İlkokuldayken, sınıfta boyu en önce ve en çabuk uzayan Saniye olmuştu. Birden bütün çocukların tepesinden bakmaya başlayınca kendini bir tuhaf hissetmişti. Sonra bir de alay etmeye başladıklarında çok üzülmüştü. Hele oğlanlar. Acımasızca dalga geçip, saçını çeker, evden okula ya da okuldan eve giderken, bir yolunu bulup, önüne çıkar, rahat bırakmazlardı. Saniye çaresizce, boyunun kendisine verilmiş bir ceza ya da bir lanet olduğunu düşünürdü. Boyunu biraz kısaltmak umuduyla kambur durmaya başlamıştı ama nafile. Alay etmeler, saçını çekmeler devam etmişti. Ta ki, sınıftakilerin boyu biraz uzayana kadar. O zaman, kızlı erkekli biraz daha az uğraşmaya başladılar Saniye ile. Gel gör ki, o akranları arasında hep en uzun olarak kaldı.
Yaşıtı kızlar birer birer evlenmeye başladılar. Saniye’nin talibi çıkmadı.
– Hiçbir erkek kendisine yukarıdan bakan karısı olsun istemiyor, diye düşündü.
Tam kendini evlenememiş kız olma fikrine alıştırıyorken, Metin’in ailesi oğulları için talip oldular Saniye’ye. Çok şaşırdı. Metin, sınıftaki diğer erkekler gibi olmamıştı hiçbir zaman. Onunla alay edip, rahatsız etmemişti. Zaten o, erkek çocuklardan da hep biraz ayrı durmuştu. Genellikle yalnız ya da ağabeyi ile gezerdi. Okul bittikten sonra, daha küçük yaştan itibaren kullanmaya başladığı aile minibüsünde çalışmaya başlamıştı. Saniye arada bir, aile büyükleri ile bir iş için kasabaya inmek gerektiğinde, binmişti Metin’in kullandığı minibüse. Hiç konuşmamış, birbirlerini tanımıyormuş gibi davranmışlardı.
Aslında Metin’le evlenmek için çok istekli olmamıştı ama ailesi bu kısmeti kaçırmamaya kararlıydı. Bir de, sonunda İstanbul’a taşınmak vardı. O kısmı cazip gelmişti. Düğünden birkaç gün sonra yola çıkmışlardı. Rıfat abi onları minibüsü ile getirmişti. İlk iki gün kayınpederinin bir akrabasının yanında kalmış, sonra aynı mahallede buldukları bu eve taşınmışlardı. Ev sahibi de aynı bahçe içinde bir evde oturuyordu.
Alışması birkaç hafta almıştı Saniye’nin. Büyükdere’nin sırtlarındaki bu yer hem köyleri gibiydi hem değildi. Çalışmaya gitmeyen kadınların hayatları, aynen köydeki gibi sürüyordu burada. Ev işleri, çocuklar falan. Ha, tabii tarlaya, bostana gidilmiyordu. Şehir hayatının getirdiği konfor da yok değildi. Eğer eşin iyi bir işte çalışıyorsa, taksitle alınan elektrikli eşyalar, mobilyalar… Bunlar iyiydi. Onun dışında, köydekine benzer fiziksel ve yaşamsal sınırlar içinde günlerini geçiriyorlardı. Farklı olanlar, mahallenin çalışan kızları ve kadınları idi. Kendilerine güvenli, dik yürüyüşleri ile değişiktiler. Akşam oldu mu döndükleri evlerde aynı sorunlara, baskılara, hatta şiddete maruz kalsalar da, onlar farklı geliyordu Saniye’ye. Gençlerin giyimleri de daha farklı idi. Sanki İstanbul havasını getiriyorlardı mahalleye.
İki bavul ve Saniye’nin tahta sandığı ile gelmişlerdi İstanbul’a. Galiba biraz da para vardı Rıfat abide. Alelacele somya, yatak, bir masa, üç sandalye, set üstü ocak ve küçük bir buzdolabı almışlardı. Sonra, Metin maaşını aldıkça, her ay eve bir şeyler aldılar. Abisi birkaç gün sonra dönmüştü köye. İki kişi olunca ve evde de fazla eşya olmayınca, işler çok çabuk bitiyordu. Saniye sıkılmaya başladı. Neyse ki, sokaktaki komşular önce hoş geldin demeye, sonra gelip gitmeye başlamışlardı. Saniye de onlara gitmeye başladı. Bazıları evlere temizliğe gidiyorlardı. Onlar iş dönüşü uğrarlardı.
Metin ile aralarında tuhaf bir mesafe vardı. Sanki onu hem tanıyor hem tanımıyor gibiydi. Allah için, yumuşak huylu bir adamdı. Öyle yerli yersiz dövmesi, sövmesi yoktu. Ama sanki aralarında görünmez bir duvar vardı. Pek konuşmuyorlardı. Geceleri yatakta da öyle talepkar değildi. Çoğunlukla ellemiyordu Saniye’ye. Birkaç ay geçip, köyden gelen telefonlarda çocuk durumu sorulmaya başlanınca bir hareketlenme olmuştu. O zaman da, değişmez kural, ışıkların illaki kapalı olması oluyordu.
