeşi Joseph Bonapart’ın o sırada Fransız Masonlarının Hâkim Büyük Genel Müfettiş’i olması da bu konuda önemli bir etken olmuş.

İspanya’nın tamamı ile birlikte, Barselona’da da Masonluk çok hızlı yayılmış. O dönem, şehrin yönetici sınıfından ve zengin ailelerinden pek çok kişi Mason localarına katılmış. Sadece bununla da kalmamış. Müzisyenlerin, sanatçıların ve mimarların arasında da Masonluk yaygınlaşmış. Özellikle mimarların bazıları, eserlerine Masonlukla ilgili işaretleri koymayı da ihmal etmemişler.

Park Güell

Barselona denilince ilk akla gelen mimar olan Gaudi’nin de Mason olduğu konusunda kuvvetli iddialar bulunuyor. Bir kesim bu olasılığı reddetse de, biyografisini yazan yazarların görüşü bu yönde olmuş. Özellikle, Carandell isimli yazar, ulaşabildiğini iddia ettiği İşçi Loca’sının kuruluş belgesinde Gaudi ve velinimeti Eusebi Güell’in isimlerinin olduğunu belirtmiş. Bu iddianın en kuvvetli kanıtı, Gaudi’nin Eusebi Güell’in isteği üzerine yaptığı Park Güell’in girişinde bulunuyor. Ana giriş olan Carrer d’Olot kapısının yakınında, parkı çevreleyen duvarın üzerinde, ALABA POR yazısı bulunuyor. Bu yazının LABOR PAA ifadesinin bir anagramı olduğu belirtiliyor (1). 1871 tarihli bir Mason el kitabına göre, PAA ( Principal Asamblea Auspiciada) “misafirhane” ya da “loca” demekmiş. Bu durumda, ALABA POR yazısı İşçi Loca’sını ifade ediyor. Ayrıca, parkı çevreleyen duvar boyunca on dört kere yazılı olan “Park” kelimesindeki “P” harfinin ortasındaki beş köşeli yıldızın, Masonlar tarafından sıklıkla kullanılan ezoterik sembol olduğu söyleniyor. Bir diğer nokta da, “Park” kelimesinin Katalanca olması gerektiği gibi “c” ile değil, İngilizcede olduğu gibi “k” ile yazılmış olması. Bunun da, Masonluğun ana vatanı İngiltere’ye bir gönderme olduğu düşünülüyor.

Gaudi ile ilgili bir başka iddia da, onun Masonluk derecesi ile ilgili. Kendisinin, otuz üç Mason derecesinden on sekizincisi olan, Güllü Haç Şövalyesi olduğu ve Sagrada Familia’da buna bir gönderme yaptığı belirtiliyor. Güllü Haç Şövalyesi derecesinin simgesi kabul edilen pelikanı Sagrada Familia’da hemen fark etmek mümkün değil. Hatta aşağıdan baktığınızda hiç görünmüyor. Oysa Gaudi onu, ünlü “Sonsuzluk Ağacı”nın hemen altına yerleştirmiş. Görebilmek için tam karşıdaki parktan bakmanız gerekiyor.

Sagrada Familia

Sonsuzluk Ağacının Altındaki Pelikan

Gaudi ile ilgili yazdığım yazımda, onun genç bir mimar olarak yaptığı sokak lambalarından söz etmiştim. Kendisi, Barselona Şehir Konseyi’nden bu siparişi mezun olmadan ve mimar Josep Fontserè ile çalışmaya başlamadan önce almış. Bir Mason olan Fontserè’nin, genç Gaudi’nin söz konusu siparişi alması konusunda etkisi olduğu düşünülüyor. Ayrıca, Plaça Reial’deki lambaların (1879) konumunun iki önemli Mason Locasının arasında olmasının da, Gaudi’nin Masonluğu ile ilgili olduğu ifade ediliyor. Daha sonra yaptığı, Pla de Palau’daki lambaların (1890) üst kısmındaki birbirine sarılmış yılanlar ise, daha belirgin bir Masonik ifade olarak kabul ediliyor.

