Hava soğuk… Çok soğuk… Sanki Alplerden gelip, Apeninler boyunca aşağı doğru inen tüm soğuk hava atkımın ve beremin arasından bir yol bulup, ensemden aşağı iniyor. Çocuk bedenim titriyor. Vakit gece yarısına yakın. Sıcak yatağımdan kalkıp, bu soğuk havaya çıkalı çok olmadı… Bu kadar üşümemin bir nedeni de o belki.
Kar da yağıyor lapa, lapa… Siyah tay derisi botlarım var ayağımda. Her adımda, botlarımın altında ezilen taze kardan ses çıkıyor. Gecenin karanlığında Yvette, eşi, tatil için gelmiş olan iki yetişkin çocuğu ve ben uzaktaki bir ışık demetine doğru yürüyoruz…
Monte Terminillo’ya birkaç gün önce geldik. Burası, Roma’ya 100 kilometre kadar uzaklıkta bir kayak merkezi. Hayır, buraya kırmızı MG ile gelmedik… Soğuk havalar için uygun olmaması bir yana, bu kadar kişinin ve Yvette’in tüm tatil için yetecek kadar getirdiği her türlü erzak, içki, boş zamanlarında yapmaya bayıldığı yapboz vesairenin sığması mümkün değil o arabaya. Onun yerine büyük, lacivert, Citroen arabaları ile geldik.
24 Aralık akşamı, “Yvette kanunları” gereği yine erken yattım. Kendi evimde hafta sonu ve tatillerde istediğim saatte yatabiliyorum ama, Yvette ile birlikte olunca, bazı istisnalar hariç, hep erken yatılır ve itiraz kabul edilmez… Yalnız bu sefer gece yarısına doğru beni uyandıracağını, Noel ayinine gideceğimizi söyledi. Hem merak, hem de heyecan içindeyim ama, yine de uykuya dalabilmişim.
Artık Aziz Francesco kilisesine epeyce yaklaşıyoruz. Bizim gibi oraya yürüyen çok insan olduğunu fark ediyorum. Sessiz bir kalabalık. Herkes kilisenin içindeki sıcak havaya kavuşmanın sabırsızlığı içinde sanki… Beremin içinde kulaklarım, eldivenlerimin içinde ellerim üşümekten hissiz.
İşte geldik… O kadar çok kar var ki, kilisenin önündeki merdivenler diz boyu karla kaplı. Kürekle daracık bir yol açmışlar. Oradan tırmanıyoruz. Buz tutmuş basamaklarda kayıp düşmeyeyim diye elimden tutuyor Yvette.
Ne büyük mutluluk, içerdeyiz artık… Bu kez de, çok soğuktan sıcak bir ortama girdiğimiz için uyuşuyor her bir yanım. Ama bu tatlı bir uyuşukluk hali. Gözlüklerim buğulanıyor.
Ortalarda bir yer bulup, oturuyoruz. Ben Yvette’in sol yanındayım. Burası, İtalya’da görmeye alıştığım kiliseler gibi eski bir kilise değil. Modern bir kilise. 1949 yılında yapımına başlandığına göre, henüz yirmi yıllık bile değil. Sarı ışıklı aydınlatma, sağlı sollu sıralanmış şapellerdeki adak mumlarının ışıkları ve buhurdanlardan yayılan tütsü kokusu içimi ısıtıyor. Bir de küçük erkek çocuklarından oluşan koronun söylediği Noel şarkıları… Ön tarafta, “altar”ın hemen yanında, Noel için hazırlanmış küçük İsa’nın doğum canlandırması var. Oturduğumuz sıraların önündeki küçük raflarda dua kitapları duruyor. Henüz ayin başlamadı.
Papaz ve arkasında yürüyen iki yardımcısı içeri girince herkes ayağa kalkıyor.
“ In nomine Patris, et Filii, et Spiritus Sancti. Amen”…
Ayin boyunca etrafımı incelemeye devam ediyorum. Belli bir aşamada herkes diz çöküp, dua ediyor. Yvette, yolda gelirken de söylemiş olmasına rağmen, yine kulağıma eğilip, benim bunu yapmak zorunda olmadığımı söylüyor. Herhangi bir inanış veya ritüeli empoze etmemek konusunda çok dikkatli. Oysa onun zannettiği gibi rahatsız hissetmiyorum kendimi burada. Ben biraz daha küçükken, gezmek için gittiği bir kilisede dua ettiğini söyleyen dedem bana,” Çünkü orası da Allah’ın evidir” demişti. “Cami ve havra gibi…”.
