Tanrıların Savaştığı Kent Troia: Çanakkale (4)

Çanakkale, Türkiye‘de en çok antik kent bulunan illerimizden biri. Sayısının 200’den fazla olduğu belirtilen bu antik kentlerin yüzey araştırmaları ve kazıları ağırlıklı olarak Çanakkale 18 Mart Üniversitesi‘nin öğretim üyeleri ve öğrencileri tarafından yürütülüyor. Coğrafi konum olarak çok stratejik bir noktada olması nedeniyle, antik alanların bu kadar çok olması aslında insanı şaşırtmamalı. İstanbul gibi, tarihin değişik zamanlarında iki kıta arasında her iki yöne doğru geçmek isteyen herkes (Yunanlılar, Persler, Makedonlar, Romalılar, Araplar) buralara gelmiş ve iz bırakmış. 1915 yılında Müttefik Kuvvetler tarafından yapılan son deneme ise, onlar için bir hezimet, bizim için destansı bir direniş ile tarihe geçmiş. Uzmanlar, Çanakkale Savaşları’nın geçtiği alanların da aslında arkeolojik kalıntılarla dolu olduklarını belirtiyorlar. Ne acıdır ki, savaş sırasında Fransız Kuvvetleri buralarda savaşırken bir yandan da kazılar yapmışlar. Özellikle, günümüzde Çanakkale Şehitler Abidesi‘nin bulunduğu yerdeki Elaeus antik kentinin mezarlık alanında (nekropol) yaptıkları kazılar sonucunda burayı talan etmişler. Elaus’tan götürülen beş lahit, mücevherler, çanak çömlek ve diğer farklı objeler günümüzde Paris‘teki Louvre Müzesi‘nde sergileniyorlar. Kentin büyük bölümü savaş sırasında top atışleri nedeniyle tahrip olmuş. Günümüzde, kentin sadece sınırları ve sur duvarları tesbit edilebilmiş.

Homeros
Troia Müzesi

Bildiğiniz gibi, tarihte en az 1915 Çanakkale Savaşları kadar ünlü bir diğer savaş da yine bu topraklarda yapılmış. Sözünü ettiğim yer elbette Troia. Antik Çağ’da şüphesiz, günümüzde bilmediğimiz ya da üstünde durmadığımız, daha pek çok savaş olmuştur. Onların hiçbiri, Troia Savaşı kadar evrensel bir tanınırlığa ulaşmamıştır. Arkeoloji ve tarihle uzaktan yakından ilgisi olmayanlar bile tahta atın hikayesini bilirler. İnsanlığın, bu tanınırlığı borçlu olduğu kişi, büyük ozan Homeros‘tur. Eğer Homeros bu savaşı yaklaşık 500 yıl sonra dizelere dökmemiş olsaydı, büyük olasılıkla Troia Savaşı da sadece antik dönemin diğer birçok savaşı kadar ilgimizi çekecekti. Homeros, ünlü İlyada adlı eserinde, on yıl süren bu savaşın son yılında geçen elli bir günü bize sunar. Ama, geriye dönüşlerle savaşın çıkış noktasını ve gelişen olayları da öğreniriz. Öte yandan İlyada, olayların sadece kuru kuru anlatıldığı bir eser değildir. Edebi olarak son derece güzel, kimi yerlerde dokunaklı kimi yerlerde son derece heyecanlı anlatımlar vardır. İlyada’yı okuyanlar bilirler. Özellikle, gerek kahramanların birebir dövüşleri gerekse genel savaş sahneleri son derece canlı bir şekilde anlatılmıştır. Ben okurken çok heyecanlandığımı hatırlıyorum.

Polyksena Lahdi (M.Ö. 520-500)
Troia Müzesi

Troia Savaşları denince herkesin ilk aklına gelen tahta at öyküsü, İlyada’da değil, Odysseia‘da anlatılır. Homeros, İlyada’yı Troialı Prens Hektor‘un cenaze töreni ile bitirir. Tahta at hilesini ve savaşın sonunu Odysseia‘daki anlatımla öğreniriz. Bu ikinci kitap aslında, Odisseus‘un savaştan sonra, kralı olduğu vatanı İthaka‘ya dönmeye çalışırken başından geçenleri anlatır. Odisseus, Troialılara karşı savaşta yer almış Aka (Yunan) krallarından biridir. Esasen, savaşın sona ermesinde de rolü büyük olmuştur çünkü, tahta at fikri onundur. Odisseus’un türlü maceralarla dolu eve dönüş yolculuğu da on sene sürer. Ama ozan, bir geri dönüşle, Troia Savaşı’nın sonunu da bize söyler. Bazı tarihçilere göre, Troia atı tarihte hiç var olmamış, Homeros tarafından, tanrı Poseidon‘un simgesi olan at için bir metafor olarak kullanılmıştır. Poseidon, denizler tanrısı olmanın yanında, aynı zamanda depremler tanrısıdır da ve at, Akaların deprem nedeniyle yıkılan sur duvarları sayesinde Troia’yı ele geçirmelerini temsil etmektedir.

