Sizin de benzer bir listeniz var mı bilemiyorum ama, benim var. Aklım başımda olduğu süre içerisinde okumak istediğim kitapların bir listesi var. Bunlar edebiyat, tarih ve sanat alanlarında bazı köşebaşı sayılabilecek kitaplar genelde. Daha güncel kitapların yanında her sene bu listeden de bazı kitapları okumaya çalışırım. Pandemi döneminin benim için olumlu yanlarından biri söz konusu listeden hatırı sayılır sayıda kitap okuyabilmem oldu. Özellikle sokağa çıkma yasaklarının olduğu dönem benim için bu açıdan çok verimli geçti. Okuduğum kitaplardan birisi, yıllar önce alıp bir kenara koyduğum, birkaç kere okumayı düşünüp elime aldığım ama, türlü bahanelerle erteleyerek, daima etrafından dolandığım Ulysses idi.
Okumamış olanlar bile bilirler. Ulysses İngilizce yazılmış, gelmiş geçmiş en zor kitaplardan birisidir. Kimilerine göre en zorudur. Bazıları için tapılası bir baş yapıt, diğerleri için gereksiz yere, biraz da zorlama bir şekilde, okuyucuyu sıkıntıya sokan, yoran bir eserdir. Ulysses, kitap olarak ilk basıldığı 1922 yılında olduğu gibi, günümüzde de çokça tartışılıyor. Aralarında ünlü yazarların da bulunduğu bir kesime göre Ulysses’in şöhreti, hak ettiği seviyenin çok ötesine geçmiş. Buna karşın başkaları, kitabın İngiliz dili ve edebiyatının en devrimci ve önemli eseri olduğu görüşündeler. Öyle ki, H.G. Wells (1866-1946) Ulysses’i bitirdikten sonra kendisini “bir devrimi bastırmış gibi” hissetmiş. Benzer duygularla, zamanın bir eleştirmeni kitabı “edebi Bolşevizm” olarak tanımlamış. Öte yandan, bazı yazarlar da kitabı son derece zorlama, yapmacık ve sıkıcı bulmuşlar. Bunların arasında Virginia Woolf‘un da (1882-1941) olması oldukça ilginç çünkü kendisi de James Joyce (1882-1941) gibi bilinç akışı olarak adlandırılan yazım tekniğini kullanan bir yazar. Yazım tarzları teknik olarak benzer diyebiliriz ama, ayrıştıkları yönler de var. Bir edebiyat eleştirmeni ya da uzmanı değilim. Ama sade bir okuyucu olarak, Woolf’un bilinç akışını kullanmasını çok daha gerçekçi bulduğumu söyleyebilirim. Joyce’un ise bu konuda abartılı olduğunu düşünüyorum. Okurken, “Artık bu kadarı da olmaz. Bir insan yolda yürürken aynı anda bu kadar şeyi aklından geçiremez”, diye düşündüm sık sık. Kendi ifadesine göre, Virginia Woolf Ulysses’in ilk 2 ya da 3 bölümünü eğlenceli ve uyarıcı bulmuş, ilgiyle okumuş. Kendisine katılıyorum. Ancak, sonrasının sıkıcı, rahatsız edici ve hayal kırıklığına uğratan bir nitelikte olduğunu belirtmiş. Öyle ki, 200. sayfada uzun süren bir ara verdikten sonra, kitabı zorlukla tekrar eline alıp, okumuş. Ben Virginia Woolf gibi ara vermedim ama, bu noktada da kendisi ile aynı fikirdeyim.
