Şirince

1906 yılında Aydın’da doğup, Büyük Mübadele ile Yunanistan’a göç etmek zorunda kalan yazar Dido Sotiriou, “Yeryüzünde bir cennet varsa, orası Şirince olmalı…” demiş, “Benden Selam Söyle Anadolu’ya” adlı eserinde. Ne de güzel söylemiş… Şirince gerçekten çok güzel ve şirin bir köy. Gerçi o, Kırkıca demiş çünkü bir Rum köyü olan Şirince’nin o zamanlar adı buymuş. Kırkıca, Kirkince, Çirkince derken, sonunda 1930’larda Şirince olmuş köyün adı.

Mübadeleden önce Şirince’de, 1800 kadar hane ve 5000 civarında bir nüfus varmış. Bugün 150 hanede 650 kadar kişinin yaşadığı söyleniyor. Göç eden Rumların yerine Makedonya’dan gelen göçmenler yerleştirilmiş. Köy içinde ve çarşıda dolaştığınız zaman, özellikle daha yaşlıların konuşmalarında bu Makedon aksanı hemen fark ediyorsunuz.

Bozburun’dan Şirince’ye gelmemiz yaklaşık dört saat sürdü. Kaldığımız Nişanyan Houses Hotel’e, köy merkezine girmeden ayrılan, dik bir yoldan çıkılıyor. Otel, ana binasının dışında, ondan fazla evde hizmet veriyor. Biz, ana binadaki (köşk deniyor)) bir numaralı odada kaldık. İçeriye adım atar atmaz buraya çarpıldım diyebilirim. Resepsiyon, ikinci kattaki oturma odası, kaldığımız oda, hepsi çok ince bir zevkle, detaylara önem verilerek döşenmiş. Sevan Nişanyan ile yapılan bir röportajda okuduğuma göre, eşyaların bazıları annesine aitmiş. Bir de sağa sola, kaldığımız odadaki çalışma masasına, sehpalara serpiştirilmiş kitaplar var. Öyle laf olsun diye konan kitaplardan değil. Hepsi ilgi çekici, kaliteli, yabancı dilde ve Türkçe kitaplar.

Nişanyan Evleri Oteli

Odamızın, yukardan tüm Şirince’ye hakim bir manzarası vardı. Köy, adına yaraşır bir güzellikte görünüyordu. Ayrıca, köyün iki ana kilisesi de, evlerin arasından, rahatlıkla seçilebiliyordu. Terasta, şahane bir gün batımından sonra, akşam yemeği yerken baktığımız köy manzarası ise bana Matera’yı anımsattı. Mimari olarak fazla benzemese de, sokak lambalarının sarımtırak ışıkları ve sessizliğin verdiği huzur duygusu bende bu etkiyi yarattı sanırım. Büyük şehir gürültüsünden sonra, bu sessizlikte, arada sırada köy köpeklerinin havlamaları dışında hiçbir gürültü olmadan, uyumak da ayrı güzeldi. Çocukluğumun sessizliğini özlemişim…

Otelden köy meydanına 330 metrelik bir yürüyüşle inebiliyorsunuz. İnişe başlamadan önce, otel personeli yukarı çıkışın oldukça zorlu olduğu konusunda uyarılarda bulunmayı ihmal etmiyor. İnerken ve dönerken yolunuzu kaybetmemeniz için, otel tarafından kritik köşelere kırmızı renkli oklar ve işaretler konmuş. Bunları takip ederek, kolaylıkla aşağı indik. Ancak, dönüşteki bazı işaretleri göremediğimiz için ufak bir kaybolma yaşadık. Gerçi bunun da hoş bir tarafı oldu…Yolumuzu ararken, birkaç kere geçmek zorunda kaldığımız bir evden arya sesleri geliyordu. Şan çalışması yapan birisi olsa gerek.

Köy meydanında bir şeyler yiyip, içebileceğiniz birkaç yer var. Biz de bir tanesinde karadut suyu içtik. Çok güzeldi. Ayrıca, gördüğüm kadarı ile, burada kumda Türk kahvesi yapımı yaygın. Masaların ortasında kum ile doldurulmuş çukurlar var.

Meydandan yukarı doğru çıkan sokaklarda yan yana dükkanlar sıralanmış. Daha çok yerel tekstil ürünleri, kekik, biberiye, sabun, zeytinyağı ve şarap satılıyor. Dükkan ve satıcıların sayısı ile karşılaştırılınca, yerli ve yabancı turist sayısının az olması insanı üzüyor.

Aziz John Kilisesi

Yerel şarapçılık gelişmiş bu yörede. Sokak aralarında, birbirinden güzel evlere bakarak, gittiğimiz Aziz John Kilisesi’nin (1873) mahzeninde de şarap satışı yapıyorlar. Burada tadımını yaptığımız meyve şarapları özellikle başarılı idi. Biz, mürdüm eriği şarabı aldık. Yemek sonrası, “digestivo” olarak ikram edilebilecek, güzel bir şarap.

Aziz John Kilisesinin Avlusu

Süren restorasyon nedeniyle, Aziz John Kilisesi’nin içini görmek mümkün olmadı. Ancak, avlusunu ve mahzeni görebiliyorsunuz. Avluda hediyelik eşya stantları ve de köy manzaralı bir cafe var. Köyün diğer büyük kilisesi, Aziz Demetrios karayoluna hakim bir noktada. Burası virane bir halde iken, restorasyon geçirmiş. Çalışmalar henüz tamamlanmamış gibi ama, içi gezilebiliyor.

Aziz Demetrios Kilisesi

Akşam yemeğini, otelin harikulade manzaralı terasında yedik. Yemekler çok lezzetli idi. Antrelerden, özellikle, tulum peynirli biber aklımda kaldı. Zencefilli tavuk ve keçiboynuzlu dondurmayı da çok beğendim. İçtiğimiz şarap ise, yakınlardaki Yedi Bilgeler isimli bir bağ ve şarap evinin ürettiği, uluslararası ödüller kazanmış, merlot şarabıydı. Garsonumuzun önerdiği bu şarap gerçekten çok kaliteli ve iyiydi.

Şirince’de Gün Batımı

Şirince’de bir gece kaldık. Çok zor ayrıldım buradan. İlerde mutlaka , birkaç günlüğüne gelip, çok yakındaki Efes harabelerinde çıkarılan son buluntuları tekrar görmeyi, Selçuk’u gezmeyi, ayrıca civardaki Nesin Matematik Köyü, Yedi Bilgeler bağları ve benzeri yerleri ziyaret etmeyi çok isterim. Bir de, birkaç gün o yeşillikler içindeki huzurlu bahçelerde kitaplara gömülmeyi…

Nişanyan Evleri Oteli

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.