Yine Yeniden Çanakkale (1): Assos

Yaşamın hızı yazı yazmanın hızını kat kat aşınca, günlükler de bloglar da geri kalıyor. Bir de bakıyorum, hakkında yazmak istediğim bir sürü yere gitmişim, bir sürü bilgi, belge ve fotoğraf biriktirmişim ama, hiçbirini yazamamışım. İşte bu yazı ile başladığım seri de o geriden gelenlerden birisi. Yaklaşık iki sene önce gittiğimiz Çanakkale ve çevresine ertesi sene tekrar gittik. Amacımız, o muhteşem Troia Müzesi’nde gördüğümüz harika eserlerle aklımıza düşen yörenin diğer antik ören yerlerini mümkün olduğunca gezmekti. (Troia Müzesi hakkındaki yazıma bağlantıya tıklayarak erişebilirsiniz). Elbette bu kez de hepsine gidemedik çünkü, Çanakkale ülkemizde sınırları içinde en çok antik kent bulunan illerimizden biri. Farklı kaynaklara göre 200’den fazla oldukları belirtilen bu antik kentlerin büyük çoğunluğu günümüzde 18 Mart Üniversitesi tarafından kazılıyor.

Gezeceğimiz ilk antik kentin Assos olmasına karar vermiştik. Assos’un zaman zaman tek “s” ile yazıldığını da görebilirsiniz. Bu genellikle, Türkçe olarak bu yöre için kullanılan isim. Ancak, antik kentin doğru yazılışı Assos. Günümüzde antik kentin bulunduğu köyün adı ise, Behramkale. Köyün Assos antik kenti ile iç içe olması nedeniyle burası aynı zamanda, antik çağlardan beri insan yaşamının devam ettiği bir yerleşim yeri olma özelliğini de taşıyor.

Assos antik kentindeki Athena Tapınağı‘ndan Midilli‘ye (Lesbos) bakış
Assos antik kenti ile iç içe olan Behramkale yüzünü karaya dönmüş

Assos ve Behramkale, denizden 236 metre yükseklikte, volkanik bir tepe üzerine kurulmuş. Söz konusu tepe, Antik Çağ’da adı Satnioesis olan, yakındaki Tuzla Çayı’nın adeta denize kavuşmasını engelliyor. Çay, batıya doğru kıvrılıyor ve ileride Ege Denizi’ne dökülüyor. Gerek antik kentte gerekse köyde yapılar andezit denilen, yine volkanik oluşumlu taşlardan yapılmış. Buralara en son gelişimin üzerinden neredeyse otuz sene geçmiş. Sanırım o zaman, ülkenin genel durumu da çok fazla gelişmiş olmadığı için, beni Behramkale köyünün hali bu sefer olduğu kadar çarpmamıştı. Daha doğrusu, köyün hali yerine köyün halkı demem daha doğru olacak. Koruma altındaki köyde, köy halkının oturduğu evler dışında, çoğunluğu İstanbullu zenginlere ait, çok güzel taş evler var. Bunların bir kısmı otel aynı zamanda. Taş döşenmiş ara sokakların çok dar ve yer yer dik olmalarının dışında bir sorun yok. Ancak, köy halkını bu devirde ve özellikle Ege’de görmeye alışkın olmadığımız kadar gelişmemiş görmek beni çok şaşırttı. Giyim kuşamları ve hal tavırları ile, Türkiye’nin epeyce eski dönemlerinden kalmış gibiydiler. Doğu veya Güneydoğu’da görsem belki yadırgamayacağım kıyafetler içinde olmaları ve üstelik onca gelen yerli ve yabancı ziyaretçiye karşın, değişmek ister gibi bir hallerinin olmaması beni etkiledi. Denizden çok da uzak olmamalarına rağmen, Ege kıyılarının ahalisinden epeyce farklıydılar.