Şimdi, “Madem bu kadar ızdırap veriyor, bu kitabı niye okumalıyız?” diye sorabilirsiniz tabii. Haklısınız. Bu soruyu ben de kendime Ulysses’i okuduğum 6 ay boyunca defalarca sordum. Belki, kitapları yarım bırakmamak gibi bir prensipten dolayı ya da karşıma çıkabilecek iyi bir şeyleri kaçırmamak düşüncesi ile olabilir. Kitabı bitireli neredeyse 5 ay olacak. Bu kez yine arada sırada, “Gerekli miydi?” diye soruyorum kendime. Haksızlık etmeyeyim. Çok eğlenceli bölümleri de var. Üstelik sadece o ünlü tuvalet sahnesi de değil. Evet, nedense hemen hemen herkes kitabın eğlenceli bölümlerine örnek olarak o tuvalet sahnesini veriyor. Hani o kitabın kahramanı Leopold Bloom‘un bahçedeki tuvalette, kendi ürettiği kokuların tepesinde, gazete okuma sahnesi. (Edinburgh‘da 1968 yılına kadar ev ve apartmanların tuvaletlerinin bahçede olduğunu öğrendikten sonra, Ulysses’in geçtiği 1904 yılında Dublin‘de tuvaletin dışarıda olması doğrusu beni hiç şaşırtmadı!) Oysa, kitaptaki tek eğlenceli bölüm bu değil. Başka bölümler de var. Ama işte, o birkaç bölüm için onca acıya değiyor mu, emin değilim. Benim Ulysses’i okurken sık sık kapıldığım duygu, James Joyce’un bu kitap ile edebiyat çevrelerinden, okuyuculardan, belki eleştirmenlerden, bir tür intikam aldığı oldu. Kendisinin de temenni ettiği gibi Ulysses, yazar öldükten çok sonra bile, edebiyatçıların ve eleştirmenlerin uzun yıllar çözmek için uğraştıkları bir kitap. Hala da uğraşmaktalar…
James Joyce, 2 Şubat 1882 günü Dublin’de dünyaya gelmiş. Doğduğu dönemde, bir zamanlar varlıklı olan ailesinin serveti çoktan yoksulluğa doğru yavaş yavaş erimeye başlamış. 1898 yılında Kraliyet Üniversitesi’ne girmiş ancak 4 yıl sonra, tıp okumak üzere Paris’e gitmiş. Tıp yerine edebiyat ve yazarlığa ilgi duyması nedeniyle bu alanda eğitimini tamamlamamış. Paris’e gittikten bir yıl sonra, 1903 yılında, annesinin hastalığı nedeniyle Dublin’e geri dönmüş. 16 Haziran 1904 günü, daha sonra evleneceği, Nora Barnacle ile ilk olarak çıkmış. İkili aynı yılın ekim ayında Kıta Avrupası‘na taşınmışlar. 1912 yılına kadar olan süre zarfında sadece 3 kere İrlanda’ya gelmişler. Ondan sonra ise, bir daha ülkelerine hiç ayak basmamışlar. Joyce hayatının geri kalan kısmını İtalya, İsviçre ve Fransa‘da geçirmiş. Joyce ailesi 1915 yılına kadar Trieste‘de kalmış. Bu geçen 11 yıl içerisinde James Joyce bir yandan sağlık, bir yandan da parasal sorunlarla boğuşmuş. İki çocuktan sonra geçim sıkıntısı önemli bir problem olurken, gözlerinden de ciddi şekilde rahatsızlanmış. Yine de bu dönemde, Oda Müziği (Chamber Music-1907) başlığı altında topladığı şiirlerini ve Dublinliler (Dubliners-1914) ile Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi (A Portrait of the Artist as a Young Man-1916) isimli eserlerini yazmayı başarmış. Ayrıca, Temmuz 1915’te Zürih’e taşındığı zaman, Ulysses üzerinde çalışmaya da başlamış. Bundan sonraki 7 yıl boyunca Ulysses üzerine, önce Zürih’te sonra Paris’te, çalışmaya devam etmiş. 1917-1918 yıllarında eserin bir bölümü Little Review dergisinde tefrika halinde yayınlanmaya başlanmış ama, fazla müstehcen bulunduğu için, yasaklanmış ve ilgili sayılar toplatılmış. Bunun üzerine, Paris’teki Shakespeare and Company kitapevinin sahibi Sylvia Beach Ulysses’in tamamını basmayı teklif etmiş. Kitabın ilk kopyaları Joyce’un eline, 2 Şubat 1922 günü, 40. doğum gününde ulaşmış.
Ulysses’in, İngilizcenin ana dil olduğu bir ülke yerine, Paris’te basılmış olması, yasaklama ve toplatılma gibi engelleri ortadan kaldırsa da, eser üzerine tartışmalar hiç dinmemiş. Bu arada yazarı da, daha sonra edebiyatta Modernizm olarak isimlendirilecek olan yeni bir akımın lideri olarak görülmeye başlanmış. Joyce ise, bunlara hiç kulak asmadan, edebiyatın sınırlarını zorlamaya devam etmiş. Sonraki 16 senesini Finnegans Wake kitabının yazımına adamış. Zorluk açısından Ulysses’ten geri kalmadığı söylenen bu kitap 1939 yılında basıldığında, savaş korkusu tüm Avrupa’yı sarmış. Almanlar Fransa’yı işgal etmeye başladığında Joyce ailesi ile birlikte Paris’i terk etmiş. Önce Vichy’e, sonra da Zürih’e gitmiş. 13 Ocak 1941’de, geçirdiği bir mide ameliyatının ardından, hayatını kaybetmiş. Fluntern Mezarlığı‘nda toprağa verilmiş.