Okulda da her sabah, siyah cüppesini giymiş başöğretmen Mr. Sunley’in yaptığı kısa bir konuşmadan sonra, Mrs. Alcock’un çaldığı piyano eşliğinde bir ilahi söyleniyor. Bu sırada Pakistanlı öğrenciler dışarı çıkıyorlar. Bana bir şey demiyorlar ama, dışarı çıkmadığım için tuhaf tuhaf bakıyorlar. Oysa ben, bunu sadece okul gününe güzel bir müzik eşliğinde başlamak olarak düşünüyorum. İlahiler, dağıtılan lacivert ciltli kitaplardan sözleri okunarak söyleniyor. Hepimizin en çok sevdiği bir tek ilahi var. Numarasını ezbere biliyoruz ve Mr. Sunley o gün söylenecek ilahinin numarasını söylediği zaman, eğer bu o sevdiğimiz ilahi ise çok seviniyor, neşe içinde birbirimize gülümsüyoruz. Çok değil, birkaç yıl sonra, henüz radikal İslamcı olup, Yusuf İslam adını almamış olan Cat Stevens bunu şarkı olarak “Teaser and the Firecat” albümüne alınca nasıl da hoşuma gitmişti.
“Morning has broken, like the first morning,
Blackbird has spoken, like the first bird…”
Noel ayini bitti…Yine dışarıdayız. Kiliseden adımımızı atar atmaz soğuk rüzgar yüzümüze kamçı gibi vuruyor. Bir saati aşkın süre boyunca ısınmış bedenim yine üşüyor. Geliş mi daha kötüydü, dönüş mü, karar veremiyorum. Kar durmuş, gökyüzü aydınlık, yıldızlar parlıyor…
Eve gelmek ne büyük mutluluk! Masif meşe yemek masasının etrafına oturuyoruz. Önce hediyelerimizi açıyoruz. Sonra Yvette kendi yaptığı Noel kekini getiriyor. İçinde kurutulmuş meyveler ve badem olduğunu biliyordum ama, üzerine konyak dökülüp, ateşe verilmesini hiç beklemiyordum doğrusu. Mavi ile mor arası alevlerin önce yükselip, sonra yavaş yavaş alçalıp, yok olmasını hayret ve heyecanla izliyorum. Kekimi yerken Yvette bana da çok az konyak koyuyor…
Çeşitli mezheplerden Hristiyan cemaat gittikçe azalmış olsa da, İstanbul’da da 24 Aralık Noel ayinleri çeşitli kiliselerde yapılıyor. Benim bildiğim, bunların en görkemlisi Beyoğlu, İstiklal Caddesindeki Saint Antoine Katolik Kilisesi’nde ve birkaç dilde oluyor.
İstiklal caddesine bir avlunun içinden, biraz içerlek bir konumdan bakan Saint Antoine Kilisesi ilk olarak 1725 yılında inşa edildi. Amaç, Osmanlı Saray’ına ve Devletine hizmet veren ve ticaretle uğraşan, başta İtalya ve Fransa olmak üzere, Katolik ülkelerin vatandaşlarına ve ailelerine hizmet vermekti. Bizim şimdi gördüğümüz kilise ise, İstanbul doğumlu İtalyan mimar Giulio Mongeri tarafından tasarlandı ve 1912 yılında hizmete açıldı. Kilisenin tam adı Sant’Antonio di Padua’dır.
Son yıllarda bazı, Hristiyan olmayan İstanbullular da Saint Antoine’daki Noel ayinini izlemeye başladılar. Kilisenin bu özel gün için süslenmiş hali hem görsel olarak insanın hoşuna gidiyor hem de bizimle bu topraklarda yüzyıllardır yaşayan Katolik vatandaşlarımızın ritüellerini yakından görmek, bence, aradaki bağları güçlendiriyor. Kilise cemaatinin bu konudaki tek şikayeti izlemeye gelenlerin bunu bir tür sosyal faaliyet gibi görüp, ayin sırasında gürültü yapmaları. Birkaç sene önce okuduğum bir röportajda kilisenin başrahibinin, “Müslüman kardeşlerimize Noel ayini sırasında kapılarımız daima açık. Bu aynı zamanda bir dostluk ve kardeşlik günüdür. Ancak, bazı misafirlerimiz bu olayı İstiklal civarında gittikleri bir barın veya yemek yedikleri lokantanın devamı olarak görmekte ve gürültü, patırtı yapmaktadırlar. Kendilerinden ibadetimize saygılı olmalarını rica ediyoruz ” dediğini hatırlıyorum.