Behramkale‘nin dar sokakları ve otelimize gidiş

Assos antik kenti denize ve hemen karşısındaki Midilli adasına doğru bakan bir konumda. Osmanlı döneminde, antik kent surları içinde kurulan Behramkale köyü ise, tepenin karaya bakan tarafında kurulmuş. Denize yakın ama aynı zamanda denizden kopuk. Köyün limanı, antik çağlarda olduğu gibi, tepenin dibinde. Yukarıda belirttiğim gibi, köy koruma altında ama, bu tip yerlerde sıkça rastlandığı üzere, dikkatli bakınca yasak ve kısıtlamaları delen yapı örnekleri görmek mümkün. Behramkale’de bizim kaldığımız Nar Konak ise, bu gibi yerlerde başarılı restorasyonlarla eski yapıların turizme kazandırılması konusunda örnek olabilecek bir işletme. Sahipleri olan çift, profesyonel bir kariyerden sonra, 2013 yılında bu tarihi binayı almış ve restore etmiş. Taş binanın ve beş seviyeye yayılan bahçesinin her köşesi ince dokunuşlarla dekore edilmiş. Konaktaki beş odanın ayrı girişleri var. Oda-kahvaltı hizmeti verilen işletmede sabahları kahvaltınızı bahçede bir zeytin ağacının altında veya taşlık bölümde yapabilirsiniz. Biz gittiğimiz zaman otel boş olduğu için, dilediğimiz yeri seçme şansımız da oldu. Bahçenin geceleri de bambaşka bir ambiyansı var. Gecenin sessizliğinde, ay ışığı ve yıldızların altında tepedeki Hüdavendigar Camii’ni seyretmek çok güzel.

Nar Konak ince ayrıntılarla dolu

Gittiğimiz ilk akşam limandaki Uzun Ev’de yemek yedik. Gerek restoranın konumu gerekse yemeklerden başta memnun kaldık. Yerken her şey gayet lezzetli geldi. Ancak daha sonra, gece, eşimin de benim de midelerimizdeki ağırlık rahatsızlık verdi. Bu durumlara karşı, yıllardan beri  yurt içi ve yurt dışı gezilerde yanımdan ayırmadığım Alka Seltzer benim için yine kurtarıcı oldu. İçki ve fazla yemek sonrası, bir bardak suya attığım iki tablet bana hep iyi gelir.

Otelin bahçesinde, ay ışığı ve yıldızların altında tepedeki Hüdavendigar Camii‘ni seyretmek çok güzel

Köyden restoranların bulunduğu liman bölgesine yürüyerek de inmek mümkün ama, doğrusu bunu önermem. Her şeyden önce, çok yakın değil. Kıvrılarak inen bir yol. İkincisi, dönüşte epeyce bir yokuş çıkmak zorundasınız.

İlk akşam yemek yediğimiz Uzun Ev köyün aşağısındaki liman bölgesinde
Yahya Usta‘dan dondurma yemeyi de ihmal etmedik

 Liman bölgesi, bölgenin coğrafi yapısı gereği çok dar bir alan. O nedenle, park yeri bulmak bir hayli zor. Neyse ki, restoranlar bu konuda yardımcı oluyorlar. Rezervasyon yaptırırken sormakta yarar var. Bu bölgede son yıllarda yeni oteller açılmış. Mimari açıdan çevrenin dokusu ile uyumlu, gözü rahatsız etmeyen yapılar bunlar. Ancak, mendireğin üzerine yürüyüp bölgeye karşıdan bakınca, hemen arkada yükselen yamaçta devlet eliyle yapılan doğa katliamı insanın hem içini kanatıyor hem de isyan ettiriyor.