James Joyce’un Ulysses kitabını okumadan önce üç kitabın okunması gerektiği söylenir. Bunların başında tabii ki Homer‘in Odysseia destanı gelir. Zaten Ulysses, Odysseia destanının kahramanı, Ithaka kralı Odysseus’un Latince adıdır. Joyce da kitabını, Homer’in destanının olaylar örgüsü üzerine kurmuştur. Nasıl ki Odysseia destanında Troia Savaşı‘ndan sonra Odysseus’un on yıl süren eve dönüş maceraları anlatılır, Ulysses’de de Leopold Bloom’un, bir gün boyunca Dublin’de çeşitli yerlere gittikten sonra, eve dönüşüne tanık oluruz. İkinci kitap, Joyce’un Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi, üçüncüsü ise William Shakespeare‘ın (?- 1616) Hamlet oyunudur. Ulysses, bütünüyle olmasa da, bazı yönlerden “Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi”nin devamıdır. Shakespeare ve Hamlet’e ise, sayısız gönderme var. Ne var ki, benim durumumda da olduğu gibi, bu üç eseri okumuş olmak, işinizi hiç de öyle çok kolaylaştırmıyor…
Ben Ulysses’i, Oxford University Press yayınları tarafından basılmış olan, 1922 yılındaki metninin tıpkıbasımından okudum. Eserin kendisi 732 sayfa. Arkadaki açıklamalar 246 (ki fazlasıyla ihtiyaç duyuluyor), ön tarafta yayıncı tarafından hazırlanmış tanıtım bölümü 69 sayfa. Hepsi toplam 1047 sayfa. Ancak, gözünüzü korkutması gereken sayfa sayısı değil. Kitapseverler için sayfa sayısının önemi yoktur. Mesele metni çözebilmekte… Kitabın Türkçe çevirisini incelemedim. O nedenle arkadaki açıklamaların çevirilip çevrilmediğini ya da ne kadar çevirildiklerini bilemiyorum. Kitapta İrlanda tarihine, o günlerin güncel politik olaylarına, başta edebi eserler olmak üzere farklı sanat eserlerine o kadar çok gönderme var ki, arkadaki bu açıklamaları okumadan bir şey anlaşılması çoğu kez mümkün olmuyor. Öyle ki, zaman zaman kitabın kendisini bırakıp bu notlara dalmanız gerekebiliyor. Bunun dışında, Ulysses’i okumak için internette yararlanabileceğiniz birçok web sitesi de var. Arada onları da okumak zorunda kaldığım oldu.
Türkçe çevirilerde olup olmadığını bilmiyorum ama, kitabın arkasında okurken izlenmesi gereken iki tane de şema var. Bunlar, Gilbert ve Linati Şemaları olarak adlandırılıyor. James Joyce, henüz eserini tamamlamadan okuyucuların çok zorlanacaklarını anlamış olsa gerek ki, kitabının ön okumasını yapan tanıdıkları için açıklayıcı şemalar hazırlamış. Örneğin, Linati şemasını arkadaşı Carlo Linati için, Gilbert şemasını da Stuart Gilbert için hazırlamış. İki şema arasında bazı farklar da var. Okuma sırasında bu şemalara da bakmak gerekiyor. En azından, hangi bölümün günün hangi saatinde geçtiğini veya Joyce’un özenle kamufle ettiği kimi çağrışımları anlamak açısından yararlı oluyor.