Polyksena Lahdinin bir yüzünde yer alan, Troia Kralı Priamos’un ve Kraliçe Hekabe’nin küçük kızları Polyksena’nın kurban edilme sahnesi

Homeros’un Troia Savaşı anlatımında sadece insanlar değil, tanrılar da taraf tutar ve savaşırlar. Zaman zaman insan şekline bürünür ve aşk, nefret, gurur, kıskançlık gibi insani duygulara kapılırlar. Savaşın bizzat çıkışı da böyle değil midir? Troia kralı Priam‘ın oğlu olan Paris‘in Afrodit‘i üç tanrıça arasında en güzel seçmesi ile başlamamış mıdır bütün olaylar? Kendilerini aşağılanmış hisseden Hera ve Athena o kadar kızmışlardır ki, Akaların tarafını tutmuşlardır. Üstelik Athena, kuruluşundan beri Troia şehrinin koruyucusudur ve burada kendisine adanmış bir tapınak bulunmaktadır. Tanrılar arasında Afrodit ve Apollon savaşın başından sonuna kadar Troialıların yanında kalmışlardır.

Günümüzde savaşların çıkış nedenlerini tabii ki tanrıların gazabına dayandırmıyoruz. Troia Savaşı da büyük olasılıkla, Troia’nın zenginliğinden gözleri kamaşan ve bu verimli toprakları ele geçirmek isteyen Yunan halklarının (Akaların) buraları ele geçirme savaşıdır. Ancak, savaş çetin olmuştur. Kent duvarları o kadar sağlamdır ki, Troia’yı ancak bir hile (veya deprem) ile ele geçirebilmişlerdir.

Troia ya da Troya, isim açısından halen süren tartışmaların konusu. Son zamanlarda toplum içinde veya sosyal medyada, eskiden alışkın olduğumuz şekilde, Truva demeye görün… Eleştiriler gecikmeyecektir. Çocuklukta öğrendiğimiz, zamanın tüm turistik tabela ve broşürlerinde geçen Truva ismi, antik kentin Fransızca ismi olan Troie‘den Türkçeye geçmiş. Ancak daha sonra, aralarında Azra Erhat‘ın da bulunduğu uzmanlar, kentin Yunancada Troia olarak geçtiğini ve bu şekilde anılması gerektiğini belirtmişler. Aynı kelimenin Türkçe okunuşu olarak Troya da kullanılmaktadır. Tarihte Troia’nın adı daha da çok çeşitlilik göstermiş. Kentten Yunanca, Troia’nın dışında, Ilion; Latince Ilium; Hititçe Wilusa ya da Truwisa olarak da söz edilmiş.

Prof. Dr. Manfred Osman Korfmann (1942-2005)
Kaynak: www.troiavakfi.com

Troia (Troya) antik kenti 1998 yılından beri UNESCO Dünya Mirası Listesi‘nde bulunuyor. Bunun gerçekleşmesi için, Troia’da 25 yıl boyunca çalışmalar yürüten, Tübingen Üniversitesi‘nden Prof. Dr. Manfred Osman Korfmann‘nın (1942-2005) çok büyük çaba gösterdiği belirtiliyor. Bir Anadolu ve Troia aşığı olan Prof. Korfmann 1981 yılında başladığı yüzey araştırmalarının ardından, 1988-2005 yılları arasında hem Troia’da hem de Troas bölgesinde (günümüzün Biga Yarımadası) yaptığı kazılarla bölge arkeolojisine çok büyük katkılar yapmış. Ayrıca, Troia çevresinin korunması için bu bölgenin Tarihi Troya Milli Parkı yapılmasına ön ayak olmuş.

Manfred Osman Korfmann Kütüphanesi
Çanakkale şehir merkezinde bulunan kütüphane, 19. yy. sonunda Surp Kevork Ermeni Kilisesi’nin Sübyan Okulu olarak yapılmış binada hizmet veriyor. Bina belediye tarafından satın alınarak, restore ettirilmiş ve vakfa tahsis edilmiş. Kütüphane 2007 yılında açılmış.
Kaynak: www.troiavakfi.com

Çok iyi Türkçe konuşan ve çalışmaları sırasında civardaki köylülerle çok iyi ilişkiler kuran Profesör Korfmann, Türk vatandaşlığı da alarak adına Osman’ı da eklemiş. Genç yaştaki ölümünün ardından, ailesi binlerce kitap, makale ve basılı eserlerini kendi kurduğu Çanakkale Tübingen Troia Vakfı‘na bağışlamış. Şimdi öğrenciler, akademisyenler ve arkeoloji meraklıları, vakfın Çanakkale’nin merkezindeki kütüphanesinden yararlanıyorlar.

