Milano (2): Leonardo da Vinci’nin İzinde (2)…

Milano’da Leonardo da Vinci’den izler arayışımız Son Akşam Yemeği ile bitmedi. Bu şaheser beni ne kadar etkilemiş olsa da, henüz görmeden beni son derece heyecanlandıran başka bıraktığı şeyler de var büyük ustanın bu şehirde. Birinci yazımda belirttiğim gibi Milano, arayıp bulmaya hevesli ziyaretçiler için inanılmaz hazinelerle dolu bir şehir…

Castello Sforzesco (Sforza Kalesi)

Castello Sforzesco (Sforza Kalesi), Milano’da gezilecek önemli yerlerden birisi. Bu dev kale, ilk olarak 1360-1370 tarihleri arasında o dönem şehrin yönetimini elinde bulunduran Visconti ailesi tarafından, askeri amaçlar için yaptırılmış. Milano’nun evlilik yoluyla Sforza ailesine geçmesinden bir süre sonra, ikinci Sforza Dükü Galeazzo Maria Sforza (1444-1476) buranın aynı zamanda Dukalık Sarayı olarak kullanılmasına karar verince, kaleye ilave binalar ve ekler yapılmış. Buna karşın, gidenlerin görebileceği gibi, kale askeri bir yapı görünümünü sonuna kadar korumuş. Sforza ailesinin ikametgahı olduktan sonra, o güne kadar Porta Giovia Kalesi olarak anılan yapının adı da Sforza Kalesi olarak değiştirilmiş.

Günümüzde Sforza Kalesi’nde birkaç tane görülesi müze var. Bunlar, Antik Sanat Müzesi, Resim Müzesi (13.-18.yüzyıllara ait 1500’ün üstünde eser bulunuyor), Müzik Aletleri Müzesi, Mısır Müzesi, Milano Arkeoloji Müzesi, Uygulamalı Sanatlar Koleksiyonu, Antika Mobilya ve Ahşap Heykeller Müzesi. Ayırabildiğiniz süreye ve ilgi alanınıza göre içlerinden bir seçim yapabilir ya da, eğer vaktiniz varsa, hepsini birkaç güne yayarak gezebilirsiniz. Biz, zamanımızın kısıtlı olması nedeniyle, özellikle görmek istediğimiz iki esere nokta atışı yaptık. Bunlardan ilki Leonardo da Vinci’ye aitti. Gerçek anlamda kapıların kapanmasına bir dakika kala, koşa koşa bulunduğu salona girdiğimiz ikinci eser ise, Michelangelo’nundu. Her ne kadar yazımız Leonardo da Vinci üzerine olsa da, Michelangelo’nun Sforza Kalesi’ndeki Pieta (Merhamet) Rondanini heykelinden de söz etmeden geçemeyeceğim.

Rondanini ismini, uzun yıllar kaybolduktan sonra, Romalı koleksiyoner Marki Giuseppe Rondinini’nin evinde tekrar ortaya çıktığı için alan bu Merhamet heykelinin en önemli özelliği, Michelangelo’nun son ve yarım kalmış eseri olması. Heykelin bulunduğu bina, Milano’nun İspanyol işgali sırasında kalenin içine yapılmış olan, Ospedale Spagnolo (İspanyol Hastanesi). Burası 1500’lü yılların ikinci yarısında, o dönem kale içine konuşlanan İspanyol garnizonunun askerleri için inşa edilmiş.

Sforza Kalesi’nde İspanyol Hastanesi
Pieta Rondanini
Michelangelo’nun bitiremediği eseri

1564 yılında ölen Michelangelo, ölümünden birkaç gün öncesine kadar Pieta Rondanini heykeli üzerinde çalışmayı sürdürmüş. Uzmanlar, Meryem Ana’nın yüzünün ve İsa’nın soldaki kolunun açısından dolayı sanatçının heykelin nasıl olacağı konusunda birkaç kere fikir değiştirdiğini düşünüyorlar. Sanatçının ölümünden sonra, bitiremediği heykeli Roma’daki evinden kaybolmuş ve uzun yıllar boyunca bulunamamış. Ta ki, Marki Rondanini’nin koleksiyonunda olduğu anlaşılana kadar. Sayısız el değiştirmeden sonra heykel, 1952 yılında, Milano Belediyesi tarafından satın alınmış ve 1956’dan itibaren Sforza Kalesi’nde sergilenmeye başlanmış.

Michelangelo’nun, Vatikan’daki Merhamet heykelinin aksine, Meryem’in İsa’yı haçtan indirildikten sonra yatay değil, dikey bir şekilde kucaklamasını  canlandırmayı düşündüğü bu heykel, tamamlanmış olmamasına rağmen insana dokunan bir güzelliğe sahip. Bir annenin çocuğuna ya da insanın insana duyduğu sevgi ve merhamet ifadesini bu kucaklamada insan hissedebiliyor. Yarım kalmış figürlerin mermer bloktan kurtulmak istermiş gibi halleri insanı ayrıca hüzünlendiriyor.

Şimdi biz yine Leonardo ustaya geri dönelim…

Birinci yazımda belirttiğim gibi, Leonardo da Vinci 1480’lerin ortasından itibaren Ludovico Sforza’nın himaye ettiği ve saygı duyduğu bir sanatçı oluyor. Bundan sonra el üstünde tutuluyor. Dük için gerek askeri savunma gerekse mühendislik alanında birçok proje gerçekleştiriyor. Sanat eserleri üretmeye devam ediyor. Bir yandan da, merak duyduğu her konu üzerinde düşünmeyi, araştırmayı ve deney yapmayı sürdürüyor. İnsan vücuduna duyduğu sonsuz meraktan dolayı, geceler boyunca kestiği kadavralar üzerinde çalışıyor.

Sforza Kalesi askeri bir kaleden Milano Dukalık Sarayı’na çevrilince, rezidans bölümüne birçok ilave odalar ve salonlar yapılıyor. Özellikle, davetleri ile ünlü Sforza ailesi için konukların ağırlandığı ya da toplantıların yapıldığı salonların fresklerle donatılması önem kazanıyor. Bunun için dönemin sanatçılarına siparişler veriliyor. Kimi odaların duvarlarına nelerin resmedileceği bazen Galeazzo Maria Sforza tarafından tasarlanıyor. Kalenin bu şekilde dönüştürülmesi ve süslenmesi, kendisinden sonra Milano’yu yöneten Ludovico Sforza zamanında da devam ediyor. Ludovico, Leonardo’dan salonların birinin tavanını ve duvarlarını dekore etmesini istiyor.

Sforza Kalesi’nin avlusu.
Solda, Sala delle Asse’nin bulunduğu kule.

Leonardo da Vinci’nin Sforza Kalesi’nde boyadığı oda, önceleri Kule Odası olarak anılıyorken, daha sonra Sala delle Asse (Ahşap Plakalar Salonu) olarak adlandırılmış.  Çünkü, belgelere dayanılarak, bir zamanlar salondaki duvarların alt kısımlarının ahşap ile kaplı olduğu düşünülüyormuş. Günümüzde burası, Antik Sanat Müzesi’nin sekizinci salonu oluyor.

