Kamil Geçer camın önünde ayakta durmuş, ofisinin penceresinden dışarıyı seyrediyordu. Gözleri ile kar tanelerini aşağı kadar izliyordu. Plazanın bu katından aşağıdaki insanlar nasıl da küçük görünüyordu. Sağa sola koşturan bir sürü insan. Her biri ayrı bir dünya, ayrı bir gerçeklik. İnsan, hem sınıfsal hem de plazada fiziksel olarak, yükseldikçe kendi varlığını nasıl da tek gerçeklik olarak algılıyordu. Yine sıkıntılı idi. Yine içi daralıyordu.
Sabah toplantıyı kısa kesmişti. Artık çoğu iş otomatiğe bağlanmıştı. Epeydir yeni yatırım da yapmıyordu. İş konusunda eski heyecanı yoktu nedense. Bir an evvel oğlu büyüse, işleri devralsa diye istiyordu ama, o zamana daha çok vardı. Üstelik oğlunun aile işine pek hevesi varmış gibi görünmüyordu. Geçen iki yaz Kamil bey onu düzenli olarak işe getirmiş, arada fabrikaya da götürmüştü. Zorla geldiği, bir şey öğrenmeye hiçbir hevesi olmadığı o kadar belliydi ki, Kamil bey sinirlenmemek için kendini zor tutmuştu. Aklı fikri, bir yolunu bulup, erken kaçmak ve lüks bir kafe veya restoranda buluşan arkadaşlarına katılmakta idi.
– Kaan, oğlum, bak ilerde bu işleri sen yöneteceksin. Yeni atılımlar yapacaksın. Benim yaptıklarımı ileri taşıyacaksın. Şimdiden ısınmaya çalış.
Ne dese fayda etmemişti. Zaten, her yaz Amerika’da bir yaz okuluna gittiği için, zaman çok kısıtlıydı. Onun dışında, Bodrum’da tatil sanki doğal hakkıydı. Bir de Arzu oğlanın yanında,
– Çocuğu rahat bırak Kamil, diyordu sürekli.
Sırtını annesine dayayan Kaan, babasını hiç takmıyordu. Kamil bey düşündü de, bu durum bile umurunda değildi artık. Oysa oğlu doğduğunda neler hayal etmişti. Kaan’ı çekirdekten yetiştirecek, onun saygın bir iş adamı olmasını gururla izleyecekti. Acaba çok mu erkendi bunları düşünmek için? Bakarsın çocuk umulmadık bir zamanda değişir, onun istediği gibi olurdu. Sonra, bir yanı artık bunun da umurunda olmadığını hatırlattı ona. Evet, artık boş vermişti. Kaan’ın da, kızı Melis’in de dededen, babadan ve anneden gelecek hatırı sayılır bir servetleri olacaktı. Ne yaparlarsa yapsınlardı…
Evlendikten sonra, kendi annesi ve babası ile giderek daha az görüşmeye başlamıştı. Öyle bilerek, isteyerek değil. Hep çok işi olmuştu. Yıllarca böyle demişti kendine. Şimdi düşünüyordu da, belki de bilerek kaçmıştı onlardan. Belki değil… Bilerek kaçmıştı…. Düzenli telefon eder, bir ihtiyaçları varsa alır, yollar ya da yaptırırdı. Ama görmeye çok az gitmişti. Hele Arzu ile topu topu iki kere, o da başlarda gitmişlerdi. Onlar da oğullarının evine bir kere kalmaya gelmişlerdi. O zaman da, bir haftanın sonunda babası,
– Oğlum, biz sizi daha fazla rahatsız etmeyelim, demiş, Kamil de kalmaları için hiç ısrar etmemişti.
Zaten, topu topu iki akşam beraber olmuşlardı. Arzu ile Kamil normal yaşantılarını sürdürmüş, akşamları davetlere katılmışlardı. Bir akşam yemeğe misafirleri gelecekti. Kamil bey babasına,
– Baba, bizim bu akşam yemeğe misafirlerimiz var. Size üst katta bir sofra hazırlatacak Arzu. Annemle rahat rahat yersiniz, demişti.
– Tabii oğlum. Siz programınızı bizim için bozmayın, demişti babası.
Babasının sesinde bir kırgınlık yoktu. Belki kırılmıştı ama belli etmemişti diye düşündü. Belki de, babası sonradan yemekte diğer konuklarla birlikte Kamil’in kayınpederi ve kayınvalidesinin de bulunduğunu hizmetlilerden öğrenmiş ve o zaman üzülmüştü. Her ne ise. Bu konuda ikisi de tek bir sitem etmemişlerdi.
– Ezilmelerini istemedim. Düğündeki o eğreti, sığıntı halleri hala gözümün önünde. Aynı gerginliği ve çekingenliği daha küçük bir ortamda daha da fazla hissedeceklerdi. Onun için Arzu’ya itiraz etmedim onlara ayrı sofra hazırlatacağını söyleyince.
Bunca yıl sonra, nereden aklına geliyordu böyle şeyler? Yoksa, kırılan kendi olmuştu da kendi kendine itiraf mı edemiyordu?
Ertesi gün annesini ve babasını fabrikasına götürmüş, bir güzel gezdirmişti. Öğlen, özel konukları için yaptırdığı yemek salonunda birlikte yemek yemişlerdi. İkisi de çok mutlu olmuştu. Babası sık sık onunla ne kadar gurur duyduğunu söyleyip durmuştu. Annesi ve babası birkaç gün sonra yaşadıkları taşra şehrine geri dönmüşler, çok geçmeden de, altı ay ara ile bu dünyadan göçmüşlerdi. Önce babası, ardından annesi…
(Devam edecek)
Ülgen Özgül
© Tüm hakları saklıdır. Kaynak gösterilmeden ve izin alınmadan metnin tamamı veya bir bölümü yazılı, görsel ve diğer medya ortamlarında kullanılamaz.