Troia Müzesi

Korfmann’nın en büyük hayali ve bir anlamda vasiyeti, Türkiye Devleti’nin Troia antik kentinin yakınında dünya standartlarında bir müze açması olmuş. Ne mutlu ki, Korfmann’ın bu dileği yerine getirilmiş. Günümüzde Troya (Troia) Müzesi, çağdaş müzeciliğin ülkemizdeki göğüs kabartan nadide örneklerinden birisi. Çanakkale gezimizin en önemli nedenlerinden biri Troya Müzesi idi diyebilirim. Gerek Troia antik kenti gerekse müze aslında daha çok sayıda ziyaretçiyi hak ediyor. Dilerim, mevsimsel bir nedenden dolayıdır ama, biz gezerken olması gerekenden çok az sayıda ziyaretçi vardı. En az Efes kadar önemli bu ören yeri ve müzenin, hem yurt dışında hem yurt içinde, daha çok tanıtılması gerekiyor. En azından arkeolojiye ilgi duyan herkes gitmeli diye düşünüyorum.

Müze girişi

Müze, Çanakkale Merkez ilçesine bağlı, Tevfikiye köyünün yakınında. Binanın inşaatına, yapılan bir proje yarışmasından sonra, 2013 yılında başlanmış. Ziyarete 2018 yılında açılmış. Üç katlı müze, 12.765 metrekarelik kapalı alanıyla son derece ferah ve rahat gezilen bir mekan. Katlar arasında merdiven yerine rampalar yapılmış. Müzede sadece Troia’dan çıkarılan eserler değil, Troas bölgesinin diğer belli başlı antik kentlerinden (Assos, Tenedos (Bozcaada), Parion, Alexandria Troas, Smintheion, Lampsakos, Tavolia, İmbros (Gökçeada)) çıkarılmış eserler de sergileniyor. Giriş katında bulunan bu eserler daha önce Çanakkale Arkeoloji Müzesi‘nde sergileniyorlarmış. Şimdi hepsi, Troia ile beraber aynı çatı altında toplanmışlar.

Troia’nın farklı dönemlerine ait buluntular
Müzenin giriş katında, Bozcaada (Tenedos) ve Gökçeada (İmbros) da dahil olmak üzere, antik Troas bölgesinin önemli antik yerleşimlerinden eserler sergileniyor.
Dardanos Afroditi (M.Ö. 1.yy.)
Troya Müzesi, Çanakkale
Müzede sergilenen bu 31,5 cm boyutundaki heykelcik Dardanos’da bulunmuş. Heykelin, Praxiteles tarafından yapılan, antik çağın ünlü Knidos Afroditi’inin bir kopyası olduğu belirtiliyor. Knidos Afroditi maalesef günümüze ulaşmamış. Dardanos antik kenti günümüzde Çanakkale 18 Mart Üniversitesi kampüsünün içinde bulunuyor.

Troia Müzesi, kısa zamanda uluslararası ödüller almış bir müze. Sadece eserler açısından değil, içerdiği açıklamalar ve aktardığı bilgi açısından da çok zengin. Bu açıdan, katlar arasındaki rampalar bile değerlendirilmiş. İnsanın herhangi bir müzede geçirdiği süre, konuya duyduğu ilgiye bağlı oluyor. Biz Troia Müzesi’nde dört buçuk saat kaldık. Herkes bu kadar kalmayı tercih etmeyebilir. Ancak, kullanılan çeşitli modern odyovizüel teknoloji ile arkeoloji ile en az düzeyde ilişkisi olan ziyaretçilerin bile ilgisini çeken köşeler var. Bu arada elbette, 2004 yılında çekilen ve Brad Pitt‘in Akhilleus rolünü oynadığı Troy filmi de kullanılmış. Yunan mitolojisinin en bilinen kahramanlarından biri olan Akhilleus, Aka ordusunda savaşan büyük bir savaşçıdır. Kendisi aynı zamanda bir yarı tanrıdır. Annesi su tanrıçası Thetis, babası Phthia hükümdarı Kral Peleus‘dur. Annesi onu sol topuğundan tutarak ölümsüzlük ırmağında yıkadığı için, vücunda ölümcül yara alabileceği tek yer orasıdır. Troialı Paris de, Akhilleus ile dövüşürken, onu attığı ok ile sol topuğundan vurarak öldürür.

Heinrich Schliemann (1822-1890)
Kaynak: www.wikipedia.org
Schliemann’ın Yunanlı eşi Sophia’nın Troia hazinesinden bazı parçalarla çektirdiği fotoğraf. Hazine 1873 yılında bulunmuştu.
Kaynak: www.wikipedia.org

Müzenin en ilgi çekici yerlerinden biri altın takıların bulunduğu bölüm. Her ne kadar zamanında Heinrich Schliemann‘ın kaçırdığı hazineye içimiz yansa da, Troia Müzesi’nde sergilenenler de hiç de azımsanacak nitelikte değiller. Schliemann’ın Almanya’ya götürdüğü bu hazineyi, karlı bir kış günü Moskova‘daki Puşkin Müzesi‘nde görmüştüm. Çok zengin bir müze olan Puşkin Müzesi’ne ben sadece bu hazineyi görmek için gitmiş ama, müzenin geri kalanını da gezebildiğim kadar gezmiş ve çok beğenmiştim. Schliemann’ın Troia Kralı Priamın hazinesi olduğunu sandığı Troia Hazinesi‘nin büyük bir kısmı, II. Dünya Savaşı sırasında Ruslar tarafından Moskova’ya götürülmüş. Kalanı Avrupa’nın farklı müzelerine dağılmış. Günümüzde, arkeolojik bulgular aslında Schliemann’ın büyük bir zamanlama hatası yaptığını ortaya koymuş. Homeros’un İlyada’sı ile bir bağ kurma konusunda ısrarlı olan Schliemann’ın Priam’ın hazinesi olarak ilan ettiği takıların aslında o dönemden en az 1250 yıl daha eski oldukları saptanmış.