Yukarıda Ulysses’in bir gün içinde geçen olaylardan bahsettiğini belirtmiştim. O günün tarihi tam olarak 16 Haziran 1904. Hatırladınız mı, bilmem. Bu, James Joyce’un eşi Nora Barnacle ile ilk olarak çıktığı tarih. Kitapta geçen olayları bu tarihe koyarak yazar kendi özel yaşamına da bir göndermede bulunmuş. (Üstelik, tek gönderme de bu değil. “Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi” kitabının kahramanı ve aynı zamanda Ulysses’in de karakterlerinden biri olan Stephen Dedalus ile Joyce’un yaşamı arasında da birçok paralellik var). Söz konusu tarihin ölümsüzleşmesi bu kadarla kalsa iyi. Bir yandan Ulysses ve James Joyce hayranlarının olası etkisi, ama belki daha da önemlisi, turizmcilerin akıllıca pazarlama taktikleri sonucu, 16 Haziran her yıl çeşitli aktivitelerle Dublin’de kutlanan bir anma günü haline gelmiş. James Joyce ve Ulysses üzerine bilimsel toplantılar, anma törenleri ve okuma seansları bir yana, sonraki yıllarda Bloomsday olarak adlandırılacak olan söz konusu tarih, günümüzde Dublin için büyük bir turizm faaliyeti haline gelmiş durumda. Ulysses’i okumuş ya da okumamış olsunlar, insanlar o gün Leopold Bloom’un Dublin’de izlediği rotayı izliyor, gittiği yerlere gidiyor ve hatta kitapta sözü edilen yemekleri (bolca sakatat olmak üzere) yiyorlar. Mekanlar ve Bloom’un izlediği yol hakkında Joyce çok titiz davranmış. Kitabın önündeki (ve ancak bir büyüteç aracılığı ile görülebilen) harita ile siz okurken de bu rotayı takip edebiliyorsunuz. Gün boyunca Leopold Bloom bir cenaze için mezarlığa, ilan bölümü için çalıştığı gazeteye, Türk hamamına, kütüphaneye, geneleve ve benzeri birkaç yere gider. Son olarak gideceği yer, Eccles Sokak 7 numaradaki evidir. Burada, soprano olan eşi Molly Bloom kendisini aldatmaktadır ve o bunun farkındadır.
Okumayı planlayanların zevkini bozmamak için Ulysses’in olaylar örgüsü hakkında daha fazla bilgi vermeyeceğim. Sadece kitabın kahramanı olan Leopold Bloom hakkında kısa bilgi vermekle yetineyim. Zira ben çeşitli bölüm ve sayfalara gizlenmiş bu bilgileri bir araya getirmek için epeyce zaman harcadım. Ulysses’in baş kahramanı Leopold Bloom 38 yaşında. Aslen bir Macar Yahudisi olan babası (Rudolf Virag), 27 Haziran 1886’da, Leopold Bloom 20 yaşında iken intihar etmiş. Annesi ise Katolik bir İrlandalı. Leopold da, eşi Molly ile evlenebilmek için Katolikliği seçmiş. Çiftin iki çocuğu olmuş. Kızları Milly bir gün önce (15 Haziran 1904 günü) 15 yaşına girmiş. Oğulları Rudy ise 10 yıl önce, henüz bebekken ölmüş. O zamandan beri eşi ile cinsel ilişkisi olmayan Leopold Bloom’un gündelik hayatta kaçamakları ve değişik fantezileri olmuş hep. Kendisi ilan işinden fazla para kazanmamaktadır. Zaman zaman eşine konserlerinde yardım eder. Bir subay kızı olan 33 yaşındaki eşi Molly, babasının görevi nedeniyle Cebelitarık’ta doğmuş ve büyümüş bir sopranodur. Leopold’u değişik erkeklerle aldatmaktadır. O gün de akşam üzeri, menajeri Blazes Boylan ile kendi evinde buluşacaktır. Bloom bunu bilir ve gün boyunca bunun üzerine düşünür.
Joyce, Ulysses’da her türlü edebi anlatım şeklini kullanmış. Kitap kimi zaman şiir, kimi zaman nesir veya tiyatro senaryosu formunda ilerliyor. Virginia Woolf’a göre Joyce, 19. yüzyıl İngiliz edebiyatının tüm anlatım tekniklerini yok ederek, kendince bunların gereksizliğini ortaya koymak istemiş. Woolf’un eleştirdiği bu durum, T.S. Eliot (1888-1965) için, İngilizcenin sadeleşmesi bağlamında, övülesi bir şey. Kitap boyunca, her bölümde tuhaflıklar devam ediyor. Bazı bölümlerde eşyalar konuşuyor. Hayal ile gerçek birbirine karışıyor. Bu bir şey değil. Daha da uçuk denemeleri var Joyce’un. Örneğin, (Joyce’un kendi ifadesine göre), yazar kitabın “Oxen of the Sun” başlıklı bölümünde, anne rahmindeki bir fetusun gelişimine paralel bir biçemsel gelişim izlemiş. Doğrusu, yazarın amacı bu olmuş olabilir ama, ben uzaktan yakından bir paralellik göremedim. Bazı bölümler bir fen kitabı kuruluğunda iken, sondan bir önceki bölüm soru cevap üzerine ilerliyor. Son bölüm, Penelope ise, sadece konunun değil, denemelerin de doruk noktası. Koca bölümde toplam 8 cümle var. Sadece birinci cümlede 2500 kelime var ve bu bölümde hiç bir noktalama işareti yok!
