Bu akşam artık yemeğe eve gitmeliydi. Kaç akşamdır bir şeyler uydurmuş, gitmemişti. Bu aralar Arzu da arkadaşları ile üst üste dışarı çıktığı için fazla dikkat çekmemişti. Ama bu akşam Orhan bey ile hanımı yemeğe geleceklerdi. Kayınpeder ve kayınvalide gelince evde olmak lazımdı. Her zaman yaptığı gibi, iş yemeği diye bir şey uydursa, Orhan beyin haberi olurdu.
Aslında bir şey yaptığı da yoktu. Önceleri kenar mahallelerde araba ile geziyordu sadece. Sonra Beyoğlu’nun arka sokaklarındaki yerlere merak sardı. Pavyonlara, barlara. Ama içeri girmiyor, araba ile önlerinden geçiyordu. Tam geçerken yavaşlıyor, etrafa bakıyordu. Bu arada trafik tıkanırsa, müşteri avına çıkmış her cinsden orospu camını tıklatıyor, laf atıyordu. Her seferinde heyecanla kalbi atıyor, arabanın kapılarının kilitli olup olmadığını kontrol ediyordu telaşla.
– Ya bir şey olursa?
– Ya bir gören olursa?
– Ya gazetelere düşersem?
Bu sorular sürekli aklından geçiyordu. O zaman, niye tekrar tekrar gitmeye başlamıştı bu sefil yerlere? Ne idi aradığı? Buralar onun geldiği yerler değildi. Ne böylesi bir sefalet ne bu kadar düşüklük yaşamıştı. Mazbut diye tanımlanan, kıt kanaat geçinen bir aile idi onlarınki. Gençliğinde de gelmemişti böylesi yerlere. Arkadaşlarının bir dönem gittiklerini biliyordu. Yanında yaptıkları üstü kapalı esprilerden anlardı.
Beyoğlu’nun arka sokaklarındaki her sokağa araba girmiyordu. Uzaktan, sokağın başından, buralardaki mekanların ışıklı tabelalarına bakıyor ama arabadan inip, sokak boyunca yaya olarak yürümeye cesaret edemiyordu. Bir süre de kaçak gecelerini böyle geçirmeye başladı. Araba ile, batakhane diye tanımlanan mekanların bulunduğu sokaklarda turlayarak. Sonra… Yapmadığı bir şey yapmaya karar verdi…
Bir şey fark etmişti. Bu gizli kapaklı gece serüvenlerine başladığından beri, sürekli olarak bir üst heyecan seviyesine geçme ihtiyacı duymuştu. Her ne yapıyorsa, birkaç kereden sonra, bir bağımlı gibi, daha fazla heyecan arar olmuştu. İşte öyle bir gecede, yine Beyoğlu’nda bir yere gitmeye karar verdi. Kapısında Dolunay Türkü Bar yazıyordu. Kendisini ikna etmesi bir iki gün aldı. Daha önce bu civarlarda bir yere hiç gitmemişti. Türkü bar nasıl bir yerdir, onu da bilmiyordu. Sonunda, bir önceki hafta bir gece ilk olarak arabadan inme cesareti gösterip, önceden gözüne kestirdiği o mekana gitmeye karar verdi. Arabayı sokağın başındaki boş arsada bulunan otoparka bıraktı. Otoparkçı lüks arabasına da, pahalı giyim kuşamına da fazla bir ilgi göstermedi. Herhangi bir müşteriymiş gibi davrandı ona.
Şimdi, pencereden dışarıyı seyrederken, o gece hissettikleri geldi aklına. Otoparktan mekanın kapısına 50-60 metrelik bir mesafe vardı. Hava soğuktu. Paltosunun yakasını kaldırdı. Sokak karanlık, yerler ıslaktı. Her adımda, kulağına gelen bol elektro soslu alaturka müziğin sesi yükseliyordu. Kapının önünde bir iki kişi vardı.
Bara girmek için bodruma inmek gerekiyordu. İlk anda yüzüne çarpan havasızlık kokusu, sigara dumanı ve karanlık onu bir an sersemletmişti. Bir de kulak zarlarını zorlayan, kalbinin güm güm atmasına sebep olan yüksek sesli müzik. Bir an durmak ihtiyacı hissetti. Sahneden yayılan mor ışık gözlerinin ortama alışmasına yardımcı oldu.