Puşkin Müzesi, Moskova
Schliemann’ın kaçırdığı Troia hazinesini
2013 yılında Puşkin Müzesi’nde görmüştüm. 1945 yılında Moskova’ya götürülen eserlerin varlığını Ruslar 1993 yılında resmi olarak kabul etmişlerdi.
Schliemann kaçırdığı hazineyi, Paris’teki Louvre ve St. Petersburg’daki Hermitage müzeleri dahil olmak üzere, Avrupa’nın belli başlı müzelerine satmak istemiş ama başarılı olamamış. Sonunda Berlin şehrine armağan etmiş. Günümüzde bu hazine, Moskova ve St. Petersburg
dahil olmak üzere, dünyanın yedi ayrı kentinde,
sekiz farklı mekana dağılmış bulunuyor.

Troia Müzesi’nde sergilenen altın takıların bir kısmı Biga Yarımadası’nın (antik Troas bölgesi) farklı yerlerinden çıkarılmış. Bir bölümü, İstanbul Arkeoloji Müzesi‘nin koleksiyonundaki, Schliemann’ın kaçırdığı eserlerden geriye kalanlardan oluşuyor. Diğer bir bölümü ise, 1966 yılında Pennsylvania Üniversitesi Arkeoloji ve Antropoloji Müzesi koleksiyonuna katılan eserler. Daha sonra yapılan incelemelerle bu hazinenin aslında Troya’ya ait oldukları saptanmış. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın girişimleri ile söz konusu eserler 2012 yılında Türkiye’ye getirilmişler. Müze tarafından yapılan açıklamada, bu konuda Pennsylvania Üniversitesi Müzesi yetkililerinin iyi niyet ve iş birliği gösterdiklerinden de söz ediliyor.

Troia Müzesi’nde sergilenen altın takılar.

Müzenin üst katlarında, Troia antik kentinin çeşitli dönemlerine ait eserler sergileniyor. Troia, M.Ö. 3000 yılına uzanan tarihi ile, 5000 yıllık bir kent. En önemli özelliklerinden birisi, neredeyse 3000 yıl kesintisiz yaşamın var olduğu bir yer olması. Şehir olarak, her biri tarihsel olarak birbirini takip eden, on farklı katmandan oluşuyor. Deprem bölgesinde olması ve kullanılan malzemenin ağırlıklı olarak kerpiç olması nedeniyle, her katman bir öncekinin üstüne yapılmış ve böylece, 19. yüzyıla gelindiğinde, 15 metre yüksekliğinde bir höyük (Hisarlık) halini almış.

Troia Müzesi’nde sergilenen altın eserlerden bir bölümü, 2012 yılında Pennsylvania Üniversitesi Arkeoloji ve Antropoloji Müzesi’nin iade ettiği eserlerden oluşuyor

Troai’nın dönemleri Prof. Korfmann tarafından şu şekilde sıralanmış:

– Troia I (yaklaşık M.Ö. 2920-2350)

– Troia II (yaklaşık M.Ö. 2350-2250)

– Troia III (yaklaşık M.Ö. 2250- 2200)

– Troia IV/V (yaklaşık M.Ö. 2200-1740)

– Troia VI (yaklaşık M.Ö. 1740- 1180). Troai kültürünün doruğa ulaştığı ve Homeros’un bize ulaştırdığı Troia savaşının geçtiği dönem olarak kabul ediliyor. Uzmanlara göre, savaş bu dönemin kapanmasına neden olmuş.

– Troia VII (yaklaşık M.Ö. 1180-700)

– Troia VIII (yaklaşık M.Ö. 700- 85) Yunan Ilion dönemi.

– Troia IX (yaklaşık M.Ö. 85-M.S. 500) Roma Ilium dönemi.

– Troia X (yaklaşık M.S. 500-M.S. 14. yy) Bizans Ilion dönemi.

Gerçekte şehrin katmanları on ile sınırlı değil. Yukarıda sıralanan her dönem de kendi içinde birkaç katman oluşturmuş. Örneğin, Erken Bronz ile Erken Demir Çağı arasına karşılık gelen Troia I ve Troia VII arası dönemlere ait katmanlar aslında elliden fazla tabakaya denk geliyormuş. Şehrin yıkıntı haline gelerek yeniden inşa edilmesine depremler kadar, yangınlar da sebep olmuş.