Tüm bu insana zaman zaman aşırı zorlama gibi gelen denemeler, Ulysses’i çoklukla kuru bir metin haline getiriyor. Öte yandan, bu konuda yazarın dürüst olduğu söylenebilir. Zira, Joyce’a göre aslında yaşam romantik değildir. Ona romantik bir tat katmaya çalışan ve sonunda da hayal kırıklığına uğrayan bizleriz.
Ulysses kitabının ufkumu hiç genişletmediğini de söylemek istemem. Bu haksızlık olur. Yazıyı bitirirken ilginç bulduğum birkaç noktadan da söz etmek isterim. Kitabın görünür metninde biz yabancı okuyucular için açık seçik olmasa da, açıklama ve notlardan anlıyoruz ki Ulysses’de İrlanda’nın uzun süren bağımsızlık mücadelesi sürecine çok fazla gönderme var. Bu konu üzerinde zaman harcarken, İrlanda Bağımsızlık Savaşı‘nın 21 Ocak 1919-11 Temmuz 1921 tarihleri arasında verildiğini öğrendim. Yani James Joyce Ulysses’i yazarken, bir yandan da ülkesinde İngilizlere karşı bir bağımsızlık savaşı veriliyordu. Üstelik bu mücadele savaştan çok önce başlamıştı. O sıralarda Anadolu‘da da destansı bir mücadele vardı. Kim bilir, belki İngilizlerin Anadolu’ya askeri olarak daha fazla yüklenmeyip, Yunanlıları savaşa sürmelerinin nedeni, o sırada İrlanda sorunu ile uğraşıyor olmalarından kaynaklanıyordu.
Benim için Ulysses’deki hoş sürpriz, beklemediğim kadar çok Türkiye’ye gönderme ve Türkçe kökenli kelime olması oldu. Kitapta yazıldıkları şekilde, yashmak (yaşmak), kismet (kısmet), odalisque (odalık) bunlardan bazıları. Leopold’un Türk hamamına gittiğinden zaten söz etmiştim. “Türk mezarlıklarındaki orospular” ifadesine Ulysses dışında bazı başka yabancı kitaplarda da rastlamıştım. O dönemlere özgü yaygın ve bilinen bir durum olsa gerek. Hazreti Muhammed’in kedisini uyandırmamak için cüppesinin bir kısmını kesmesi olayı da hoş bir şekilde kitapta yerini almış.
Günümüzde çokça kullanılan bir ifade var: “Ignorance is bliss“. Kişiler ve belli durumlar için kinayeli olarak kullanılır: “Cehalet mutluluktur”. Ulysses sayesinde bu deyişin aslında, çokça kısaltılmış olarak, bir şiirden alındığını öğrendim. İngiliz şair ve akademisyen Thomas Gray‘in 1742 yılında yazdığı “Ode on a Distant Prospect of Eton College” (Eton Koleji’nin Uzak Geleceği İçin Kaside) isimli şiirinden alıntılanmış bu ifadenin aslı, “Where ignorance is bliss, ’tis folly to be wise” (Cehaletin mutluluk olduğu yerde, bilge olmak deliliktir).
Değişik yönlerden, benzersiz bir deneyim olan Ulysses’i okuma serüvenimden yazmak istediklerim bu kadar. Daha pek çok not almışım okurken ama, sanırım bu kadarı yeterli. Her okuma gibi, benimki de çok kişisel bir serüven oldu. Eminim ki, farklı birikim ve ilgi alanları olan okuyucuların izlenimleri ve görüşleri farklı olacaktır. Doğrusu, onları da merak ediyorum…
Sevgili Ülgen, çok güzel bir çalışma olmuş, emeğine sağlık. Ben ,Nevzat Ekemen’in kitabı eşliğinde çok zorlanarak okumuştum. Senin yazın tekrar okuma arzusu uyandırsa da doğrusu cesaret edemem.Tekrar kutlarım. Sevgiler.
Cevat Abiciğim, çok teşekkürler. Doğrusu sana hak vermedim değil. Ben de yakın zamanda Ulysses’i tekrar elime almam diye düşünüyorum. Kolay lokma değilmiş:) Benden de çok sevgiler.