Alaca Karanlıkta (6)

Fotoğraf: Ümit Özgül

Kamil Geçer, epeyce büyük olan ofisinde, masasının başında oturuyordu. Gözlerini, parlak cilalı maun masasına dikmiş, öylece bakıyordu. Kendini çok bıkkın ve yorgun hissediyordu. Sahibi olduğu şirketi plazanın üç katını kaplıyordu. Bir an bakışlarını kaldırdı ve pencereden dışarı baktı. Camlara vuran kış güneşi odanın bir kısmını parlak bir ışığa boğmuştu. Kışın soğuk ama güneşli günlerini severdi.

Uzunlamasına olan ofisinin kapısı bir uçta, oturduğu masa bir uçta idi. Kendisi ile iş için görüşmeye gelen ziyaretçilerin ve çalışanlarının kapıdan girdikten sonra yakınına gelmek için yürümeleri gereken o uzaklık, hissettiklerini bildiği o rahatsızlık, ona müthiş keyif verirdi. Kendisi ayağa kalkmadan öylece onlara bakarken, ona doğru gelen kişi ne yapacağını, hızlı mı yavaş mı yürümesi gerektiğini bilemezdi. Üzerlerinde olduğundan emin oldukları o bakışlar altında elleri ayaklarına dolanırdı. Kamil bey hiç tepki vermeden oturur, gelen kişi için ayağa kalkması gerektiğini düşünüyorsa, onu da son anda yapar, elini uzatırdı. Çok nadir olarak, belki bir ya da iki kişi için, kapı açılır açılmaz ayağa kalkar ve kendisi de ortaya doğru bir iki adım atardı. Bu kişiler, onu yıllar öncesinden tanıyan, zamanında elinden tutmuş, yol göstermiş büyükleri idi. Henüz onlara vefasızlık yapacak kadar değişmemişti.

Kamil bey insanların, o birkaç metreyi yürürken çektikleri sıkıntı ile, kendisinin buralara gelmek için katettiği uzun ve zorlu yolu anlamalarını isterdi sanki. Hiç bir şey kolay olmamıştı. Yok, öyle kimileri gibi en dipten başlamamıştı. Belki biraz üstünden… Babası küçük bir memurdu. Çalışkandı. Ona rağmen, bir devlet lisesinden mezun olduktan sonra üniversiteye girmesi ailesi ve akrabaları arasında büyük olay olmuştu. Kendisi gibi bir örnek yoktu. Babası nasıl gurur duymuştu. En uzaklardaki hısım akrabaya haber verdiği gibi, neredeyse sokakta tanımadığı insanları durdurup, oğlunun başarısını anlatacaktı. İşteki arkadaşlarına zaten söylemişti de, bu müjdeli haberden dolmuşta, otobüste yanına oturanlar da nasiplerini almışlardı aylar boyunca.

Yine de kolay olmamıştı hiçbir şey… Ders çalışmak, sınıflarını başarı ile geçmek. O değildi zor olan… Evde ders ile ilgili bir şey sorabileceği kimse olmamasına, her takıldığı noktanın üstesinden kendi başına çalışarak gelmeye küçük yaşlardan beri alışkındı zaten. Üniversitede benzer çevrelerden gelen arkadaşlar edinmiş, onlarla birlikte çalışarak, yardımlaşarak, sınıflarını geçmişti.

Üniversiteden sonra bir aile şirketinin fabrikasında mühendis olarak iş bulmuştu. İşçiler ve ustabaşıları ile uzun saatler yüksünmeden çalışmıştı. Deneyimli ustabaşıları başlarda onu ezmeye çalıştılarsa da sonradan, birkaç akıllıca müdahalesinin ardından, saygı duymaya başlamışlardı. Zamanla dost olmuşlardı. Yıllar sonra, Kamil bey bazılarını kendi fabrikasına almıştı.