Ana tanrıça Kybele heykelciği
Pişmiş toprak, Helenistik Dönem, M.Ö. 4. yy.
Troya kazısından
Erken Helenistik Dönem kutsal alanlarında sıkça rastlanan atlı adam plaketlerinden bir örnek. Terakotadan (pişmiş toprak) yapılan bu plaketlerde canlandırılan süvarinin, Troialıların atası, Dardanos olduğu öne sürülüyor. Dardanos, Semadirek Adası’nda doğmuş ve Dardanos kentini kurmuş. Torunu Ilus, Troia’nın kurucusu imiş. Tarihte, Troia’nın diğer isimlerinden Ilion/Ilios onun adından türetilmiş.

Tarihte Troya’ya ilgi hep çok olmuş. İmparator Konstantin (306-337) İstanbul‘dan önce burayı Doğu Roma İmparatorluğu‘nun başkenti yapmayı düşünmüş. Hatta bu amaçla burada yeni binalar inşa ettirmeye de başlamış. Daha sonra, stratejik olarak daha uygun bulduğu Byzantion (İstanbul) şehrinde karar kılmış. Troia’nın bir diğer özelliği de, tarihte pek çok farklı milletin kökünü Troyalılara dayandırması olmuş. Sadece daha yaygın olarak bilinen Romalılar ve Türkler değil, Frenkler, Burgonyalılar, Normanlar ve Britonlar da Troyalıların ataları olduklarını öne sürmüşler. Romalılar M.Ö. 3. yüzyıldan itibaren buna inanmaya başlamışlar ve savlarını yine Homeros’a dayandırmışlar. Homeros’un destanında, yenilgiden sonra Troyalı Aeneas kaçar. Troialı bir asil ve büyük bir savaşçısıdır. O da, düşman taraftaki Akhilleus gibi, bir yarı tanrıdır. Babası, Troialı prens Anchises, annesi tanrıça Afrodit’tir. Onun İtalya‘ya giderek Roma‘yı kurmasını ise Romalı şair Vergilius (M.Ö. 70-19), Aeneas isimli epik şiirinde anlatır. Julius Sezar‘ın soyu da Aeneas’ın oğlu, Iulus‘a dayandırılır. Söylentiye göre, Sezar’ın da hayali, Troya’da yeni bir başkent kurmakmış ama öldürülmesi bunun gerçekleşmesine engel olmuş.

Hitit Kralı Büyük Muvattali’nin Troya Kralı Aleksandu ile M.Ö. 1280 yılında imzaladığı anlaşma. Bu anlaşma ile, Troialılar Mikenlere karşı Hititlerle müttefik olmuşlar.
Kotyle (Derin Şarap Kasesi), Pişmiş Toprak, Arkaik Dönem, M.Ö. 6. yy.

Bildiğiniz gibi, Troialıların Türk oldukları ile ilgili olarak da bir sav var. İşin ilginç tarafı, sadece Türkiye’de belli bir kesim değil, tarihte bir dönem yabancı kaynaklar da bu iddiada bulunmuşlar. 14. yüzyılda İtalyan ve Fransız tarihçiler, Latince Türkler için kullanılan “Turci” kelimesinin, şair Vergilius’un Aeneas destanındaki Troyalı kahraman Teucri‘den geldiğini öne sürerek Troialılar ile Türkleri ilişkilendirmişler. Avrupa’da bir dönem çok kabul gören bu görüş, Fatih Sultan Mehmet‘in Doğu Roma’nın başkenti Konstantinopolis‘i fethetmesinden sonra, inkar edilmeye başlanmış. Günümüzde bilim adamları Troialıların kökenlerinin Türklerle bağlantısı konusunda bilimsel bir kanıt olmadığı görüşündeler. Çok saygı duyduğum Prof. Dr. İlber Ortaylı‘nın dediği gibi ben de, elde bilimsel bir kanıt olmadığı sürece bu tür iddiaların doğru kabul edilemeyeceği inancındayım. Akademisyenler bu konuya çok temkinli yaklaşmakta ve Troialıların kökeni ve kullandıkları dil konusunda kesin bir şey söylenemeyeceğini yazmaktalar. Bazı bulgulara dayanarak, konuşulan dilin, Anadolu halklarından Luvilerin ve Hititlerin dillerine benzediğini belirtmekteler. Bu iki halkın kullandığı dil Hint-Avrupa dil grubuna aittir. Türkçe ise, bildiğiniz gibi, Ural-Altay dil grubunun bir parçası.

Helenistik dönemden terakotalar

Durum böyle olunca, tarihte Troialıların intikamını aldığını söyleyen de çok olmuş. Örneğin, İstanbul’u yakıp yıkan 4. Haçlı Ordusu yaptıklarını bu intikam ile haklı göstermeye çalışmış. Fatih Sultan Mehmet’in de 1462 yılında bu bölgeyi ziyaret ettiği ve Troyalıların intikamını aldığını söylediği yazılmıştır. Fatih’in Troya’ya özel ilgisi hiç şüphesiz, Yunanca aslından okuduğu İlyada destanından kaynaklanmaktadır. Fatih’in bu kişisel İlyada kitabı günümüzde Topkapı Sarayı Kütüphanesi‘nde saklanıyor. Yirmi sene kadar önce bu el yazması eseri, İstiklal Caddesindeki Yapı Kredi Kültür Merkezi’nde açılan bir sergide görme fırsatım olmuştu. Atatürk‘ün de 1922’de Dumlupınar‘da Troyalıların alınan intikamı ile ilgili yanındaki subaylara benzer bir ifade kullandığı söylenir: “Dumlupınar’da Hektor’un öcünü aldık”. Buradaki gönderme açıkça Anadolu’nun Akalara karşı intikamı olsa gerek. Zira, Troia savaşında, Anadolu’nun yirmi iki farklı bölgesinden müttefik kuvvetler savaşa katılmışlar; Dardanoslular, Sestoslular, Abydoslular, Likyalılar, Karyalılar, Frigyalılar, Trakyalılar Akalara karşı Troialılarla birlikte savaşmışlar.