Leonardo’nun hem fresk hem tempera tekniklerini karışık olarak kullandığı belirtilen söz konusu salonun özelliği, büyük ustanın burada müthiş bir göz yanılsaması (trompe l’oeil) yaratarak, insana dışarıda dut ağaçlarından oluşturulmuş bir çardağın altındaymış hissi vermesi. Kökleri duvarlardaki kayaların arasından çıkan 18 adet dut ağacının yukarıya doğru yükselen dalları bir pergolaya sarılarak tavanda sık yapraklardan oluşmuş bir yeşillik meydana getiriyorlar. Günümüzde, Leonardo’nun resmettiği bu pergolanın üç boyutlu ahşap bir canlandırmasını kalenin avlusunda görebiliyorsunuz.

Leonardo da Vinci’nin Sala delle Asse’de yarattığı pergolanın canlandırması
sağ tarafta görülebiliyor

Çeşitli kaynaklara dayanılarak, Leonardo’nun Sala delle Asse’yi  1498 yılında yaptığı belirtiliyor. Dut ağaçları imgesinin kullanılmasının ise Sforza’ların ipek üretimine verdikleri önemden kaynaklandığı düşünülüyor. İpek böceklerinin besin kaynağı olması sebebiyle, daha 1479 yılında, Galeazzo Maria Sforza bir ferman yayınlayarak her toprak sahibinin yaklaşık her 654 metrekare arazisi için beş adet dut ağacı dikmesini emretmiş. Kendisinden sonra gelen Ludovico Sforza da birçok dutluk yaptırmış. Genelde takma adının siyah saçları ve koyu teni nedeniyle Il Moro (İngilizce the Moor, Arap) olduğu söylense de, bazıları Ludovico’ya bu ismin takılma sebebinin, Lombardiya lehçesinde dut anlamına gelen “moron” kelimesi olduğunu iddia ediyorlar.

Leonardo’nun fresk ve tempera tekniklerini kullanarak yaptığı
duvar ve tavan resminden geriye kalanlar…

Sala delle Asse, sonradan Milano’nun maruz kaldığı yabancı işgalleri döneminde ciddi tahribat görmüş. Duvar resminin üzerine kalın bir sıva çekilmiş. Kalenin 1893 yılında Milano Belediyesi’ne geçmesi ile birlikte, restorasyon çalışmaları başlamış. Beyaz sıvanın dikkatlice kaldırılmasından sonra 1902 yılında ciddi kurtarma çalışmaları başlamış. En son olarak 2011 yılında elden geçen salonda daha önceki restorasyonlarda yanlış yapıldığı düşünülen müdahaleler düzeltilmiş ve büyük ustanın el yazmalarındaki notlara dayanılarak çalışmalar yapılmış.

Gruplar halinde alınılan salonda toplam 15 dakika kalabiliyorsunuz. Bunun ilk birkaç dakikasında kendi kendinize duvarları ve tavanı incelemenize izin veriliyor. Daha sonra, duvarlara yansıtılan bir görsel-işitsel sunum ile odanın ve dönemin tarihi anlatılıyor.

Leonardo da Vinci, bir mühendis olarak yaptığı çalışmalarla da Milano’da iz bırakmış. Bunların başında, şehrin kanal ağı üzerinde yaptığı iyileştirme ve çalışmalar geliyor. Milano’da kanal çalışmaları ilk olarak 1177 yılında, Naviglio Grande (Büyük Kanal) ile başlamış. Daha sonra, dört kanal daha yapılmış. Günümüzde bu beş kanaldan sadece 3 tanesi kalmış. Bunlar, şehrin kuzey-doğusundaki Naviglio della Martesana ve güney-batısındaki Naviglio Grande ve Naviglio Pavese. Diğer ikisi 1930’larda doldurulmuşlar. Naviglio Grande ve Naviglio Pavese, günümüzde Navigli olarak adlandırılan semtin omurgasını oluşturuyorlar. İki kanal, Darsena denilen ve eskiden limanın merkezini oluşturan 750 metrelik bir bölgede birleşiyorlar. Şimdi buralar, kafe, restoran, bar ve gece kulüpleri ile birlikte, özellikle gençlerin çok sevdiği, capcanlı bir semt. Belli zamanlarda burada antika pazarı da kuruluyor. Şehir merkezinden yürüyerek o tarafa doğru gittiğinizde, çevrenizin ve gençlerin giderek daha bohem bir tarza büründüğünü görebiliyorsunuz. Şık orta yaş grubu giderek yerini daha rahat giyimli gençlere bırakıyor. Milano’nun ünlü Bocconi Üniversitesi de buraya çok uzak değil.

İki kanalın birleştiği Darsena

Kanallar, yapımlarından itibaren taşımacılıkta çok önemli rol oynamışlar. Öyle ki, Duomo’nun mermerleri bile Alpler bölgesindeki Maggiore Gölü’nden (Lago Maggiore) şehir merkezine bu su yolları aracılığı ile taşınmış. Ludovico Sforza döneminde Leonardo da Vinci’nin geliştirdiği mükemmel kapanlar sayesinde, o dönem için büyük teknolojik sorun olan, su seviyesindeki farklılıklara çözüm bulunmuş. Böylece, bir kıyı kenti olmayan ve yakınında büyük bir nehir de bulunmayan Milano, çok önemli bir liman şehri haline gelmiş. Bu su yolları sayesinde şehre kömür ve tuz gibi temel maddeler taşınırken, buradan da tekstil ürünleri ve el yapımı Milano’ya özgü eşyalar gitmiş. Kanalların en etkin kullanıldığı yıllarda toplam uzunlukları 150 kilometreye ulaşmış. Milano tamamen bir kara şehri olmasına karşın, 1953 yılında İtalya’nın 13. büyük limanı ilan edilmiş. Ancak, kara taşımacılığının önem kazanması ile birlikte, 1979 yılında kanallar taşımacılığa tamamen kapatılmış.

Kanallar bölgesine giderken yol üstündeki
San Lorenzo alle Colonne Kilisesi

Biz, Navigli bölgesine güneşli ama biraz serin bir günde yürüdük. Burası, Duomo meydanından yarım saatlik bir yürüme mesafesinde. Yol üzerinde, San Lorenzo alle Colonne kilisesini de gezdik. Önünde sıralı halde kalmış sütunlardan da anlaşılacağı üzere, burası bir Roma tapınağının üstüne yapılmış. Panteon gibi yuvarlak bir yapısı olan kilisenin içinde,  tapınağın sütunlarının kullanıldığını görmek mümkün.

Naviglio Pavese

Kanalların kıyısında biraz yürüdükten sonra, Naviglio Grande’nin kenarında, açık havada masaları olan bir kafede birer kahve içtik. Müdavimleri, salaş hali ve tuvaleti ile, tam bir öğrenci mekanı idi. Çevremizdeki masalarda değişik uluslararası diller konuşan gençlerin olması hoştu.

Naviglio Grande

Leonardo da Vinci’nin geride bıraktıkları içinde benim için belki de en önemlisini son günümüze bıraktık. Hava kapalı, serin ve yağışlıydı. Otelde kahvaltımızı yapıp çıktık. Cumartesi sabahı olduğu için yollar epeyce tenha idi. Bir iki kişi köpeğini gezdiriyordu. Yine yarım saat kadar yürüdükten sonra, Pinacoteca Ambrosiana’ya vardık.