Tepeden liman bölgesine bakış
Mendirekten liman manzarası ve arka tarafta devlet
eliyle acımasızca traşlanan tepe

Ertesi gün, kahvaltıdan sonra, önce Assos antik kentinin tepe noktasındaki Athena Tapınağı’nı ve onun yakınındaki Hüdavendigar Camii’ni, daha sonra da antik kentin kalanını gezmeye karar vermiştik. Kent aşağıya doğru oldukça eğimli bir yapıda. Bir kaynakta antik kentin biri tepede, diğeri aşağıda, tiyatronun olduğu bölgede, olmak üzere iki kapısı olduğunu okumuştum. Sıcakta yokuş çıkmak zorunda kalmamak için önce tapınağı gezmeye, sonra araba ile aşağıdaki kapıya giderek, kentin aşağı kısmını gezmeye karar verdik.

Hüdavendigar Camii’nin otelin bahçesinden
gündüz görünümü
14. yüzyılda yapılan caminin “son cemaat’ bölümündeki kemerleri taşıyan sütunlar ve sütun başlıkları antik kentin agora yapılarından getirilmiş

Kesin olmamakla birlikte, Assos ilk olarak M.Ö. 13. yüzyılda Hitit kaynaklarında adı geçen Assuwa ve Pedasos ile ilişkilendirilmiş. Daha doğru olduğuna inanılan bilgilere göre, kent M.Ö. 7. yüzyılda karşısındaki Lesbos (Midilli) adasında bir şehir olan Methymna’nın halkı tarafından kurulmuş. M.Ö. 6. yüzyılda (M.Ö. 560-546) Lidya Krallığı’nın, daha sonra (M.Ö. 546) bölgedeki diğer kentlerle beraber Pers Krallığı’nın hakimiyeti altına girmiş. Bu sırada, M.Ö. 540-530 yılları arasında kentin akropolünde Athena Tapınağı inşa edilmiş. Assos, M.Ö. 478 yılında Atina Deniz Birliği’ne (Attik Delos) katılmış. M.Ö. 365 yılında Pers valisi Ariobarzanes, Pers Kralı Artaxerxes’e baş kaldırınca Assos kentini kuşatmış ancak, başarısız olmuş ve yenilmiş. Bundan sonra kent, banker Euboulos tarafından yönetilmeye başlanmış. 15 yıl süren bu dönemden sonra, yönetim Euboulos’un hadım kölesi Hermias’a geçmiş. Hermias’ın bir özelliği, filozof Plato’nun  öğrencisi olması. Bu sayede, ünlü filozofun bir başka öğrencisi olan Aristotales, Hermias’ın daveti üzerine geldiği Assos’ta üç yıl (M.Ö. 348-345) kalmış. Plato’nun öğrencilerinden Erastos, Koriskos ve Ksenokrates de kendisine katılmışlar. M.Ö. 345 yılında Hermias’ın Persler tarafından öldürülmesi bu mükemmel entelektüel ortama son vermiş. Filozoflar Assos’tan ayrılmışlar.

Camide uygun olmayacağı için, Ezine yakınlarındaki bir kiliseden getirilen kapı çerçevesinin üstündeki iki haçın (sağda ve solda) yatay kolları kazınarak yok edilmiş

Ege bölgesindeki pek çok antik kentte olduğu gibi, Assos’ta Pers hakimiyetine M.Ö. 334 yılında Büyük İskender son vermiş. M.Ö. 241 yılında, kent Pergamon Krallığı’na geçmiş. Bu yönetim, M.Ö. 133 yılında Pergamon’un Batı Anadolu’daki topraklarının vasiyet yoluyla Romalılara kalmasına kadar sürmüş. M.S. 16 yılında ünlü Romalı general ve politikacı Germanicus, eşi ve ileride Roma İmparatoru olacak oğlu Caligula ile birlikte Assos’u ziyaret etmiş. M.S. 56-57’de ise, Hristiyanlar için önemli bir figür olan Aziz Paulus Assos’a gelmiş ve vaazlar vermiş. Roma İmparatorluğu’nun 395 yılında Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılmasından sonra Assos da bir Bizans kenti haline gelmiş. Ancak Bizans yönetimi 1453 yılına kadar sürecek kesintisiz bir evre olmamış. Bu dönemde Assos birkaç kez el değiştirmiş. 1080 yılında Selçuklu Sultanı Süleyman’ın Troas’ı (Çanakkale ilimizin bulunduğu bölge) ele geçirmesinden sonra, 1081-1097 yılları arasında burası Selçuklu Çaka Bey tarafından yönetilmiş. 1097 yılında şehir Bizanslılar tarafından geri alınsa da, kısa bir süre sonra, 1204 yılında, o dönemdeki adıyla, Konstantinopolis ile birlikte, Latin istilasına uğramış. 1261 yılında, Bizans topraklarındaki Latin işgalinin sona erdirilmesi ile birlikte, Assos tekrar Bizans topraklarına katılmış. Osmanlının bölge ile birlikte Assos’u alması 14. yüzyılda olmuş. Yukarıda sözünü ettiğim cami ve Tuzla Çayı’nın üzerindeki zarif köprü bu dönemde yapılmış.