Afrodit heykeli (M.Ö. 1.yy- Helenistik dönem)

Müzeyi gezdikten sonra, Troia antik kentine gitmeden önce, bir şeyler yiyelim dedik. Müzenin hemen karşısındaki ufak bir aile işletmesinde gözleme yedik. Çanakkale’de bu tür işletme çok. Aydınlık yüzlü, kibar insanlar işletiyorlar. Az yağlı, hafif çıtır gözlemeler de, köfteler de çok leziz, bir o kadar da hesaplı oluyorlar. Gelibolu tarafında yemek yediğimiz Doyumlar aile işletmesi için de aynı şeyleri söyleyebilirim.

Troia’da, Odeon’da bulunan
Roma İmparatoru Augustus kafası.
Aynı yerde bulunan İmaparator Hadrianus heykeli

Antik Kent ile müzenin arası oldukça yakın. Araba ile birkaç dakika sürüyor. Aslında Troia, üst üste çok sayıda kat olması nedeniyle, gezmesi diğer antik kentlere göre oldukça zor olan bir yer. Burayı ziyaret etmeyi düşünen bir kişi Efes gibi bir yere geleceğini düşünmemeli. O nedenle, sizi şehrin girişinden itibaren yönlendiren bir platform yapılmış olması son derece akıllıca. Yapısı gereği, söz konusu platform olmadan ziyaretçilerin kenti iyi bir şekilde gezmesi pek mümkün olmazdı. Bu anlamda, Troia’yı çok iyi düzenlenmiş buldum. Kırk küsur sene önce gördüğüm zaman gerek girişi gerekse kentin içi karmakarışık ve toz toprak içindeydi. Gezi yolunu takip ederek ve önemli noktalara konmuş ayrıntılı açıklamaları okuyarak, Troia’yı çok güzel gezebiliyorsunuz. Bu yazıyı yazarken, ben ayrıca müzeden aldığım, Prof. Korfmann’ın yazdığı rehber kitabından da çok yararlandım.

Troia Antik Kenti’nin girişinde sizi ilk olarak tahta at canlandırması karşılıyor. Tahta at, 1975 yılında İzzet Senemoğlu tarafından yapılmış. Çanakkale’nin içinde, kordon boyunda sergilenen bir tahta at daha bulunuyor. Bu ikinci at, 2004 yılında çekilen Troy filmi için yapılmış ve çekimden sonra Warner Bros şirketi tarafından Çanakkale’ye hediye edilmiş.
Kentin güney girişindeki savunma duvarları
Erken Bronz Çağı, M.Ö. 2920-2600. Erken ve Orta Troia I dönemi

Bildiğiniz gibi, Troy filmi çekilirken, filmin neden Türkiye’de çekilmediği çok konuşulmuştu. Film, Malta ve Meksika‘da çekilmişti. Bazıları, filmin antik kentte çekilmesinin en doğrusu olacağını düşünmüştü. Antik kentlerin film seti olarak kullanılmasının son derece zararlı olması bir yana, kentin çok katmanlı yapısı nedeniyle, bu Troia’da zaten mümkün olamazdı.

Troia II (yaklaşık M.Ö. 2660-2250) dönemine ait savunma duvarı ve kentin güneybatı giriş kapısına çıkan rampa. Schliemann, yurt dışına kaçırdığı hazineyi 1873 yılında bu giriş kapısında bulmuş.
Megaron
Troia II-III dönemi, yaklaşık M.Ö. 2300-2200
Megaron, bildiğimiz Grek tapınak planının öncüsü olan, giriş ve ana mekandan oluşan, dar ve uzun bir yapı. Doğrudan kalenin savunma duvarına bitişik yapılmış. 1998-1999 kazıları sırasında ortaya çıkarılmış. Yanmış arpa tanelerinden buranın yangın geçirdiği anlaşılmış.
Taş temel üzerine, kerpiç duvarlar yapılmış.
Megaronun yaslandığı pişirilmiş kerpiçten kale duvarları

Prof. Dr. Manfred Osman Korfmann’ın vefatından sonra, kazıları 2012 yılına kadar Tübingen Üniversitesi, Prehistorya ve Protohistorya Bölümünden, Prof. Dr. Ernst Pernicka ve Dr. Peter Jablonka aynı ekiple sürdürmüşler. 2013 yılından itibaren Troia kazıları Prof. Dr. Rüstem Aslan başkanlığındaki bir ekip tarafından yürütülüyor. Prof. Dr. Rüstem Aslan da, İstanbul Üniversitesi‘nden sonra, Tübingen Üniversitesi’nde yüksek lisans ve doktora yapmış bir bilim insanımız.