Kapıdan girerken, dışarda bir yazı gördüm. Kütüphane kısmının Cumartesi günleri kapalı olduğu yazıyordu. Birden içim sızladı. Milano’ya gelip görmeden dönecek miydik? Bilet alırken, teyit etmek için tekrar sordum. Gişedeki kadın kütüphanenin kapalı olduğunu doğruladı. Üzüntüm yüzüme vurmuş olacak ki,

– Ama siz, kütüphanenin eski kısmını görebileceksiniz, dedi.

Ümitlendim,

– O halde Codex Atlanticus’u görebileceğiz…

İtalyancasını söyleyerek yanıtladı,

– Evet, Codice’yi görebileceksiniz.

Yüreğim hafifledi. Nasıl da sevindim… Demek Leonardo da Vinci’nin el yazmalarını görmek bu kadar önemli imiş benim için…

Pinacoteca Ambrosiana (Ambrosiana Sanat Galerisi) ve ona bağlı olan Bibliotheca Ambrosiana (Ambrosiana Kütüphanesi), 17. yüzyılda Kardinal Federico Borromeo tarafından, büyük bir kültür projesinin parçası olarak kurulmuş. Kütüphane 1609 yılında, sanat galerisi 1618 yılında, sanat akademisi (Accademia del Disegno) 1620 yılında açılmış. Yeni yetişen genç sanatçılara ilham vermesi için açılan sanat galerisine Kardinal Borromeo, kendi koleksiyonuna ilaveten, burası için özel olarak satın aldığı eserleri bağışlamış. Başlangıçtaki bu 172 eserlik koleksiyon, zaman içinde yapılan pek çok bağış ile büyümüş. Günümüzde, 1600’den fazla eser barındırıyor. Birçok ünlü ressamın eserlerinin yanında, Leonardo da Vinci’nin en büyük ve çarpıcı el yazma koleksiyonu olan, Codex Atlanticus’a sahip olmak, galeri ve kütüphanenin en büyük gururu.

Kutsal aile, Aziz John, Tobias ve Başmelek Rafael (İsrafil) ile birlikte
Bonifacio Veronese (1487-1553)
Ambrosiana Koleksiyonu
Çocuk İsa kuzu ile
Bernardino Luini (1480-1532)
Ambrosiana Koleksiyonu
Daha sonra Aziz ilan edilen
Kardinal Carlo Borromeo’nun Portresi. Müzenin ve kütüphanenin kurucusu Kardinal Federico Borromeo’nun kuzeni.
Giovanni Ambrogio Figino (1548-1608)
Ambrosiana Koleksiyonu

Pinacoteca Ambrosiana gezmek için uzun zaman ayırabileceğiniz bir yer. Çocukluğumda Roma’da, benzer müzeleri babamla birkaç defa ziyaret ederdik. Aynı müzenin her seferinde farklı bir bölümüne gider, sevdiğimiz eserlerin önünde uzunca vakit geçirir ve eserler hakkında konuşurduk. Sayılı gün kaldığınız yerlerde bunu yapmak mümkün değil elbet ama, Milano’ya bir daha gidersem, buraya tekrar gitmek isterim. Galeri ve kütüphane mimari olarak da çok güzel. Her ikisi de kullanıldıkları amaçlar için özel olarak yapılmış binalar.

İsa doktorların arasında
Morazzone (1571-1626)
Ambrosiana Koleksiyonu
Müzenin gurur kaynaklarından biri…
Rafael’in (1483-1520) “Atina Okulu” isimli eseri için yaptığı dev boyuttaki eskiz. Söz konusu fresk, Vatikan Sarayı’ndadır. Bu eskiz, tamamını Rafael’in yaptığı kesin olan iki dev boyutlu çizimden biri. Rafael bu eserde, tüm önemli kişileri tanıdığı çağdaşlarını resmederek canlandırmış. Ortadaki iki kişiden biri olan soldaki Plato
olarak da Leonardo da Vinci’yi resmetmiş.

Kütüphane kısmı, Avrupa’daki halka açık ilk kütüphanelerden biri. 1609 yılında açıldığı zaman bile, ahşap rafları ve okuyucuların soğuktan üşümemeleri için yapılmış ayak tabureleri ile, bilim ve öğrenme meraklılarına en iyi hizmetin verilmesi hedeflenmiş. Belirtildiğine göre, günümüzde bu kütüphanede 750.000’den fazla eser bulunuyormuş. Bunların 36.000 tanesi el yazması, 2.500 tanesi ise ilk baskı kitaplardanmış. El yazmaların arasında, Aristo’nun bir kitabı ve Grekçe, Latince ve Arapça eserler varmış. Ama kütüphanenin en büyük övünç kaynağı, yukarda da belirttiğim gibi, Leonardo da Vinci’nin Codex Atlanticus’una sahip olmak. Ambrosiana Kütüphanesi, 1.000’den fazla sayfası olan Codex Atlanticus’u 1637 yılında satın almış. 1796 yılında Milano’yu işgal eden Napolyon Codex’i Paris’e götürmüş. Milano’lular işgalden sonra, 1815 yılında, Codex’in sadece bir bölümünü geri alabilmişler.

Ambrosiana Kütüphanesi’nin okuyuculara açık kısmı, Cumartesi günü olması nedeniyle kapalıydı

Leonardo da Vinci, 2 Mayıs 1519’da (23 Nisan 1519 diyen kaynaklar da bulunmaktadır), Fransa’da Amboise yakınlarında bulunan Cloux Şatosu’nda öldüğü zaman, bütün yazılı belgeleri ve entelektüel mirası, aralarında bir hoca-öğrenci ilişkisinden çok daha fazlası olduğu bilinen, sanatçı ve aristokrat Francesco Melzi’ye kalmış. Melzi, Leonardo da Vinci’nin Fransa Kralı I. Francois’nın misafiri olarak yaşadığı şatoda bir süre daha kalmaya devam etmiş. Birkaç ay sonra hocasının tabloları, ahşap ve metal modelleri ve kutular dolusu el yazmaları ile yüklü büyük bir araba ile buradan ayrılmış. 13.000 sayfa kadar olduğu tahmin edilen bu notların çoğu ip ya da kurdelelerle bağlanmış, bir kısmı ise deri kaplı defter ya da dosyalarda bulunuyormuş. Melzi hocasının insanlığa bıraktığı bu mirası, Milano yakınlarındaki Vaprio’da bulunan aile malikanesine taşımış. Hayatının amacı, askeri kuşatmalarda kullanılacak kule tasarımlarından böbreklerin nasıl çalıştığına, kuşların uçuşundan ay üzerindeki kraterlere kadar geniş gözlem, deney ve düşünceleri içeren bu yazmaları tasnif etmek olmuş.

Adam profili
Leonardo da Vinci (1480’ler sonu-1490’lar başı)
Ambrosiana Koleksiyonu

Melzi birkaç yıl sonra evlenmiş ama, Leonardo’nun eserleri üzerinde çalışmaya devam etmiş. Ancak, iki tane tam zamanlı yardımcısı olmasına karşın, işin altından kalkamamış. Bu çabanın sonunda sadece, daha sonra Resim Üzerine Risale (Trattato della  Pittura) olarak adlandırılan bir cilt bir araya getirebilmiş. Bu eser bir süre sonra, bir şekilde Vatikan’ın kütüphanesine ulaşmış. Eser 1651 yılında, Vatikan tarafından epeyce basitleştirilerek ve değiştirilerek basılmış.

