Alaca Karanlıkta (10)

Fotoğraf: Ümit Özgül

Metin, bahçe kapısını fazla gıcırdatmamaya çalışarak içeri girdi. Gündüz rahatsız etmeyen o ses, gece olunca sanki yüz kat artıyor gibi oluyordu. İçinden kendine söylendi. Her seferinde, kapıyı ertesi gün yağlamayı aklından geçiriyor, sonra yine unutuyordu. Gecenin sessizliğinde yankılanan gıcırtının dinmesini beklerken, önce kapıyı eliyle sabit tuttu. Sonra yavaşça kapattı. Bir süre olduğu yerde durdu. Tek katlı, iki göz evlerinde bir ışık yanacak mı diye beklerken nefesini tuttu. Neyse, ışık falan yanmadı. Açıklamaları ertesi sabah yapmak daima daha çok işine geliyordu.

Karanlık bahçede eve doğru ilerledi. Her adımını dikkatli atıyordu. Etrafta bırakılmış bir kovaya, yağ tenekesine veya leğene takılmamak, yere düşmüş dallara basmamak için. Sessizlikte üzerine basılmış kuru dal parçalarının çatırtısı gürültü açısından çok tehlikeli olabiliyordu. Geçenlerde bir de çocuğun yerde kalmış lastik ördeğine basmış, çıkan sesi beklemediği için hem kendi korkmuş hem de Saniye duyup, uyanacak diye endişelenmişti.

Böyle gece geç vakit eve dönerken arada karısına yakalandığı da oluyordu. Başlarda biraz panik olsa da, artık alışmıştı bir şey uydurmaya. Yine de, çok hoşuna gitmiyordu eve döner dönmez Saniye’ye açıklama yapmak. Karısının uyanması bir yana, kızı Zehra da uyanmasa iyi olurdu. Yorgunluktan ölüyordu. Bu gece zor bir gece olmuştu. Zaten şu aralar diş çıkaran kızı uyanırsa, artık sabaha kadar uyuyamazlardı.

Dikkatlice yürümeye devam etti Metin. Uzaklarda köpekler havlamaya başlamış, onlara başka mahallelerden yanıt veren başka köpekler katılmıştı. Bir an evvel susmaları için sessizce dua etti. Bazı geceler bu it sürüleri bir iki havlamadan sonra susar, bazen de sanki onların bahçeden görünen Boğaz’ın karşı kıyılarından bile köpekler katılırdı bu havlamalara.

– Fazla uzatmadan sussalar bari, diye geçirdi içinden.

İki sene önce, evlendikleri zaman oturmaya başlamıştı Saniye ve Metin bu evde. Köyde evlenip, İstanbul’a gelmişler, sonra, ağabeyinin yardımıyla, bulmuşlardı bu evi. Onları yerleştirdikten sonra ağabeyi memlekete dönmüştü. Gitmeden Metin’i işe de yerleştirmişti. Daha önce, bir başka akrabaları Kamil beyin şoförlüğünü yapıyormuş. Denk gelmiş, akrabaları Avusturalya’ya göçmen olarak gitmeye karar verince, yerini Metin almıştı.

Araba kullanmayı da, kendisinden beş yaş büyük, Rıfat ağabeyinden öğrenmişti Metin. Köy ile kasaba arasında taşıma yaptıkları bir minibüsleri vardı. Daha ehliyet almadan, Metin de ailenin bu minibüs işinde dönüşümlü çalışmaya başlamıştı. Bu sayede, askerliği de iyi geçmişti. Ehliyeti olduğu için, acemilikten sonra, tugay komutanının makam şoförü olmuştu.

Askerlik dönüşü, kente göç nedeniyle köyün neredeyse yarısının boşaldığını görmüştü. Kendi gibi askere giden gençlerin çoğu döndüklerinde, artık köyde kendileri için bir gelecek olmadığına karar vermiş, büyük şehirlere gitmişlerdi. O da hep İstanbul’a gitmeyi hayal etmişti yıllarca. Ayrıca, köyde nüfus azaldığı için minibüs işinde onun yardımına da gerek kalmamıştı. Günde iki sefer yapmak yetiyordu. Daha fazlası, binenlerin azlığından dolayı, kurtarmaz olmuştu. Ailesi bir şartla razı oldu İstanbul’a gitmesine. Köyden uygun bir kızla evlenip, öyle gidecekti.

İşte öyle evlenmişti Saniye ile. Çok da istemeden, mecbur kaldığı için. İtiraz edecek olmuştu ama çok sert olan babası diretmişti. Birkaç ay içinde, ilkokulda aynı sınıfta okuduğu Saniye ile evlenmişti. Ha o, ha başkası. Metin için pek fark etmeyecekti. Bunu biliyordu.

(Devam edecek)

Ülgen Özgül

© Tüm hakları saklıdır. Kaynak gösterilmeden ve izin alınmadan metnin tamamı veya bir bölümü yazılı, görsel ve diğer medya ortamlarında kullanılamaz.

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.