Kutsal Alan
Troia VIII-IX, M.Ö. 8 yy.ın erken evrelerinde yapıldığı tahmin ediliyor. Troia VI-VII döneminin aşağı kentinin kalıntıları içine yapılmış ve etrafı duvar ile çevrilmiş. Alanda birden fazla sunak yeri var. Antik dönem kaynakları ve yapılan kazılardan Troia’nın Grek ve Roma dönemlerinde önemli bir dini merkez olduğu anlaşılmış. Alanın ortasında, örnekleri Troia Müzesi’nde sergilenen çok sayıda terakota Kybele heykeli ve Dardanos’u canlandıran atlı süvari plaketleri bulunmuş.
Kentin Roma döneminden (Troia IX) kalma Odeon
Troia Müzesi’nde sergilenen İmparator Augustus kafasının ve
İmparator Hadrianus heykelinin sahne
kısmının arkasında yükselen yapıda yer aldığı belirtiliyor.
Bouleuterion (Meclis Binası)
Troia VIII-IX dönemi
Bina hem Grek (Ilion) hem Roma (Ilium) dönemlerinde kullanılmış

Troia’da insana en üzücü gelen yer, Schliemann Hendeği olarak anılan ve antik sit alanının bir karnıyarık gibi açıldığı kısım oluyor. 17 metre derinliği, 40 metre eni olan bu alanda Schliemann Priam’ın hazinesine ulaşma hayali ile oldukça fazla tahribat yaratmış. Aslında, kendisi bilmese de, çok daha eskilerden (Troia I dönemi) kalma kalıntılara ulaşmış. Erken Bronz Çağı’na ait bu kalıntılar, yüz sene sonra daha ayrıntılı olarak incelenmiş. Biz, Schliemann’ı genel olarak haris bir define avcısı olarak düşünsek de, uzmanlar onun arkeoloji bilgisi ve merakının da yabana atılmayacak düzeyde olduğunu, ancak hem çok hızlı çalışmak istemesi hem de dönemin arkeolojik kazı tekniklerinin çok ileri olmaması nedeniyle yol açtığı tahribatın çok olduğunu belirtiyorlar. Schliemann bulduğu hazineyi yasa dışı yollarla Atina’ya kaçırmış. Bunun ortaya çıkmasından sonra, Osmanlı Devleti’nin dava açmasını engellemek için, bir anlaşma yapmış ve bu çerçevede İstanbul’daki Arkeoloji Müzesi’ne (Müze-i Hümayun) 40 bin altın frank bağışlamış. Schliemann’ın ölümünden sonra, 1893-1894 yıllarında kazılar Alman arkeolog Wilhelm Dörpfeld tarafından yürütülmüş. 38 yıl aradan sonra, 1932-1938 yılları arasında, Amerikalı arkeolog Carl W. Blegen tarafından kazılara devam edilmiş. Antik kent 1938’de, elli yıl boyunca kazılara kapatılmış. 1988’de Profesör Korfmann ve ekibi ile kazılar tekrar başlamış.

Schliemann Hendeği
Schliemann Yarması olarak da bilinen bu çukur, kazıların ilk üç yılında (1871-1873) kazılmış. Schliemann, höyüğün merkezinden geçen bu hendekte “Priam’ın Hazinesi”ne en kısa zamanda ulaşmak istediği için, yaptığı tahribat da büyük olmuş. Kendisi fark etmese de, aslında Kral Priam’ın döneminden (Troia VI) çok daha eski katmanlara (Troia I) ulaşmış. Görülen duvarlar, M.Ö. 2920-2800
arasından kalma sıra evlere ait.

Troia antik kentini gezmeyi bitirdiğimiz zaman akşam üzeri olmuştu. O gün Apollon Smintheion Kutsal Alanı‘na da gitmek istiyorduk ama, saatin ilerlemiş olması nedeniyle, epeyce kararsız kaldık. Yol Troia’dan bir buçuk saat sürüyordu ve biz gidene kadar kapanmış olabilirdi. Yakın bir arkadaşım buraya gitmemizi önermişti. Ayrıca o sabah, Troia müzesinde, Apollon Smintheion’da yapılan kazılardan çıkan eserler görmüştük. Sonunda risk almaya karar verdik.

Apollon Smintheion Kutsal Alanı‘ndan çıkarılan ve Troia Müzesi’nde sergilenen eserlerden bazıları

Apollon Smintheion Tapınağı, Çanakkale’nin Ayvacık ilçesine bağlı Gülpınar köyündeki Chryse antik kentinin kalıntıları arasında yer alıyor. Köy, kelimenin tam anlamıyla antik kentin üstüne kurulmuş. Oraya vardığımızda saat 17:40 olmuştu ama bilet gişesi hala açıktı. Görevli, etrafı çevrilmiş kazı alanlarının içine girmememizi rica ederek, bizi buyur etti. İçeri girer girmez, görkemli tapınakla karşılaşıyorsunuz. Akşam üzerinin sakin ve sesssiz saatlerinde etrafta hiç kimse yoktu ve görüntü çok etkileyici idi.