Şapkalı adam profili
Leonardo da Vinci (1490’ların başı)
Leonardo’nun bu çizimi, uzmanlar tarafından Rönesans
dönemi portre çalışmalarının en önemlilerinden
biri olarak nitelendiriliyor.
Ambrosiana Koleksiyonu

Francesco Melzi öldükten sonra, oğlu Orazio hiç ilgi duymadığı bu kağıtları hoyratça toparlayıp malikanenin tavan arasındaki bir dolaba istiflemiş. Ancak, Orazio’nun elindeki hazinenin değerini anlayan açıkgöz hocası Lelio Gavardi, onu içlerinden 13 kadar defteri vermesi için ikna etmiş ve daha sonra bunları zamanın Toskana Grand Düküne satmış. Bundan sonra, Orazio Melzi’nin elinde Leonardo da Vinci’nin el yazmalarının olduğu haberi her yere yayılmış. Meraklılar ve “hazine avcıları” Melzi malikanesine akın etmeye başlamışlar. Hiçbir giden eli boş dönmemiş. Her biri, Leonardo’nun defterlerinden koparılmış en az birkaç sayfa ile ayrılmış oradan. İşte bu nedenle, günümüzde Leonardo da Vinci’nin el yazmalarının ancak 7.000 sayfa kadarının nerede olduğu biliniyor. Bunların çoğunluğu halka açık koleksiyonlarda. Az bir kısmı ise özel koleksiyoncuların elinde.

Yürüyen at
Leonardo da Vinci (1489-1490)
Ambrosiana Koleksiyonu
Bu çizim, Ludovico Sforza’nın babası Francesco Sforza için yaptırmak istediği ünlü atlı heykelinin ön çalışmalarının bir parçası. Yapımına başlanan heykel hiç bir
zaman tamamlanamamış.

Da Vinci’nin el yazmaları Codex kelimesine (aslen, el yazması kağıt sayfası ya da kitap demek), o sırada sayfalara kim sahipse onun ismi eklenerek ifade ediliyor. Codex Arundel, Codex Hammer  ve benzeri gibi. Codex Atlanticus, adını hacminin büyük olmasından alıyor. Şu anda yeryüzündeki hiçbir Leonardo da Vinci Codex’i bu kadar çok yapraktan oluşmuyor. Tam olarak 1119 sayfa olduğu söylenen Atlanticus’un çoğu yaprağı çift taraflı kullanılmış.

İki baş çalışması
Francesco Galli (Neapolitan olarak da tanınıyor)
Leonardo da Vinci’nin sanatçı üzerindeki etkisini açıkça görmek mümkün. Leonardo da Vinci’den önce kırmızı tebeşir kullanılmazmış.
Ambrosiana Koleksiyonu
Kurtarıcı İsa’nın Başı
Gian Giacomo Caprotti
Leonardo da Vinci’nin kendisine taktığı isim Salai, yani şeytan. Leonardo, bir pazar yerinde (kimilerine göre kırlarda), keçilerin resmini yapmaya çalışan on yaşındaki Giacomo’yu görüyor ve çok güzel olan bu çocuğu yanına alıyor. Salai, ustanın yanında otuz yıla yakın kalıyor ama, tam bir baş belası oluyor. Kimilerine göre, artistik yeteneği olmayan Salai’nin kendisine atfedilen çoğu eserine aslında Leonardo’nun eli değiyor. Leonardo notlarında kendisinden, “hırsız, yalancı, inatçı ve aç gözlü” olarak söz ediyor. Sık sık ustasından para çalıyor ve
onu küçük düşürüyor. Bir keresinde Leonardo
onu hapse düşmekten de kurtarıyor.
Ambrosiana Koleksiyonu

Diğer Codex’ler gibi, Codex Atlanticus da Leonardo da Vinci tarafından bir araya getirilmemiş. 16. yüzyılın sonunda heykeltıraş Pompeo Leoni, Melzi’nin varislerini ikna ederek, sanatçıdan kalan yazılı materyallerin büyük bir bölümünü almış. Elindeki belgeleri iki ana grupta tasnif etmeye çalışmış. Teknik ve bilimsel çizim ve notları ayrı, anatomi ve sanat ile ilgili belgeleri ayrı gruplamış. Bu sınıflamanın ilki  günümüzde Codex Atlanticus, ikincisi ise Codex Windsor olarak biliniyor.

Pinacoteca Ambrosiana’da Leonardo da Vinci ve ondan etkilenen sanatçıların çizimlerinin sergilendiği salon

Bazı Codex’lerin ilginç hikayeleri de var. Örneğin, İngiliz Kraliyet ailesinin elinde bulunan ve 600 sayfa olduğu belirtilen Codex Windsor, birkaç yüzyıl Windsor Şatosu’ndaki bir sandıkta unutulduktan sonra, 18. yüzyılda tamamen tesadüfen bulunmuş. Codex Windsor’un İngiltere’ye nasıl geldiği konusunda ise bugüne kadar bir bilgi bulunamamış. Bir de tabii, Bill Gates’in 1994 yılında satın aldığı Codex Hammer var. Gates, 72 sayfa için 30,8 milyon dolar ödemiş. Bu durumda, Ambrosiana Kütüphanesi’nin koleksiyonundaki 1000 sayfadan fazla Codex Atlanticus’un değerini tahmin edebilirsiniz. Bill Gates, isim kuralını bozarak, daha önce Amerikalı zengin Armand Hammer’e ait Codex’i kendi soyadıyla isimlendirmemiş. Onun yerine, Codex’in Hammer’den önceki sahibine atfen Leicester ismini tercih etmiş. Bu nedenle, günümüzde Bill Gates’in elinde bulunan Leonardo da Vinci’ye ait el yazmalarına Codex Leicester deniyor.

Leonardo da Vinci ve çağdaşlarının kullandıkları
resim araç gereçleri

Leonardo da Vinci’nin not ya da defter tutmaya tam olarak ne zaman başladığı tespit edilememiş. Ancak, eserlerinin tamamının o öldükten sonra Melzi’nin toparlayıp malikanesine götürdükleri olmadığı biliniyor. Uzmanlar, yaşamı boyunca yazdığı bütün yazılı belgelerin 28.000 sayfa kadar olduğunu tahmin ediyorlar. Bu da, günümüze yazılarının ancak dörtte birinin ulaştığını gösteriyor. Da Vinci’nin sol eliyle yazı yazdığı ve resim yaptığı çağdaşları tarafından belirtilmiş. Bu nokta, Leonardo’nun üniversite eğitimi almadığının da en önemli kanıtı olarak görülmüş. Eğer üniversiteye gidecek kadar eğitim almış olsaydı, mutlaka sağ elini kullanmaya zorlanacağı belirtilmiş. Ancak, 11 Nisan 2019 tarihli Independent gazetesinde yayınlanan bir makaleye göre, bazı notlarından hareketle, Leonardo da Vinci’nin iki eliyle de yazabildiğine inanılmaya başlanmış. Sağ elini kullanmayı her nasıl öğrenmiş olursa olsun, sanatçının daha çok sol elini kullandığı düşünülüyor. Bundan da önemlisi, Leonardo’nun yazısının en önemli özelliği, yazılarını sağdan sola doğru, harfleri de tersine çevirerek yazması. Öyle ki, yazılarını ancak ayna tutarak deşifre etmek mümkün. Tüm yazılı metinlerini bu şekilde yazmasının nedeni olarak, sanatçının fikirlerinin ve çalışmalarının başkaları tarafından çalınması konusunda aşırı derecede hassas ve şüpheci olması belirtiliyor. Üstelik, Leonardo ayna yazısı olarak ifade edilen bu yazıyı kullanmakla da yetinmeyip, metinleri zaman zaman ilave kodlamalar kullanarak daha da deşifre edilmesi zor hale getirmiş.