Gaudi’nin Lambaları-Plaça Reial

Gaudi’nin Lambalarından Biri-Pla de Palau

Parc de la Ciutadella, Barselona’nın turistler açısından önemli ziyaret mekanlarından birisi. Sadece turistler için değil, sandalla gezilebilen göleti, hayvanat bahçesi, portakal ve palmiye ağaçları ile birlikte, Barselonalılar için de boş vakitlerini geçirebilecekleri, hoş bir park. Burada bir zamanlar, 1715-1720 yılları arasında Felipe V tarafından yaptırılmış bir kale varmış. Bir dönem hapishane olarak da kullanılan kale, 1888 Dünya Fuarı için park haline getirilmek üzere, birkaç binası dışında, yıkılmış.

Yapımında birçok mimar ve sanatçının katkısı olan Ciutadella parkının odak noktası, hiç şüphesiz, kuzeydoğu yönünde bulunan görkemli çeşme ve önündeki yarım ay şeklindeki havuzu. Yapımına 1875 yılında başlanan bu çağlayanlı çeşmenin tasarımı, Josep Fontserè’e ait. Yukarda Mason olduğunu belirttiğim Fontserè, projesi ile açılan yarışmada birinci olunca, genç mimarlarla birlikte çalışmaya başlamış. Onlardan birisi olan Gaudi’ye ise, hepsinden daha fazla yaratıcılık ve katkı yapma olanağı tanımış.

Parc de la Ciutadella

Başta konumu olmak üzere, çağlayanlı havuzda pek çok özelliğin Masonik simgelere işaret ettiği kabul ediliyor. Bunlardan ilki, söz konusu anıt ve havuzun, tüm Mason locaları gibi, doğu-batı ekseninde yer alıyor olması. Onun dışında, üçüncü kat çağlayanın ardındaki mağara (maalesef günümüzde, Gaudi’nin planladığı gibi içine girip, akan suyu izleyemiyorsunuz) da Masonluğa gönderme olarak tanımlanıyor. Parkın diğer bir noktasındaki Plazoleta Aribau olarak adlandırılan terasta da yine Gaudi tarafından konmuş, taş kaide, beş köşeli yıldız, akasya ağacı gibi Masonlukta özel anlamı olan sembollere dikkat çekiliyor.

Parkın çevresindeki demir parmaklıkların da Gaudi’nin eseri olduğu biliniyor. Toplam 132 sütun ve 7 kapısı olan bu parmaklıkların üç adet ana kapısı bulunuyor. Bu kapılarda, büyük beyaz cam kürelerle korunan lambalar var. Üzerlerinde arması bulunan Kral Jaume, daha önce belirttiğim gibi, aynı zamanda, Masonların atası kabul edilen Tapınak Şövalyeleri’nin koruyucusu.

Parc de la Ciutadella’nın Giriş Kapılarından Biri

Modernist mimarlardan Joan Rubió i Bellver, Gaudi’nin öğrencilerinden birisi. 1905 yılına kadar birlikte birçok projede çalışmışlar. Bunların arasında Gaudi’nin Sagrada Familia, Casa Batlló, Casa Calvet, Park Güell ve Mayorka Katedralinin restorasyonu gibi belli başlı eserleri de bulunuyor.

Pont del Bisbe

Barselona’nın gotik bölgesindeki ünlü ziyaret noktalarından birisi, Carrer del Bisbe, 1 adresindeki Pont del Bisbe (Piskoposun Köprüsü). Plaça de Sant Jaume’dan Katedrale doğru giderken altından geçeceğiniz bu neo-gotik tarzdaki köprü çok eski gözükse de, aslında 1928 yılında, mimar Joan Rubió i Bellver tarafından yapılmış. Köprü, Katalonya hükümet binası Palau de la Generalitat ile, hükümet başkanının resmi ikametgahı Casa dels Canonges’u birleştiriyor. Aslında Bellver’in arzusu, bu civarda gotik mimariden esinlenerek bir dizi bina yapmak imiş ancak, projesi Şehir Konseyi tarafından kabul edilmemiş. Sonunda, sadece bu köprüyü yapabilmiş.