Şimdi geriye baktığı zaman, Kamil beye zor görünen yaşamının o yönleri değildi. Kariyerinde yükselirken asıl zor olan, o girmek istediği çevrelere kendisini kabul ettirmek olmuştu. Orta halli ailelerden gelenler bile bu konuda kendisinden avantajlı idiler. Onların da belki hiç bir zaman yeterince maddi imkanları olmamıştı ama, görgüleri vardı. Sosyal bir ortama girdiklerinde nasıl oturup kalkmaları gerektiğini, nasıl çatal bıçak kullanacaklarını, nasıl konuşacaklarını biliyorlardı. Kimisini ailesi, zorlanarak da olsa, özel okullara göndermişti. O ise, bütün bunları kendi kendine, gözlem yaparak öğrenmek zorunda kalmıştı. O ilk yıllarda, katılmak zorunda olduğu yemeklerde, yemesi zor olan şeylerden hep kaçınmıştı. Zamanla kendine güveni artmış, hele birkaç aile şirketinden sonra çalışmaya başladığı kurumsal şirkette, geleceği parlak görülen çalışanlara aldırılan eğitimlerden sonra, kabuklu deniz hayvanlarını nasıl yemesi gerektiğini bile öğrenmişti. Zamanla şaraptan anlamaya, davetlerde havadan sudan konuşabilmeye başlamıştı. Evet, kolay olmamıştı bunlar hiç. Şimdi işte, insanlar oturduğu masaya doğru, o sırat köprüsü gibi gelen, birkaç metreyi yürürken kendisinin yıllar önce ezildiği gibi ezilsinler, rahatsız olsunlar istiyordu.

Kamil bey akşam Sanayi Odası’nın bir yemeğine katılacaktı. Bu gibi durumlarda, eve uğramadan, işten doğruca gitmeyi tercih ediyordu. İş yerinde yedek bir takım elbisesi, gömlek ve kravatı hep hazır olurdu. Zaten eve gitmek de içinden gelmiyordu. Yıllar içinde, eşi ile konuşacak şeyleri gittikçe azalmıştı. Çok da kötü başlamayan ilişkileri, Kamil bey daha çok para kazanmak için giderek daha çok çalıştıkça ve araya çocuklar girdikçe sıradanlaşmıştı. Oysa başlarda biraz romantizm bile vardı. Arzu, o zamanlar çalıştığı aile şirketinin sahibinin kızı idi. Liseden sonra yurt dışında iç mimarlık ve dekorasyon okumuştu. Uzun yıllardan sonra geri döndüğü zaman şirkette, tüm çalışanların ve şirket sahibinin ailece katıldıkları bir yeni yıl yemeğinde tanışmışlardı. Patron, zaten beğendiği bir çalışanı olan Kamil Geçer’in kızı ile samimiyeti ilerletmesine ve daha sonra birlikte gezmelerine sesini çıkarmamıştı. Mum ışığında yenen birkaç yemekten sonra Kamil bey, Arzu’ya evlenme teklif etmişti. Gerçi yüzük çok göz doldurmuyordu ama, kimse bunu dert etmemişti. İlerde nasıl olsa daha iyileri alınırdı.

Kamil Geçer, kayınpederi Orhan beyin kızı için düşündüğü damat adayına bire bir uyuyordu. Kızının evleneceği kişinin kendisine saygısızlık ve ukalalık etmeyecek, işten anlayan bir genç olmasını istemişti hep. Doğuştan zengin olanlarda olmadığını düşündüğü niteliklerdi bunlar. Gerçi, olaylar daha sonra hiç de Orhan beyin istediği şekilde gelişmemişti. Kamil bey deneyim kazandıkça aralarındaki fikir ayrılıkları artmış, iş nedeniyle başlayan gerginlikler, özel yaşamlarındaki ilişkilerini de bozmuştu. Bu arada Arzu, iki arada bir derede kalmıştı. Bir süre sonra, damat şirketten ayrılmış, önce büyük kurumsal bir şirkete geçmiş, daha sonra da kendi işini kurmuştu. Yıllar geçtikten sonra, Kamil beyin karton kutu fabrikası sektörünün sayılı şirketleri arasına girince, kayınpeder ve damadın arası tekrar düzelmeye başlamıştı. Kamil bey kayınpederinin, etrafa kendi yetiştirdiğini ima ettiği damadının bu başarısından pay çıkarmasına sesini çıkarmamıştı. Bir ara yaşanan tatsızlıklara karşın Orhan bey, odasına girdiği zaman Kamil beyin ayakta karşıladığı nadir insanlardan biriydi artık.