Pinacoteca Ambrosiana bir müze binası olarak da çok güzel
Solda, Lucrezia Borgias’nın bir tutam saçı. Ortada, Napolyon’un Waterloo Savaşı sırasında kullandığı eldivenler.

Geliş amacımız Leonardo da Vinci olduğu için, vakit darlığından dolayı, sanat galerisinde Caravaggio, Rafael, Brueghel, Titian gibi sanatçıların eserlerini hızla geçtik. Derken, salonların birinde, büyük usta ile karşılaştık. Burada, 8 tanesi Codex Atlanticus’tan olmak üzere, Leonardo da Vinci’nin 15 çizimi ve Leonardesque olarak adlandırılan, ondan etkilenmiş öğrencilerinin ve Lombardiyalı sanatçıların eserleri sergileniyordu. Eserleri inceleyince insan, belirtilen etkiyi hem malzeme hem de figüratif olarak açıkça görebiliyor. Örneğin da Vinci, kırmızı tebeşir ile çizim yapan ilk sanatçı imiş. Daha sonra başka sanatçılar onu izlemişler. Bu etkileşim sadece kullanılan malzeme konusunda da olmamış üstelik. Çizdiği figürler ve konular da kendisinden sonra gelen Lombardiyalı sanatçıları etkilemiş. Bu salonda ayrıca bir camekanda, dönemin sanatçılarının kullandığı resim araç gereçleri de sergileniyor. Bunlar, Leonardo da Vinci’nin ve çağdaşlarının yaptıkları çizimlerden yola çıkılarak yapılmış replikalar.

Pinacoteca Ambrosiana’nın avlusu. Kırmızı tuğladan yapılmış yapı, San Sepolcro Kilisesi

Pinacoteca Ambrosiana’da müzeyi gezme rotası her köşeyi görebileceğiniz şekilde düzenlenmiş. Leonardo da Vinci ile baştaki bu tadımlık karşılaşmadan sonra epeyce bir dolandık. Benim kafam ise, sürekli kütüphane kısmını nasıl bulacağımız konusu ile meşguldü. Bir ara, görüp göreceğimizin bu kadar olduğunu düşünmeye başladım. Çünkü, Codex’in tamamını sergilemek mümkün olmadığı için, belirli aralıklarla sayfaların dönüşümlü olarak sergilendiklerini biliyordum. Derken, iddiasız görünen bir kapıdan içeri adım attık ve kendimizi başka bir alemde bulduk…

Bibliotheca Ambrosiana

Neredeyse karanlık denebilecek kadar loş ve yüksek tavana doğru uzanan dört duvarı boydan boya eski ciltli kitaplarla kaplı bu büyük salon, Ambrosiana Kütüphanesi idi. Ortam, eski kitap ve ahşap kokuyordu. Önce kendimi bu kitaplardan alamadım. Sonra, salonu çepeçevre dolanan camekanları gördüm. Ortada ise, bir camekanda dev bir cilt duruyordu.  Codex Atlanticus… Ancak, bu camekandaki cilt orijinal olmasına rağmen, içindeki sayfalar orijinal değil. Uzmanlar, 1119 sayfalık Codex Atlanticus’un kendi ağırlığı nedeni ile içindeki kağıt yapraklarına zarar verdiğini keşfetmişler. Bunun üzerine, her bir sayfa dikkatlice ciltten çıkarılmış ve yerleştirildikleri paspartuların arasında saklanmaya başlanmış. Ziyaretçilerin Codex Atlanticus’un hacmini anlayabilmeleri için camekanın içindeki cildin arasına orijinal sayfaların kopyaları yerleştirilmiş. Bu, Leonardo da Vinci’nin 40 yıllık (1478-1519) çalışmalarının fiziksel hacmini anlamak açısından çok iyi olmuş.

Önde, Codex Atlanticus’un kopya edilmiş sayfalarının
yer aldığı dev cilt

Codex Atlanticus’un birbirinden ayrılan sayfaları, çeşitli temalar çerçevesinde, belirli sürelerle sergileniyor. Salonu çevreleyen, esere zarar vermeyecek şekilde aydınlatılmış, camekanlarda bu dönem için seçilmiş sayfalar yer alıyordu. Bir süre sonra bunlar kaldırılıp yerlerine başka sayfalar konacak. Bizim gördüğümüz sayfalarda yer karosu dizaynı olduğu düşünülen çizimden, anatomik ve mekanik makine çizimlerine kadar çeşitli çizimler vardı. Bazı sayfalarda çok farklı konularda çizimler ve notlar bir arada bulunuyor. Ciddi konular üzerine yazılmış notların yanında bir alış veriş listesi ya da günlük bir not olabiliyor. Tüm bunlar bana Leonardo’nun kafasının farklı konularda nasıl aynı anda çalışabildiğini düşündürdü. Sayfaların birinde yer alan bir genç erkek kafası eskizi uzmanlara, bunun Leonardo da Vinci’nin şu anda Milano’da bulunan tek tablosu olan Bir Müzisyenin Portresi adlı eserinin bir ön çalışması olduğunu düşündürüyor. Bu tablo Ambrosiana koleksiyonunda olmasına rağmen, Louvre Müzesi’ndeki özel bir sergi için ödünç verildiği için, biz göremedik.

Louvre Müzesi’ne ödünç verildiği için göremediğimiz, Leonardo da Vinci’nin
Bir Müzisyenin Portresi adlı eseri
Leonardo da Vinci kırmızı tebeşir kullanmaya ilk olarak
Son Akşam Yemeği isimli duvar resmi için Havarilerin yüzlerinin eskizlerini yaparken başlamış. Daha sonra, anatomi, manzara ve botanik çizimlerinde “kırmızı üzerinde kırmızı” kullanmaya devam etmiş.
Bu sayfada yer alan tüm erkek kafası çizimleri Leonardo’ya ait değil. Ancak, kendisinin yaptığı soldaki çizimin yanında yer alan “Atalante’nin başı çizildi” notu uzmanlara, “Bir Müzisyenin Portresi” tablosundaki sanatçının Atalante Migliorotti olduğunu düşündürüyor. Bazı kaynaklara göre, Atalante ve Leonardo Toskana’dan Milano’ya birlikte gelmişler. Sayfada aynı zamanda, sanatçının Floransa’dan Milano’ya getirdiği eşyaların listesi de var.
Çeşitli makina çizimleri

Belgelerden biri de, Leonardo da Vinci’nin 1482-1483 yıllarında Milano’ya yeni geldiği zaman yazdığı bir mektubun müsveddesi. Mektup, Milano Dükü Ludovico Sforza’ya hitaben yazılmış. Kendisine bir hami arayan Leonardo, Dükün siyasi ve askeri ihtiraslarını bildiği için, ona bir mühendis olarak nasıl hizmet verebileceğini anlatmış. Sanatsal yeteneklerini vurgulamak yerine daha çok, geliştirebileceği askeri savaş aletlerinden ve makinalardan söz etmiş. Mektubun temiz bir kopyasının Ludovico Sforza’ya gönderilip gönderilmediği kesin olarak bilinmiyor. Ancak, daha önce belirttiğim gibi, 1480’lerin ortasında Leonardo, Ludovico Sforza’nın dikkatini çekmeyi başarıyor.