Caminin, yörede aynı dönemde yapılmış benzerleri gibi, kare bir planı var

Assos antik kentinde ilk kazılar 1881-1883 yılları arasında, T. Clarke ve F.H. Bacon başkanlığında, Amerikan Arkeoloji Enstitüsü tarafından yapılmış. Uzun bir aradan sonra kazılar, 1981-2005 yılları arasında, Prof. Dr. Ümit Serdaroğlu’nun başkanlığında 18 Mart Üniversitesi tarafından yürütülmüş. Çalışmalar 2006 yılından beri, yine aynı üniversiteden Prof. Dr. Nurettin Arslan ve ekibi tarafından sürdürülüyor.

Sabah Nar Konak’ta yaptığımız güzel bir kahvaltıdan sonra, ne çok erken ne de çok geç olmayan bir saatte, Hüdavendigar Camii ve Athena Tapınağı’nı gezmek üzere yaya olarak yola koyulduk. Birbirine çok yakın olan bu iki eser, otelimizden tepeye doğru kısa bir yürüyüş uzaklığında idi. Ancak, arazinin topoğrafyası gereği, bazı yerler oldukça dik.

Cami, ören yerinin girişinin hemen yanında ama içeriden oraya geçemiyorsunuz. O nedenle ya antik kente girmeden gezmeniz ya da çıktığınız zaman o yorgunlukla unutmamanız gerekiyor. Behramkale Hüdavendigar Camii, tam olarak Assos akropolünün kuzeyindeki kayalığın üzerinde yer alıyor. Caminin, 1362 yılında bu bölgenin Sultan I. Murat Hüdavendigar (1362-1389) tarafından Osmanlı topraklarına katılmasından hemen sonra yapıldığı tahmin ediliyor. Caminin içindeki, çok ilginç bulduğum, gemi ve bitki desenleri ile geometrik süslemelerin ise çok daha sonra, 19. yüzyılda yapıldıkları düşünülüyor.

Caminin duvarlarındaki figürlerin 19. yüzyılda yapıldıkları belirtiliyor

Hüdavendigar Camii’nin yapımında antik kentin taşları kullanılmış. Bu, yurt dışında da yapıldığını gördüğümüz bir uygulama. Gezdiğim birçok kilise ve katedralde aynı durumla karşılaşmışımdır. (Bunların arasında şüphesiz en unutamadığım, Sicilya’nın Siracusa kentinin Duomo’sudur). Caminin “son cemaat’ bölümündeki kemerleri taşıyan sütunlar ve sütun başlıkları antik kentin agora yapılarından getirilmiş. Üzerinde Yunanca yazılar ve üstü kazınmış haç bulunan mermer kapı, Ezine yakınlarındaki Skamandros’da bulunan bir kiliseden getirilmiş. Bu camide olduğu gibi, harim, yani ibadet kısmı kare şeklinde olan camiler bölgenin diğer yerlerinde de (Ezine, Kemalli Köyü, Tuzla) varmış. Hüdavendigar Camii sayısız deprem ve doğal afet nedeniyle tarih boyunca birçok kez hasar görmüş ve onarılmış. En son olarak, 2007 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilmiş.