Bir süre sonra, Saniye de haftada birkaç gün temizliğe gitmeye başladı. Karşı evde oturan Fatma ablanın gittiği evlerden birinin komşusu tanıdığı birisi olup olmadığını sorunca, o da iş dönüşü Saniye’ye uğrayıp,
– Kız bak iyi olur. Hem üç beş kuruş kazanırsın hem de sıkılmazsın. Gideceğin günleri de benim o tarafa gittiğim günlere denk getiririz. Beraber gider geliriz, dedi.
Metin itiraz etmeyince, Saniye işe başladı. Haftada üç gün Zekeriyaköy’de bir villaya temizliğe gidiyordu. Fatma abla ile birlikte gidiyor, birlikte dönüyorlardı. Gittikleri evler yanyana idi. Geniş, bakımlı bahçeleri vardı. İlk gittiğinde Saniye, evin büyüklüğünden ve ortamın lükslüğünden ürkmüştü. Acemiliğini belli etmemeye çalışmak onu daha da çekingen yaptı. Ama evin sahibi genç hanım güler yüzlüydü. Ona iyi davranıyordu. Yapmasını istediği şeyleri bir liste yapıp, buzdolabının kapağına mıknatısla tutturuyordu. Bilmediği şeyleri kibarca öğretiyordu. Öyle sadece işiyle ilgili şeyleri değil. Mutfakta tek başına öğle yemeği yiyecekse bile, çatalı nereye, kaşığı ve bıçağı nereye koyacağını gözüne sokmadan gösteriyordu.
Kolay alıştı Saniye. İşe gitmek hoşuna gitmeye başladı. Evde kaldığı günler sıkılıyor, işi özlüyordu. Zaten Metin akşam yemeğe seyrek gelmeye başlamıştı. Kamil beyi, bazen yanlız bazen de eşiyle birlikte, davetlere götürmesi gerekiyormuş. Böyle söylüyordu. Saniye hiç şikayet etmiyordu bu durumdan. Ufak bir televizyonları vardı artık. Yemekten sonra dizileri izliyor, sonra yatıyordu. Metin’in geldiğini kimi zaman duyuyordu. Çoğunlukla farkına varmıyordu.
İşe başladıktan yedi-sekiz ay sonra Saniye’de önce bir halsizlik, sonra mide bulantısı başladı. Hamile kalmıştı. İstemeye istemeye işe gitmeyi bıraktı. Başlarda epeyce sıkıldı ama, Zehra doğduktan sonra o da geçti. Kızı bütün gününü dolduruyordu. Gazı çok olan bir bebekti. Bütün gün gözünü kırpmıyordu. En fazla on beş-yirmi dakika dalıyordu. Yapması gereken işlerin arasında sık sık onu kucağına alması, gazını çıkarması gerekiyordu. Bütün gün uğraştıktan sonra, geceleri ikisi de neredeyse baygın yatıyorlardı.
Tam biraz rahatladım diye sevinirken, bu sefer de Zehra diş çıkarmaya başlamıştı. Çocuk sürekli mızıldanıyor, ne bulursa ağzına sokup, damaklarını kaşımak istiyordu. Akşamları zor uyumaya başlamıştı. Metin’in akşam eve gelmemesi daha iyi idi. Evde olsa, açık televizyon yüzünden, Saniye daha da zor uyuturdu Zehra’yı. Yeter ki, geç vakit geldiğinde gürültü yapıp, kızı uyandırmasın.
Saniye daldığı uykusundan bahçe kapısının gıcırtısı ile uyandı. Metin’in tarafına sırtını dönmüş, yatıyordu. Yanında Zehra’nın küçük yatağı vardı. Nefesini tuttu. Neyse, çocuk uyanmadı. O da yatağın içinde kıpırdamamaya özen gösterdi. Az sonra kapı açılır, Metin girerdi eve. En iyisi uyuyormuş gibi yapmaktı. Dışardan köpek havlamaları gelmeye başladı. Zehra uyanacak diye yine huzursuz oldu, gerildi. Belli belirsiz ayak sesleri geldi bahçeden. Anahtar kilitte döndü. Kapı yavaşça açıldı ve kapandı. Oda karanlıktı ama, Saniye yine de gözlerini kapattı.
Metin, yatak odasına girmeden üstünü çıkardı. Hem oturma odaları hem mutfak olan daha büyük odadaki sedirin üstüne eşyalarını el yordamıyla koydu. Karanlıkta soyunmaya alışmıştı. Çok yorgundu. Bedeni sızlıyordu. Banyoya gitti. Fazla gürültü çıkarmadan hızlıca yıkanması gerekiyordu. Aynaya baktı. Gözlerinin altı mordu. Dudağının kenarındaki kırmızı ruj izini gördü.
(Devam edecek)
Ülgen Özgül
© Tüm hakları saklıdır. Kaynak gösterilmeden ve izin alınmadan metnin tamamı veya bir bölümü yazılı, görsel ve diğer medya ortamlarında kullanılamaz.