Bu sayfada yer alan yazılar geometri, resim yapma teorileri ve statik sorunları ile ilgili. Bir erkek bacağının da sanatçı tarafından, ağırlık, karşı ağırlık ve eklemlerin dengeli bir sistemi temsil etmesi açısından, statik konusu ile ilintili olarak çizildiği düşünülüyor.
Bu sayfanın sol tarafında çeşitli pergel çizimleri var. Ortada büyük olan, daha önce camekanda gördüğümüz, dönemin resim araç gereçlerinin kopyalarının yapımında model olarak kullanılmış.
Leonardo’nun bir yer karosu için yaptığı düşünülen tasarımı. Sanatçı burada, ikiye katladığı kağıdın bir yarısına çizdiği deseni, duvar fresklerinde de kullanılan spolvero tekniği ile, kağıdın diğer yarısına geçirmiş.
Leonardo da Vinci tarafından çizilmiş bir
tiyatro mekanizması

Tarihte Leonardo da Vinci’nin yazdığı bilinen bir başka mektup daha var. Batılı kaynaklar, bu mektubun varlığının 1952 yılında Topkapı Sarayı arşivinde bulunan bir mektup çevirisi ile öğrenildiğini belirtiyorlar. Mektup 1503 yılı başlarında yazılmış. Bu dönemde Leonardo kendisine, emrinde çalışabileceği yeni bir işveren aramaktaymış. 1499 yılında Milano’nun Fransızlar tarafından işgal edilmesinden sonra şehri terk etmiş. Bir süre Cesare Borgia’nın emrinde çalışmış. Ancak süren arayışı, onun Osmanlı padişahı Sultan II. Beyazıt’a söz konusu mektubu yazmasına yol açmış. Mektubunda Leonardo padişaha, onun için inşa edebileceği yel değirmenlerinden, silolardan, savaş makinalarından ve bir de Haliç’in üstüne inşa edebileceği, Asya’yı Avrupa’ya bağlayacak, bir köprüden bahsetmiş. Bu başvurudan bir sonuç çıkmamış ki, Leonardo 1503 yılının Mart ayında Floransa’ya dönmüş. Üç yıl sonra ise tekrar, bu kez 1506-1513 yılları arasında kalacağı, Milano’ya gitmiş.

Leonardo da Vinci’nin Milano Dükü Ludovico Sforza’ya
hitaben yazdığı mektup müsveddesi

Ambrosiana Kütüphanesi’nde uzun süre kaldık. Camekanlarda sergilenen Leonardo’nun el yazmalarına tekrar tekrar ve uzun uzun baktım. Yağmurlu ve kapalı Milano havasına tekrar adım atarken, büyük ustanın II. Beyazıt’a yazdığı mektubu düşündüm. Aynı mektup, babası Fatih Sultan Mehmet’e yazılmış olsaydı neler olabileceğini hayal etmeye çalıştım. İstanbul’da bir Leonardo da Vinci…

Bir sonraki yazımda Milano’yu gezmeye devam edeceğiz…

________________________________

Not (1): Metin içinde altı çizilmiş kelime veya cümlelere tıklarsanız, konuyla ilgili daha eski yazılarıma ulaşabilirsiniz.

Not (2): Fotoğraflar izinsiz ve kaynak göstermeden kullanılamazlar.

Milano (1): Leonardo da Vinci’nin İzinde (1)…

Her sonbahar yaptığımız İtalya gezimizi bu sene 15-20 Ekim tarihleri arasında Milano’ya yaptık. Bu yıl neden Milano’yu seçtiğimizi bir başka yazımda yazacağım. Birçok insanın görülecek pek bir şey yok demesine karşın, Milano’da görülecek çok şey var. Bu nedenle Milano birden çok yazıyı hak ediyor. Dolu dolu gezmemize ve 4 gün içinde toplam 47 kilometre yol yürümemize rağmen, görmek isteyip de vakit bulamadığımız bir sürü yer kaldı.

Milano’yu diğer İtalya şehirlerine kıyasla çekici bulmayanlar çoktur. Evet, burası bir Roma değildir örneğin. Adım başı meydanlarında gösterişli heykeller, çeşmeler yoktur. Ancak bu, tarihi eserler ve güzellikler açısından çorak olmasından dolayı değildir. İtalya’nın kuzeybatısındaki Lombardiya bölgesinin başşehri Milano’da zenginlikleri gözler önüne sermek değil, saklı tutma kültürü vardır. Merak ediyorsanız arar bulursunuz. Gördüklerinize sadece hayran olmakla kalmaz, aynı zamanda Milano’nun sadece bir finans, endüstri ve moda merkezi olduğu klişesinin ne kadar basma kalıp bir değerlendirme olduğunu da anlarsınız.

Leonardo da Vinci’nin Milano’daki Piazza della Scala meydanındaki heykeli. 1872 yılında Pietro Magni tarafından yapılmış. Heykelin alt tarafında, sanatçı ve bilim adamı Leonardo da Vinci’nin dört öğrencisi de canlandırılmış.

Milano, coğrafi konumu nedeniyle tarih boyunca pek çok istilaya uğramış. M.Ö. 3000 yılına kadar giden bu zengin tarihi de bir başka yazıma bırakıyorum. Şimdilik sadece şunu belirtmekle yetineceğim; Milano’nun İtalya tarihindeki yeri ve sanata olan katkısı Floransa’dan geride değildir. Floransa’da Medici ailesi varsa, Milano’da da ünlü Sforza ailesi vardır. Sforza’lar da zamanın ünlü düşünür, bilim adamı ve sanatçılarını şehirlerine davet ederek veya korumaları altına alarak Rönesans’a katkıda bulunmuşlardır. Bu kişilerin arasında şüphesiz en ünlüsü Leonardo da Vinci’dir. O hem eşsiz bir sanatçı hem de, giderek kabul gören bir görüşe göre, yorulmak bilmeyen bir bilim adamıdır. Evet, o aslında Toskanalıdır. Adı üstünde, Floransa’ya yakın Vinci’dendir. Ama, ömrünün 20 yıla yakın bir dönemini Milano’da geçirmiştir. O, Floransalı olduğu kadar Milanoludur aynı zamanda…