Kenarda bir masa istemişti. Öyle de oldu. Garson onu kenarda bir masaya oturttu. Beyaz peynir, rakı ve su istedi. Bir şey yemek içinden gelmiyordu zaten. Hiç bir şey ısmarlamasa da olmayacaktı. Önce diken üstünde, sonra biraz daha rahat oturdu. En çekindiği şey, onu tanıyan birisinin orada olmasıydı. Fabrikadaki işçilerden, ustabaşılardan, evdeki o gece izinli olan görevlilerden biri mesela. Onun için, etrafına bakmamaya, dikkat çekmemeye çalıştı.
Ne diye gelmişti ki buraya? Müzik, hiç hoşlandığı bir tarz değildi. Baba ocağında iken radyodan yayılan türkü ya da Türk Sanat Müziği ile uzaktan yakından alakası olmayan bir müzik. Yabancı desen yabancı değil, yerel desen yerel değil. Tuhaf bir karışım. Beyaz peynir kireç gibi. Rakı desen, eh… O kadar buza rağmen bir türlü soğumuyor. Zaten rakı içmeyeli yıllar olmuştu. Artık şarap içiyordu. Yıllar içinde şarap ile ilgili iyi bir bilgi birikimi olmuş, zevki gelişmişti.
– O zaman ne halt ediyorsun burada, Kamil? diye aklından geçirdi.
– İçinde yaşadığın yapay ortamdan bunaldın, kendine yabancılaşmaktan bezdin, aslına dönmeye çalışıyorsun desem, o da doğru değil. Sen böyle bir ortamdan gelmiyorsun. Orta yaş bunalımını ben de bu şekilde mi yaşıyorum acaba? Millet sırf heyecan olsun, kendini genç hissetsin diye kızları yaşında kadınlarla beraber oluyor. Bu da onun gibi bir şey mi? Ait olmadığım, alt kültür ortamlarına girerek, gençken göze alamadığım şeyleri yapmaya heveslenerek, dirilmeye mi çalışıyorum?
Kamil bey bir iki saat kalmıştı orada. Kafasını fazla sağa sola çevirip dikkat çekmek istemediği için, göz ucuyla yapabildiği kadar incelemişti etraftaki masaları. Sahnedekiler fazla ilgisini çekmiyordu. Bir süre sonra yüksek perdeden çalan müzik başını ağrıtmaya başladı. Aynı anda kendini çok yorgun hissetti. Hesabı ödedi ve kalktı. Dışarı çıkınca yine paltosunun yakasını kaldırdı. Saat gece yarısını epeyce geçmiş, hava soğumuştu. Köşedeki otoparka doğru yürüdü. Eve dönerken, Hasdal viyadüğünün orada yine trans kadınları gördü. İstemsiz bir şekilde yavaşlamıştı. İçlerinden yeşil peluş paltolu olanı arabaya doğru bir hamle yapmış, sonra aniden geri kaçmıştı. O sırada kendi kalbi de hızla çarpmaya başladı.
– Yok artık! dedi kendi kendine.
Durmak gibi bir niyeti yoktu aslında. Niye yavaşlamıştı, bilmiyordu. Üzerinden bu kadar gün geçmesine rağmen çözememişti niye yavaşladığını.
Aniden önünde durduğu pencereden uzaklaştı. Telefonun ahizesini kaldırdı ve Elif’e, şoförü Metin’in 10 dakika içinde garajda hazır olmasını söyledi. Eşyalarını toparladı ve çıktı. Yolda, arabanın sağ arka köşesinde gittikçe artan alaca karanlığa gömüldü. Kapalı havada akşam karanlığı iyice erken basıyordu. Bir iki kere, dikiz aynasında bakışları Metin ile kesişti. Bu çocuğa da sanki son günlerde bir şeyler oluyordu. Yüzü hep solgun, vücudu hep yorgun görünmeye başlamıştı son zamanlarda. Hasdal viyadüğünün altına geldiklerinde bakışlarını dışarıya çevirdi. Karanlıkta ve arka koltukta kendini güvende hissetti. Henüz kimse yoktu ortalarda.
(Devam edecek)
Ülgen Özgül
© Tüm hakları saklıdır. Kaynak gösterilmeden ve izin alınmadan metnin tamamı veya bir bölümü yazılı, görsel ve diğer medya ortamlarında kullanılamaz.