Arzu ve Kamil Geçer’in, biri oğlan biri kız olmak üzere, iki çocukları olmuştu. Kayınpeder ile arasının düzelmesinde torunların da payı vardı elbette. Şimdi oğlan 16, kız ise 14 yaşında idi. Ne zaman hangi okula gideceklerine, hangi etkinliklere katılacaklarına, hangi sporları yapacaklarına, yazları yurt dışına hangi yaz okuluna gideceklerine hep eşi karar vermişti. Bu işlere zaten vakit ayıramayacak olan Kamil bey, kendisinden beklendiği üzere, sadece paraları ödüyordu. Adına kurulmuş bir şirket olmasına rağmen keyfe keder çalışan Arzu hanımın bol vakti vardı nasıl olsa. Nadiren aldığı işlerin dışında tüm zamanını spora, güzellik enstitülerine, çocuklarına ve arkadaşlarına ayıran Arzu hanım hayatından memnundu. Yönetimi yavaş yavaş devralmaya başlayan iki ağabeyi gibi onun da babalarının şirketinde hisseleri vardı. Arada ufak sürtüşmeler olsa da, çoğunlukla alınmak istenen yönetim kurulu kararlarına uyum gösterir, belgeleri imzalardı. Bunun için, eğer belgeler eve gönderilmemişse, yılda birkaç kez şirkete gider, patronun kızı olarak, boy gösterirdi. Bunun yanında, eşinin şirketinde de hissedardı tabii ki.

Kamil bey, maun çalışma masasına boş gözlerle bakmayı sürdürürken, eşini düşünüyordu. Yirmi yıllık evliliklerine kötü giden bir birliktelik denemezdi. Hatta çevrelerindeki pek çok evlilikten daha bile iyi idi. Kendi verdikleri ya da katıldıkları davetlerde örnek bir çift algısı yaratmayı başarıyorlardı. Arada, magazin dergilerinde fotoğrafları da çıkıyordu. Genellikle bir davette çekilmiş olan bu fotoğraflarda Kamil beyin yüz ifadesi hep biraz sıkıntılı idi. Giydiği takım elbise, taktığı kravat eşi tarafından seçilmiş ve onun kıyafeti ile uyumlu olurdu.

Yok… İlişkileri kötü değil de, sanki derin dondurucuya konmuş gibiydi. Giderek daha az konuşmaya, daha az şey paylaşmaya başlamışlardı. Cinsel hayatları da çok parlak değildi. Önce iş yoğunluğu ve çocuklar nedeniyle başlayan soğuma zamanla olağan durum haline gelmişti. Kamil beyin gözünün önüne karısının botokslu dudakları geldi. Yoksa, o uzaklaşma Arzu’nun kendisini bu estetik işlerine fazlası ile kaptırmasıyla mı artmıştı. Karısının yaptırdığı hiçbir estetik müdahaleyi beğenmemişti Kamil bey. Bunu açık açık söylediği halde, karısı hiç oralı olmamıştı. Ama, o dudaklar, işte sanki en öldürücü darbe onlar olmuştu. Şimdi öpüşmeleri aklına gelince, kusacak gibi oldu Kamil bey. O yapay his midesini bulandırıyordu. Oysa, ne güzel bir yüzü vardı Arzu’nun. Her estetik işlemle birlikte, çevrelerindeki aynı estetik cerrahın elinden çıkan, birbirlerine benzeyen kadınlar gibi olmuştu.

(Devam edecek)

Ülgen Özgül

© Tüm hakları saklıdır. Kaynak gösterilmeden ve izin alınmadan metnin tamamı veya bir bölümü yazılı, görsel ve diğer medya ortamlarında kullanılamaz.

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.