Mucizeler yaratmak istiyorum

Böyle yazmış Leonardo da Vinci üç numaralı defterinde (Quaderni III). Çok küçük yaşlardan beri doğa ile ilgili her şeye ilgi duymuş. Bu merakı onun, çok usta olduğu resim sanatında dönemin diğer ünlü sanatçılarından daha az eser yaratmasına neden olmuş. Çünkü sorgulayıcı aklı onun anatomiden, mühendisliğe, mimarlığa, perspektife, felsefeye, jeolojiye, hidrolojiye ve astronomiye kadar her alanda düşünmesine, deney yapmasına ve icatlarda bulunmasına yol açmış. Geride bıraktığı çizimlerden, yaygın bir görüşe göre ilk olarak 1608 yılında Hans  Lippershey tarafından icat edildiği kabul edilen teleskopu, ondan 100 yıl önce düşündüğü anlaşılıyor. Yine benzer bir şekilde, güneşin hareket etmediğini Galileo’dan çok önce defterine yazmış. O dönemde kafirlik olarak görülmesine ve yasaklanmış olmasına rağmen, önce domuz ve öküz cesetleri sonra insan kadavraları üzerinde yaptığı çalışmalar onun optik, insan organlarının işleyişi, kalp ve kan dolaşımı üzerine önemli ve o güne kadar bilinmeyen keşiflerde bulunmasını sağlamış. Örneğin, el yazmalarının incelenmesi sonucu bugün artık, kalbin vücuda kan pompaladığını William Harvey’den önce keşfettiği de biliniyor. Harvey’in bu buluşu 1616 yılına tarihlenirken, Leonardo’nun bu konuda çalışmalarına 1507 yılından itibaren başladığı belirtiliyor. Leonardo ile ilgili bir başka şaşırtıcı bulgu da günümüzden yüzlerce sene önce kolesterolden söz etmiş olması. Bunlar sadece birkaç örnek. Optik, beyin ve üreme üzerine daha pek çok yazısı ve çizimleri var. Yazma eserlerinin kabaca sadece dörtte birinin günümüze ulaştığı (yaklaşık 7000 sayfa) düşünülürse, bizim bilmediğimiz daha pek çok keşif yapmış olması kuvvetle muhtemel.

Size de olur mu bilmem, belli dönemlerde bazı konulara ya da kişilere özel bir ilgi duymuşumdur. O zamanlarda ilgilendiğim konu ile ilgili ne bulursam okurum. Bundan 13-14 sene önce de Leonardo da Vinci ilgi alanıma girdi. Onun hakkında birçok kitap okudum. Bunların içinde özellikle iki tanesini çok beğendim. Michael White’ın yazdığı “Leonardo- The First Scientist” kitabı onun daha çok mühendislik ve fen alanındaki araştırma ve buluşlarına odaklanırken, kendisi de bir doktor ve akademisyen olan Sherwin B. Nuland’ın “Leonardo da Vinci” kitabında tıp alanındaki çalışmalarına yer verilmiş.

Leonardo da Vinci’ye duyduğum bu ilgi nedeniyle Milano’ya gitmeden önce bu gezimizde onun izini sürmeye karar vermiştim. Sanırım daha önce de bir yerlerde yazmıştım. Gittiğimiz yerleri, ilgi ve merakıma göre, belli bir temaya göre gezmeyi severim. Bazen, Barselona’da olduğu gibi, birden fazla tema da olabilir. O zaman, her bir tema için ayrı bir yazı yazmayı daha uygun buluyorum. Bu düşünceden yola çıkarak, Barselona anılarımı da beş ayrı yazıda toplamıştım.

Leonardo da Vinci, 15 Nisan 1452 tarihinde, saat akşam 10:30’da dünyaya gelmiş. Doğum tarihinin bu kadar kesin olarak bilinmesi, gayri meşru bir bebek olmasına karşın, doğan ilk torunundan son derece gurur duyan büyükbabası sayesinde olmuş. Babası, Piero da Vinci, ailenin kendisinden önceki birkaç kuşak erkeklerinin olduğu gibi, notermiş. Çok güzel bir kadın olan annesi Caterina ise, muhtemelen ailenin hizmetlilerinden birisi olan bir köylü kızı. Ailenin soyadı, Floransa’ya bağlı Vinci’den olduklarını işaret ediyor ama, Leonardo’nun oradan çok uzak olmayan Anchiano’da doğduğu düşünülüyor. Kaç yıl olduğu konusunda tam bir fikir birliği olmasa da, uzmanlar onun ilk birkaç yılında annesi ile yaşadığı konusunda hemfikir. Kimi iki yaşına kadar kimi beş yaşına kadar diyor. Ancak, daha sonra Leonardo babası tarafından kendi evine alınmış ve nüfusuna geçirilmiş. Annesi köyden bir başkası ile evlendirilmiş. Annesinin suçu gibi görünmese de, Leonardo annesinin kendisini bıraktığını düşünerek, onu hayatı boyunca hiç affetmemiş. Aralarında Sigmund Freud da olan bazı akademisyen ve biyografi yazarları, Leonardo’nun eşcinsel olmasını annesi ile çok yoğun geçen ilk birkaç yıldan sonra ondan koparılmasına bağlıyorlar. Oysa, kariyer hedefleri olan babasının annesi ile evlenmesi zaten söz konusu değilmiş. Daha sonra dört kez evlenen Piero da Vinci’nin yedi tane oğlu daha olmuş. Yıllar sonra Leonardo, hem babasından kalan miras payı hem de kendisini çok seven ve çocukken çok ilgilenen amcasının kendisine tamamını bıraktığı mal varlığı için çok çetin bir hukuksal mücadele vermek zorunda kalmış. 23 Nisan 1519 tarihinde ölmeden önce hazırlattığı vasiyeti ile tüm bu mal varlığını ve Floransa’daki banka hesabında bulunan yüklü miktardaki parayı yine kardeşlerine bırakmış.

Leonardo da Vinci’nin döneminde, şayet aristokrat ya da köylü sınıfına mensup iseniz hiçbir sorun yaratmayan gayri meşru olma durumu, orta sınıf ve yükselen burjuva sınıfı arasında şiddetle kınanıyormuş. Kimi Papalar gayri meşru çocuklarını kardinal mertebesine dahi yükseltebilirken ya da gayri meşru doğan asiller prens bile olabilirken, orta sınıfa doğan bu çocuklar pek çok haktan mahrum bırakılırlarmış. Bunların başında, üniversiteye gitme yasağı ve dolayısı ile hukuk, tıp gibi saygın mesleklere girme yasağı bulunuyormuş. Leonardo da bu yüzden resmi bir eğitim alamamış. O nedenle yazılarında sıkça kendisinin “okumamış” olduğundan söz ediyormuş. Üniversiteye gidemeyişine ömrü boyunca üzülen Leonardo, sonsuz merak ve öğrenme arzusunu kendisi araştırarak, deney yaparak ve okuyarak gidermeye çalışmış. Bazı kaynaklar onun diğer kardeşleri ile birlikte resmi eğitim aldığını ve üniversiteye gitmiş olabileceğini söyleseler de, buna itiraz eden uzmanlar var. Onlara göre, eğer bir eğitim almış olsaydı,  sol eliyle yazıyor olmasının mutlaka düzeltileceğini belirtiyorlar. Bundan da öte, Leonardo da Vinci’nin klasik dillere (Yunanca ve Latince) çok hakim olmadığı da biliniyor. Bu dillerde ve Arapça yazılmış eski eserlere ihtiyaç duyduğu zaman İtalyanca çevirilerini okuduğu söyleniyor.