Tahmin edilebileceği gibi, Athena Tapınağı
akropolün en yüksek noktasında

Camiden sonra giriş yapabileceğiniz alan, Assos antik kentinin akropol bölgesi oluyor. Antik Yunan dünyasındaki diğer akropoller gibi burası da şehrin en yüksek noktasında. Belirtildiğine göre, söz konusu alan M.Ö. 7. yüzyıldan itibaren kutsal alan ve savaş zamanı sığınma alanı olarak kullanılmış. Akropolün en yüksek düzlüğünün üzerinde ise, kentin koruyucu tanrıçasına ithaf edilmiş olan Athena Tapınağı var. Tapınak alanından bakıldığında Edremit Körfezi, Tuzla Çayı vadisi ve karşıdaki Midilli’yi kapsayan şahane bir manzara var. Burası doğal olarak fotoğraf çektirmek için son derece popüler bir yer. Son yıllarda sosyal medya eliyle teşvik edilen insanların “artistik” fotoğraf çektirme merakı nedeniyle, sadece mekanı ya da manzarayı çekmek isteyenlerin işi bir hayli zor. Başka insanları karenize katmadan, belli bir açıdan çekim yapabilmek için epeyce beklemeniz, fırsatı yakalayınca da hızlı davranmanız gerekiyor. Bu gibi durumlarda, “Meğer ne çok insanın içinde fotomodel olma arzusu varmış”, diye düşünmeden edemiyorum.

Fotoğraf çektirenlerden fırsat bulup, bu şahane manzarayı poz veren insanlarsız yakalamak epeyce zor oldu
Eldeki verilere dayanılarak yapılan tapınağın maketi

Yukarıda belirttiğim gibi, Athena Tapınağı’nın M.Ö. 540-530 yıllarında inşa edildiği düşünülüyor. Aslen Dorik tarzda yapılmış olan tapınak, Profesör Ekrem Akurgal’a göre, frizlerindeki (Antik Yunan ve Roma yapılarında, tavan kirişiyle çatı arasında kalan, üzeri boydan boya kabartmalarla süslü kısım) süslemeler nedeniyle İyonik özellikler de taşıyor. 14,3 x 30,31 metre boyutlarındaki tapınak, Anadolu’nun en eski Dor tapınağı olarak kabul ediliyor. Vaktiyle tapınağın uzun kenarlarında 13, kısa kenarlarında 6 sütun bulunuyormuş. Tamamen andezit taşı kullanılarak yapılmış. Tapınaklarda sadece din adamlarının girmesine izin verilen cella bölümünün tabanındaki Helenistik dönemde yapılmış mozaik Assos’da yapılan ilk kazılar sırasında sağlam durumda bulunmuşken, günümüzde ne yazık ki kayıp. Ne zaman kaybolduğu ve nerede olduğu konusunda hiçbir bilgi yok. İlk kazılardan önce, 1838 yılında, Sultan II. Mahmut’un izniyle Fransız arkeolog Desiré-Raoul Rochette tapınağın bazı parçalarını bir savaş gemisine yükleyerek Paris’e götürmüş. Bu eserler halen Louvre Müzesi’nde sergileniyorlar. 1881-1883 yılları arasında Amerikalıların yaptığı kazı sırasında, yapılan anlaşma gereği, bulunan eserlerin bir bölümü Boston’daki Museum of Fine Arts müzesine, bir bölümü ise İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne götürülmüş. 2010 yılında yapılan restorasyon sırasında bazı eksik parçalar orijinal andezit taşından yeniden üretilmiş. O nedenle günümüzde tapınakta daha çok sayıda sütun görebiliyoruz. 30 sene önce sayıları bu kadar değildi gibi hatırlıyorum.