Pont del Bisbe

Pont del Bisbe ile ilgili birçok efsane türetilmiş. Bunlardan biri, köprünün altından geri geri yürüyerek geçerseniz, dileğinizin gerçekleşmesi üzerine. Tüm bu söylentiler bir yana, aslında köprü başka yönlerden dikkat çekici. Gaudi gibi Mason olan Bellver, köprünün altına Masonlukla ilgili simgeler koymayı ihmal etmemiş. Çoğu insanın fark etmeden, hatta bakmadan geçip gittiği bu simgelerin bazılarını açık seçik görmek mümkün. Bunların başında, Masonluğa giriş törenine (Tekris Töreni) bir gönderme olan ağzında hançer ile bir kurukafa ve yine yaygın bir sembol olan akasya yaprakları var. İbis kuşu ve T (tau) harfleri belirtilen diğer semboller. Çevredeki duvarlarda da başka semboller var. Ancak ben, orada olduğu söylenen beyaz eldiveni bir türlü bulamadım. Eğer giderseniz, belki siz görebilirsiniz.

Pont del Bisbe’nin Altındaki Semboller

Barselona’da bir de Çikolata Müzesi (Museu de la Xocolata) var. Kakao ve çikolata, Güney Amerika ile tarihsel bağları nedeniyle, Barselona ile oldukça ilintili ürünler. Müze çok büyük olmamakla beraber, Güney Amerika’da kakao bitkisinin keşfinden başlayarak, Barselona’da icat edilmiş ilk çikolata makinalarını, çikolata ile ilgili gelenekleri, sıcak çikolata fincan ve cezvelerini kapsıyor. Ayrıca, her yıl pastacılar arasında yapılan, çikolatadan heykel yarışmasının ürünlerinden örnekler de var.

Çikolata müzesinin de içinde bulunduğu Sant Augusti Manastırı (Carrer del Comerç, 36), 14. yüzyıldan kalma bir yapı. Tarihte birkaç kere yıkılıp, yeniden yapılmış. İç Savaş sırasında ağır hasar almış. Günümüzde, binanın kalan bölümlerinde bir sanat merkezi ve belediyeye ait ofisler bulunuyor. Manastır, Napolyon işgali sırasında kışla olarak kullanılmış. Binaya Mason sembolleri de o dönemde eklenmiş. Bunların bir kısmı zamanla kaybolmuş olsa da, kapı üstlerindeki gönye, pergel, akasya ağacı ve üç sütun işaretlerini açıkça görmek mümkün.

Sant Augusti Manastırı

Kaldığımız otele üç, dört dakikalık mesafede, Carrer de la Portaferrissa, 11 adresinde, kapı üstü alınlığında Mason sembolleri olan bir yapı vardı. Çok işlek olan bu sokakta da insanlar çoğunlukla, bu apaçık simgeleri fark etmeden yürüyüp, gidiyorlardı. Barselona’dan ayrılmadan çok kısa bir süre önce, bu kez elimde adres ile gittiğim zaman anladım ki, biz de birçok defa önünden geçmişiz. Oraya vardığım zaman, tesadüfen, yerli halktan birisi de arkadaşına o sembolleri gösteriyor ve açıklamalarda bulunuyordu.

Carrer de la Portaferrissa 11

Günümüzde bir öğrenci yurdu olan bu binanın on dokuzuncu yüzyıl sonları ile yirminci yüzyıl başlarında büyük olasılıkla bir Mason locasına ait olduğu belirtiliyor. Şehir Arşivlerindeki kayıtlara göre yapım izni 1867 yılında alınmış. Mimarı ise, Domingo Sitjas. İzin belgesinde kapı üstündeki heykellerin belirtilmemesi binanın, o dönem şiddetli bir şekilde anti-Mason tavır içinde olan kilisenin ve yönetimin dikkatinden kaçmasını sağlamış. Bu sayede, yıkılmaktan kurtulmuş.

Kapılarda Yıldız İşaretleri…

Kapının üstündeki heykel grubu, şüpheye yer bırakmayacak şekilde Masonluğa dair göndermelerle dolu. İki çocuk, aralarına yığılmış ve üstünde bir üçgen olan tuğlalara yaslanıyorlar. Sağdaki çocuk sağ eliyle üçgeni tutuyor. Sol elinde ise, iki tane cetvel var. Sol taraftaki, tuğla yığınına yaslanmış çocuğun sol elinde bir mala, sağ elinde bir pergel görülüyor.

Barselona’ya gidip de, yolu Plaça de Catalunya’dan geçmemiş kimse yoktur herhalde. Şehrin eski bölgesi Barri Gotic’ten Eixample’ye doğru giderken geçmeniz kuvvetle muhtemel, ünlü La Rambla’nın ucundaki geniş meydandır orası. Her daim fotoğraf ya da selfie çeken turistlerle dolu bir yer. Günün saatine göre, işe giderken ya da dönerken meydanı hızlı adımlarla arşınlayan Barselonalıları da görmek mümkün orada.