Apollon’a adanmış tapınak ve fareleri
1980 yılında kazılar başlayana kadar, Apollon Smintheus Tapınağı Gülpınar köyündeki bu yapıların altındaymış

Apollon Smintheus Tapınağı’nın (Smintheion) İlyada destanı ve Troia ile birkaç yönden ilişkisi var. Öncelikle Smintheus, Mysia (Marmara Denizi’nin güneyindeki bölge) dilinde fare demekmiş. Tanrı Zeus ve Leto’nun oğlu olan Apollon’un çok fazla yeteneği vardır. Bunlardan biri de çiftçileri farelerden korumasıdır. Apollon, çiftçilerin hasatına zarar veren fareleri okları ile öldürür. Öte yandan, halkına eziyet eden zalimleri de farelerden oklarına bulaşan veba mikrobu ile cezalandırır. Bu cezalandırma yöntemini Apollon İlyada destanında da kullanmıştır. İlyada’nın başında, Akalı kahraman Akhilleus ve Kral Agamemnon arasında müthiş bir anlaşmazlık vardır. Akhilleus, Agamemnon’a duyduğu öfke nedeniyle savaşmayı red etmektedir. İki savaşçı, Troia’ya savaşa giderken saldırdıkları bir şehirde Briseis ve Chryseis isimli iki güzel kızı rehin alırlar. Ancak, Agamemnon’un rehinesi olan güzel Chryseis, Apollon’un rahibi olan Crhyses‘in kızıdır. Crhyses tanrısından yardım isteyince, Apollon Agamemnon’un ordularına veba mikrobu yollar. Bu tehdit karşısında Agamemnon, Chryseis’i serbest bırakır. Ama, güzel kölesini kaybedince, Akhilleus’un rehinesi Briseis’i alır ve ona sahip olur. İşte destanın başında anlatılan Akhilleus’un öfkesi bundan kaynaklanmaktadır.

Tapınakta Troya Savaşı canlandırmaları

Apollon Smintheus Kutsal Alanı, Helenistik dönemde (M.Ö. 330-30) Anadolu’nun en önemli kutsal alanlarından birisi imiş. Tapınak, M.Ö. 2. yüzyılda yapılmış. Tapınağın tambur ve friz olarak adlandırılan kısımlarında Troya Savaşı betimlemeleri bulunuyor. Tapınağın yakınında ayrıca, su depoları, Roma hamamı (M.S. 1. yy.), yerleşkeyi Alexandras Troas‘a bağlayan bir kutsal yol ve diğer kalıntılar var. Bunların çoğu Helenistik ve Roma dönemlerine ait. Kazılar 19. yüzyılda başlamış. 1980 yılından beri, başkanlığını Prof. Dr. Coşkun Özgünel‘in yaptığı bir ekip tarafından kazılıyor. Tapınağın merdivenlerine dökümden farelerin yerleştirilmesi de Profesör Özgünel’in fikriymiş. Bence çok güzel düşünülmüş. Tapınak, çevresine ekilmiş çimenlerle birlikte, görsel olarak çok etkileyici. Antik alanda çalışmalar devam ediyor olmasına rağmen, çevre gezmek için gayet güzel düzenlenmiş. Ayrıca, İngilizce ve Türkçe açıklama tabelaları da çok iyi hazırlanmış. Dilerim, bu güzel antik ören yerini giderek daha çok insan ziyaret eder.

Roma hamamına giden su boruları
Spor Oyunları ve Yazıtlar Salonu
Roma hamamının batısında bulunan alandaki bu kaidelerin üzerinde bir zamanlar bronzdan sporcu heykelleri bulunuyormuş. Heykeller günümüze ulaşmamış ama kaidelerindeki yazılardan bunların, Apollon adına düzenlenen spor oyunlarında birinci olanların heykelleri olduğu anlaşılmış.
Apollon Smintheus Tapınağı’nı
Alexandras Troas‘a bağlayan kutsal yol

Uzun ve yorucu bir gün olmuştu ama, gezdiğimiz yerler çok heyecan verici idi. Şimdi geriye, otele dönüp, gördüklerimizi sindirmek, üzerlerinde düşünmek kalıyordu. Dönüş yolunda, köy yakınında döndüğümüz bir virajın sunduğu manzara ise gezimizi sonlandırmak için adeta şahane bir tablo gibi oldu. Köy mezarlığında topraktan adeta fışkıran gelinciklerin yanında, büyük şehir mezarlıklarında insan eliyle dikilmiş çiçekler ne kadar da sönük kaliyor…

Gelincikler…

Çanakkale gezimizle ilgili yazılarımın sonuna gelmiş oluyorum. Ancak, Çanakkale’de gezilecek yerler bitmedi. Daha görülecek çok yer, öğrenilecek pek çok şey var. Bir dahaki sefere diyelim artık…