Assos Athena Tapınağı, Roma dönemine kadar kutsal alan olma özelliğini korumuş. Romalılar dönemindeki kullanımı ile ilgili arkeolojik kanıta rastlanmamış. Doğu Roma (Bizans) döneminde akropolün çevresi surlarla çevrilerek, burası bir iç kale haline getirilmiş. Kentin çevresinde ayrıca M.Ö. 4. yüzyılda yapılmış, 3 kilometre uzunluğunda muhteşem duvarlar olduğunu da belirtmeliyim. Çok etkileyiciler. Bu duvarların Antik Yunan dünyasından günümüze en bütün şekilde kalmış surlar oldukları belirtiliyor. Bizanslılar ayrıca tepenin savunma açısından en zayıf olduğunu düşündükleri kuzey ve doğu kenarlarına 5 adet burç yapmışlar. Bu dönemde iç kale bölgesinde, tapınağın çevresine yapılan yapılar depolama ve konaklama için kullanılmış. Kuzeydeki kare şeklindeki burcun arkasına, ana kaya kesilerek, yapılan sarnıç 1950’li yıllara kadar köy halkının su ihtiyacını karşılamış. Tapınağın kuzey tarafına 1950’li yıllarda bir yel değirmeni yapılmış. Son olarak, akropol bölgesinin batı tarafındaki terasta Erken Osmanlı dönemi konutlarının kalıntılarına rastlandığını da ekleyeyim. Önümüzdeki yıllarda yapılacak kazılarla bu döneme ait başka kanıtlar da bulunabilir.

Helenistik döneme ait mozaiğin günümüzde kayıp olması ne acı

Hüdavendigar Camii’ni ve kentin akropol bölgesini gezdikten sonra, antik ören yerinin aşağıdaki bölümlerini gezelim dedik. Bu bölgeye genelde, bizim gibi arkeolojiye özel ilgi duyanların dışında, çok fazla inen yok. Athena Tapınağı’na ilgi de daha çok fotoğraf çektirme amaçlı aslında. Yukarıda belirttiğim gibi, antik kentin aşağıda da bir kapısı olduğunu okuyunca, sıcakta geri çıkma zorluğunu düşünerek, oraya araba ile gitmeye karar vermiştik. Otele dönüp arabayı aldık. Doğrusu bu çözümü düşündüğümüz için kendimizden çok memnunduk çünkü, bu arada hava iyice ısınmış, güneş ışınları çok yakıcı olmaya başlamıştı. Bu noktada, o günkü tedbirsizliğimin sonucunu bütün yaz estetik olarak çok kötü bir şekilde çektiğimi söylemeliyim. Yarım kollu bir tişört giymiştim. Kollarımın açıkta kalan yerleri inanamayacağım kadar hızlı bir sürede güneşten yandı ve kıpkırmızı oldu. Kırmızılıklar sonradan geçtiyse de, yanık izi bütün yaz geçmedi. Bu acı deneyimden sonra, yazın güneşli havada arkeolojik yerleri gezerken ince, pamuklu, uzun kollu ve tercihan beyaz gömlek giymeye başladım. Arkeologlar, kazılar sırasında çalışmalara çok erken saatte başlayıp öğlen olmadan işi bırakmalarına karşın, boşuna uzun kollu giyinmiyorlarmış.

Bizanslılar tarafından yapılan sarnıçlar 1950’li yıllara
kadar köy halkı tarafından kullanılmış

Biz, kıvrılan ana yolu takip ederek, araba ile aşağı kapıya mutlu mesut yöneldik ancak, anlaşılan devletimiz ziyaretçilere o sıcakta öylesi bir kolaylık göstermeye hiç niyetli değilmiş. Gittiğimizde, demir kapıyı zincirli bulduk. Burada da bir bilet bölümü ve bekçi kulübesi olmasına rağmen, hiç kullanılıyormuş gibi bir hali yoktu. Büyük olasılıkla, aşağı kapıda istihdam edilecek bir fazla kişinin maaşından tasarruf etmek, yetkililer tarafından ziyaretçileri düşünmekten daha önemli görülmüştü. Çaresiz, arabaya bindik ve gerisin geri yukarıdaki kapıya gittik.