Plaça de Catalunya

Plaça de Catalunya’nın yapımı için, 1862 yılında Şehir Konseyi tarafından planlamalar başlamış. Ancak, araya giren 1888 Dünya Fuarı nedeniyle, çalışmalar 1889 yılında başlamış. Meydanın yapımı birkaç kere metro inşaatı gibi pratik ya da siyasi nedenlerle kesintiye uğramış. Bu kesintilerin sonucunda, meydanın bugünkü haline gelmesinde birçok mimar çalışmış. İlk projenin sahibi Pere Falques de dahil olmak üzere, bunların bazılarının Mason oldukları biliniyor. Plaça de Catalunya, 2 Kasım 1927 yılında, Kral XIII. Alfonso tarafından açılmış.

Meydanın ortasında durduğunuz zaman, tam olarak algılayamasanız da, yerde kocaman bir tekerlek olduğunu fark edebiliyorsunuz. Tam olarak görebilmek için çevredeki yüksek bir yerden bakmanız ya da şimdilerde çok moda olan drone’la çekim yapmanız gerekli. Ben ikisini de yapamadığım için, buraya internetten bulduğum bir resmi koyuyorum. Bilmem, şekil size bir şey hatırlattı mı?

Plaça de Catalunya Kaynak: Mülkiyehaber.net, Murat Sevinç (18/07/2017)

1905 yılında, Şikagolu bir Mason olan avukat Paul Harris, üç arkadaşı ile birlikte, elit bir organizasyon kurmuş. Bu nedenle Masonluktan çıkarılmış çünkü, Rotary adını alan bu kulübe üye olmak için belli maddi koşulları yerine getirmek gerekiyormuş. Eşitlik konusunda hassas olan ve sosyal sınıfa, statüye bakılmaması gerektiğini savunan Masonlar için bu, kabul edilemez bir ön şartmış.

Kulübün amblemi başta basit bir tekerlek olarak tasarlanmış. Daha sonra farklı şubeler açıldıkça, her şube kendi amblemini kullanmış. 1922 yılında tek bir amblem kullanılması ve tekerleğin dışına dişliler eklenmesi kararlaştırılınca, günümüzde kullanılan Rotary amblemi ortaya çıkmış. Catalunya Meydanındaki şeklin, Rotary ambleminin eski haline benziyor olması, meydanın yapımında çalışan bazı mimarların, o sıralar Avrupa’da yaygınlaşmaya başlayan Rotary’e üye olduğu yorumuna yol açıyor.

Bıraktıkları çok sayıda ize dayanarak, Masonlar için Barselona’da hayatın her zaman kolay olduğunu düşünmeyin. Bazı dönemlerde, kilisenin de kışkırtması ile, Mason olmanın bedelini hayatları ile ödemişler. Örneğin, 1829 yılında Barselona’daki bir Mason locasının tüm üyeleri tutuklanmış, biri ölüme, diğerleri ise ömür boyu hapis cezasına çarptırılmışlar. Diktatör Franco da Masonlara karşı çok sert davranmış. Katalonya’nın son Cumhuriyetçi devlet başkanı Lluis Companys Mason olduğu için, 15 Ekim 1940’da, General Franco’nun emri ile kurşuna dizilmiş. Öte yandan, günümüzde Franco’nun Masonlara karşı bu düşmanlığının çok kişisel olduğu belirtiliyor. Erkek kardeşi Mason olan Franco, 1932 yılında Madrid’de iki kere farklı Mason localarına girme teşebbüsünde bulunmuş. Ancak, kendisini “dürüst ve iyi ahlaklı” bulmayan kardeşinin kefil olmaması üzerine kabul edilmemiş.

Barselona üzerine bu sonuncu yazımı da yine bir lokanta ile bitirmek istiyorum. Ancak, bu herhangi bir lokanta değil… 7 Portes Restaurant, konumuz ile yakından ilintili… Buraya gelip, yemek yiyen çoğu insan farkında olmasa da…

182 yıllık 7 Portes Restaurant ve bulunduğu binanın ilginç özellikleri var. Binayı yaptıran Josep Xifré i Casas (1777-1856), Küba’dan Amerika’ya şeker kamışı ihraç ederek büyük bir servet edinmiş bir İspanyol (bazı kaynaklarda Katalan olduğu belirtiliyor). Daha sonra gittiği New York’da servetine servet kattıktan sonra, 1831 yılında Barselona’ya gelmiş ve parasını burada gayrimenkul ve bankacılığa yatırmış.