Aşağı kapı zincirli olduğu için sadece tel örgülerin arasından tiyatronun fotoğrafını çekmekle yetinip, araba ile tekrar yukarı
kapıya gitmek zorunda kaldık.

Yukarıdan antik kente akropolün kuzeyinde yer alan Hüdavendigar Camii’nin arkasından ve burada bulunan Orta Çağ’dan kalma kulenin yanından dolanarak giriyorsunuz. Yokuş aşağı inişte bir sorun yok. Güzel bir yürüyüş yolu da yapılmış. Kendinizi bırakıveriyorsunuz. Esas sorun, birkaç saat sonra geri tırmanmakta…

Assos antik kentine inen yürüyüş yolu.
Hüdavendigar Camii’nin yanındaki kule Orta Çağ’da yapılmış.

Assos antik kentinin en iyi korunan kalıntılarının başında şüphesiz kent surları geliyor. Görür görmez insanı etkileyen bir heybetleri var. 3-4 metre kalınlığında ve harç kullanılmadan yapılmışlar. Maalesef, 19. yüzyılın başlarına kadar deniz tarafına bakan duvarların taşları başka kentlerde yapılan inşaatlar için talan edilmiş. Arkeologlar duvarların, farklı örgü yapıları nedeniyle, M.Ö. 6 ile 4. yüzyıllar arasında yapıldıklarına karar vermişler. Ancak, surların büyük bölümünün M.Ö. 4. yüzyılda yapıldıkları saptanmış. Surlarda kente, farklı ölçü ve planı olan 10 adet giriş olduğu belirtiliyor. Bunlardan sadece doğu ve batı yönündeki ana kapılara 16 metre yüksekliğinde kuleler yapılmış.

Tüm tahribata rağmen, kentin surları hala etkileyici
Assos antik kentinin Batı Kapısı

Kentin ticari ve siyasi kalbi olan agora için güneydeki eğimli alan seçilmiş. Bunun için, kuzeye bakan taraftaki kaya oyularak ve güney yönünde bir teras yapılarak, bir düzlük oluşturulmuş. Burada, arazinin eğiminden yararlanılarak birkaç katlı dükkanlar (stoa) ve kent ileri gelenleri şahane manzaranın tadına varsınlar diye bir gezinti ve seyir terası yapılmış. İlk yapıları M.Ö. 4. yüzyılın ikinci yarısında yapılan agora, çeşitli zamanlarda yapılan eklemelerle birlikte, Roma dönemine kadar kullanılmış. Bu bölgede yapılan kazılarda, alanın ticari yapısını kanıtlayacak uzunluk ve hacim ölçüleri ile yapının çatı kiremitleri bulunmuş.

Agora

Agora’nın doğusunda, Helenistik dönemde (tarihte Büyük İskender’in öldüğü M.Ö. 323 ile Mısır Kraliçesi VII. Kleopatra’nın öldüğü M.Ö. 32 yılı arasına verilen isim) yapılan meclis binası bouleuterion var. Önünde meclis kararları yazıtları ve heykeller bulunmuş. Buraya en son olarak, Roma İmparatoru II. Konstantin’in (M.S. 337-361) anıtı dikilmiş. Anıtın dikilme kararını ilan eden yazıtı bu alanda görebilirsiniz. Agora’nın batı tarafında, M.Ö. 2. yüzyılın ikinci yarısında yapılmış olan, Agora Tapınağı ve bazı küçük binalar var. Bizans döneminde, işlevini yitirdiği için, tüm agora bölgesi konut alanı yapılmış.

Bouleuterion (Meclis)
Roma İmaparatoru II. Konstantin’in heykelinin dikilmesi ile
ilgili meclis kararını belgeleyen yazıt

Kentin bir diğer önemli yapısı, bir eğitim kurumu olan gymnasion. Burası şehrin Batı Kapısı’nın arkasında bulunuyor. Yarım daire şeklinde basamakları olan giriş etkileyici. Basamakların gerisindeki uzun koridordan kare şeklindeki (52×52 metre) avlu bölümüne geçiliyor. Avlunun etrafında bir zamanlar revaklı bir galeri olduğu belirtilmiş. Yapının batı tarafında bir sarnıç, doğusunda ise yuvarlak şekilli bir hamam varmış. Beden eğitimi de yapılan gymnasion komplekslerinde yapılmış hamamları başka antik kentlerde de görmek mümkün. Bu eğitim yapısı, M.Ö. 2. yüzyılda inşa edilmiş ve Romalılar tarafından da, onarılarak, kullanılmış. Gymnasion, Bizans döneminde kiliseye çevrilmiş. Bu amaçla, doğu kısmına çokgen bir apsis ve sütunlar eklenmiş, zemin mozaik ile kaplanmış.

Agora Tapınağı
M.Ö. 3. yüzyılda yapılan tiyatronun yukarıdan görünüşü

Assos antik kentinin tiyatrosu, agora’nın hemen alt tarafında yer alıyor. M.Ö. 3. yüzyılda yapılan tiyatro Romalılar tarafından da restore edilmiş. Prof. Akurgal kitabında (Ancient Civilizations and Ruins of Turkey), at nalı şeklindeki tiyatronun bu özelliğinin o dönemin Grek tiyatrolarında görüldüğünü yazıyor. Güneşin altında saatler geçirdiğimiz için, geri tırmanışı da düşünerek, tiyatronun yukarıdan fotoğrafını çekmekle yetindik. Aşağıdan fotoğraflarını, kapısı zincirli parmaklıklardan daha önce çekmiştik. Bulunduğumuz yerden bile, zorlu bir yol bizi bekliyordu.

Gymnasion yolu
Gymnasion’un girişi
Gymnasion’un revaklı avlusunun bulunduğu avlu bölgesi.
Geride, kent surlarından bir bölüm.

Yukarı dönüş, tahmin ettiğimiz gibi, hiç de kolay olmadı. 32 derece sıcakta yol sanki hiç bitmeyecekmiş gibi geldi. Yer yer gölgede oturup, dinlendik. En son dinlendiğimiz kayaya bir İngiliz çift de geldi. Kadıncağız boylu boyunca yanımıza yattı kaldı. Bir şey olacak diye epeyce endişelendim. Eşi daha iyi durumdaydı. Biraz sohbet ettik. Sanatçı olan oğulları bir Türk ile evliymiş ve İstanbul’da oturuyormuş. O nedenle İstanbul’u ve Türkiye’yi epeyce biliyorlardı. Denizli’ye, düğüne gidiyorlarmış.

Kentin Nekropolü

Nar Konak’a döndüğümüzde saat 4’ü geçiyordu. Biraz yattık, uyuduk. Çok iyi geldi. Sadece yürümek değil, sıcak da insanı yoruyor. Akşam yemeği için, yine limanda, Yıldız Restoran’a gittik. Burayı otelimizin sahibi de tavsiye etmişti. Bir önceki gece gittiğimiz yere göre daha salaş ama, yemekleri daha güzel bir yerdi. Keyifle yemek yedik. Gece dönüşte bir süre Nar Konak’ın bahçesinde, karanlıkta oturduk. Etraf sessizdi. Hava serin serin esiyordu. Yıldızlara bakarak oturmak çok güzeldi…

Ertesi sabah, Çanakkale’ye gitmek üzere, Assos’tan ayrıldık. Ama yolda gideceğimiz antik kentler vardı. Devamı bir sonraki yazımda…

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.