Porxos d’en Xifré

Bir Mason olan Xifré, Barselona’ya yerleştikten bir süre sonra, mimarlar Josep Buixareu ve Francesc Vila’dan, Passeig Isabel II caddesinde çok büyük bir bina yapmalarını istemiş. Özel isteği binanın, Paris’teki Rue de Rivoli’de olduğu gibi revaklı (portico) olması imiş. Bu nedenle bina, Porxos d’en Xifré olarak da anılır olmuş. Burası aynı zamanda, Barselona’da ilk musluktan akan suyu olan ve ilk fotoğrafı çekilen yapı imiş. Pablo Picasso da, 1895 yılında ailesi ile birlikte Barselona’ya taşındığı zaman, binadaki apartman dairelerinden birinde oturmuş.

Binada Xifré’nin hem evi ve ofisi hem de lüks bir kafe bulunuyormuş. Café de les 7 Portes adını yapının yedi kapısı olmasından almış. Sekizinci kapı ise, hizmetliler ve malzeme taşınması için planlanmış. Sonraki yıllarda bir restorana dönüşen kafe başından beri Barselona’daki Masonların buluşma yeri olmuş.

Restorana gitmeden önce, şehirde gezerken karşımıza iki kere çıkan bu bina oldukça etkileyici. İlkinde, sahilden Parc de la Ciutadella’ya giderken ansızın karşımıza çıktı. Yaptığım okumalardan bildiğim için, görür görmez tanıdım onu. İkincisinde ise, Santa Maria del Mar kilisesini gezdikten sonra sahile doğru yürürken, yakınına çıktık.

Mimari olarak, Hz. Süleyman’ın tapınağından ilham alındığı söylenen binanın her yanı Mason işaretleri ile dolu. Sütunlardaki astrolojik işaretler, üçgen, mala birbirine sarılmış yılan işaretleri, akasya dalları, ayrıca bina köşelerindeki duvar yapan çocuk rölyefleri… Hepsi birer gönderme. Restoranın içi de, Mason localarının karakteristik siyah beyaz yer karoları ve akasya dalı ile aynı şekilde çağırışım yapıyor.

7 Portes’e rezervasyonsuz gitmek riskli olur. Bizim rezervasyonumuz olduğu halde, dışardaki masalarda bir süre beklememiz gerekti. İçerde de, ana salon yerine arka salona oturtulduk. Dekorasyon ve servis açısından bir fark olmasa da, ön tarafı tercih ederdim doğrusu. Hele bir de piyano sesi gelmeye başlayınca, içim gitti. Burası, kuruluşundan beri ressamların, ünlülerin geldiği bir yer olmuş. Onların restoranda oturdukları noktalarda, tanıdık pek çok kişinin imzası ya da fotoğrafı var. Ben de arkamdaki duvarda Marcello Mastroianni ve Catherine Deneuve’ün imzaları ile o masada oturdukları ibaresini görünce, konuyu daha fazla dert etmemeye karar verdim. Ayrıca imza ve afişlerin dışında, arka salonun duvarlarındaki orijinal tablolar da ana salonu aratmıyordu. Restoranın önemli bir özelliği de, kendisine ait geniş bir resim koleksiyonu olması.

Yemeklere gelince… Bir şişe güzel Katalan şarabı eşliğinde yediğimiz karidesli bezelye çorbası, deniz ürünlü paella ve tatlı olarak Crema Catalana enfesti…

_______________________________________________________________

(1)- Anagram, bir sözcüğün veya sözcük grubunun harflerinin değişik sıralanarak başka bir sözcüğü veya sözcük grubunu oluşturmasıdır. Çoğunlukla, özel adların saklanması veya şifre amacıyla kullanılan bir yöntemdir.

YARARLANILAN KAYNAKLAR:
1- “Secret Barcelona”, Rocio Sierra Carbonell, Carlos Mesa, (2015).
2- “The Templars- History and Myth”, Michael Haag, (2009).

Not: Metin içinde altı çizilmiş kelime veya cümlelere tıklarsanız, konuyla ilgili daha eski yazılarıma ulaşabilirsiniz.