Andrea del Verrocchio (1435-1488)-Otoportre, Uffizi, Floransa
Leonardo da Vinci’nin ünlü hocası

Tüm olumsuzluklara rağmen, Leonardo dönemin benzer durumdaki diğer çocuklarına göre ayrıcalıklı sayılabilir. Babasının evine alınmış olması, büyükannesi, kendi çocuğu olmayan babasının ilk eşi ve amcası tarafından sevilip kendisine ilk eğitimin verilmiş olması onun açısından önemli. Ama şüphesiz onun için en büyük şans, babasının onu 14 yaşında iken Floransa’da büyük bir atölyesi olan Andrea del Verrocchio ustanın yanına vermiş olması. Verrocchio, bu genç çocuktaki potansiyeli hemen fark etmiş. Kendisinin de resim ve heykel dışında çeşitli tasarım , metal eşya ve müzik aletleri üretimi ile ilgilenmesi, Leonardo’nun atölyedeki diğer genç çıraklarla birlikte özgür bir eğitim almasını ve yaratma süreçlerine katılmasını mümkün kılmış. Bu dönemde ve tüm gençliği boyunca, görmeye alışık olduğumuz yaşlılık halinin aksine, genç sanatçı olağandışı bir güzelliğe sahipmiş. Kendi çağdaşı kaynakların da doğruladığı bu özelliğinin yanında, o zamanlar giyimine de son derece düşkünmüş. Sıra dışı kısalıkta tunikler giyer, sakalını uzatırmış. Müziğe son derece meraklı olan genç Leonardo’nun sesi de çok güzelmiş. Nota okuyabildiği gibi, defterlerinde görüldüğü üzere, besteler de yapıyor ve lir çalıyormuş. Bunun yanında, bazı kendi icat ettiği müzik aletlerinin çizimleri de günümüze ulaşmış.

Leonardo da Vinci’nin on yıldan fazla bir süre Verrocchio’nun yanında kaldıktan sonra, 1478 yılında bağımsız bir sanatçı olarak hayata atıldığı düşünülüyor. Dönem, Lorenzo Medici’nin dönemidir. Bilindiği gibi, Medici ailesi sanatçıların hamisi bir ailedir. Ancak, Lorenzo Medici entelektüel olmakla beraber, aynı zamanda çok elitist bir insandır. Klasik anlamda bir eğitim almamış olan Leonardo da Vinci’yi küçük görür. Ondan çok daha az yetenekli sanatçılara kol kanat gerip siparişler verirken, Leonardo’yu görmezden gelir. Genç sanatçı bunun üzerine Floransa’dan ayrılmaya karar verir.

Çeşitli kaynaklarda çeşitli konularda farklı bilgiler olsa da, Leonardo’nun Milano’ya geliş tarihinin 1482 yılı başları olduğu konusunda  fikir birliği bulunuyor. Kimilerine göre, Lorenzo Medici tarafından Sforza’lara bir jest olarak müzisyen kimliği ile gönderiliyor. Ancak, bu görüşe katılmayanlar çoğunlukta. Zira, Leonardo da Vinci ne kadar istemiş olsa da, Ludovico Sforza’nın sarayına hak ettiği şekilde adım atması Milano’ya gelir gelmez gerçekleşmiyor. Da Vinci Milano’ya geldikten sonra en az iki yıl, herhangi bir hamisi olmadan, serbest bir sanatçı olarak yaşamak zorunda kalıyor.

Kayalıklar Bakiresi-Leonardo da Vinci
Louvre Müzesi, Paris
Kaynak: www.leonardodavinci.net
Leonardo da Vinci’nin Louvre Müzesi’nde bulunan bu tablosunun Londra’daki aynı isimli tablodan daha önce, 1483-1486 yılları arasında yapıldığı düşünülüyor. Tamamının Leonardo tarafından yapıldığı tespit edilen bu tabloyu sanatçının gizlice sattığı ve asıl sipariş için daha sonra günümüzde Londra’da sergilenen tabloyu yaptığı belirtiliyor.

Bu dönemde Leonardo, aynı evi paylaştığı sanatçı Preda kardeşlerle iş birliği yapıyor. Bu çerçevede, San Francesco Grande kilisesinin altarı için üçlü bir resim yapmak üzere bir sipariş alıyorlar. Ortalama yetenekleri olan Preda kardeşler Leonardo’nun değerini anlamakta gecikmedikleri için, üçlünün ortasında yer alacak en önemli resmin sorumluluğunu ona veriyorlar. Günümüzde Louvre Müzesi’nde sergilenen Kayalıklar Bakiresi (Virgin of the Rocks) tablosu bu şekilde yapılmış oluyor. Gerçi tablo, ne renkler ne kompozisyon olarak verilen siparişin şartnamesine uymuyor ama, Leonardo da Vinci özgürce yaptığı bu tablo sayesinde Ludovico Sforza’nın dikkatini çekiyor. Sforza’nın son sevgilisi, güzeller güzeli Cecilia Gallerani’nin tablosunu yapmak üzere bir sipariş almayı başarıyor. 1480’lerin ortalarına denk gelen bu zamandan sonra Leonardo artık Milano’nun saygın bir sanatçısı olarak kabul edilmeye başlanıyor. Sarayın kapıları ona açılırken, Dük için hem çok değer verdiği mimari ve mühendislik projeleri, savaş araçları, makinalar ve Dükün dillere destan davetleri için dev oyuncaklar tasarlıyor hem de bir sanatçı olarak eserler üretiyor. Anatomi çalışmaları ise, tüm zorluklara karşın, hep devam ediyor.

Kayalıklar Bakiresi-Leonardo da Vinci
National Gallery, Londra
Kaynak: www.leonardodavinci.net
Louvre müzesindekinden 8 cm. kısa olan bu tablonun yapılışı 1508 öncesi olarak tarihleniyor. Uzmanlar, bu tablonun bir bölümünün sanatçının öğrencileri tarafından yapıldığını düşünüyorlar. San Francesco Grande kilisesinin siparişi üzerine teslim edilen bu tablo daha sonra,
1780’li yıllarda papazlar tarafından satılmış.

Leonardo da Vinci’nin Milano’da izini sürmeye nereden başlamalı diye düşündükten sonra, önce kendisine Ludovico Sforza tarafından 1498 yılında hediye edilen evine ve üzüm bağına gitmeye karar verdim. Burası aynı zamanda, o muhteşem “Son Akşam Yemeği” duvar resminin bulunduğu Santa Maria delle Grazie kilisesinin karşısında bulunuyor. Kaldığımız Hotel Manzoni’den oraya rahat bir yürüyüş ile 35-40 dakikada gittik. Bir şehri görmek için en iyi yöntem, mümkün olduğunca yürümek.  Yol üstünde, daha sonra gezeceğimiz Sforza Kalesi’nin de önünden geçtik.

Erminli Kadın-Leonardo da Vinci
Krakow Ulusal Müzesi
Ludovico Sforza’nın sevgilisi Cecilia Gallerani’nin resmedildiği bu tablo 1489 yılı civarına tarihleniyor. Gallerani’nin kucağında tuttuğu Erminin (Türkçede bu hayvana kakım da deniyor) sanatçı tarafından, “Beyaz Kakım” takma adı ile de anılan, Dük Ludovico Sforza’yı çağrıştırmasının amaçlandığı düşünülüyor.

O zamanlar boş arazi olan bu bölgede Dük kendisine sadık çevresi için yeni bir yerleşim yeri yaptırmayı düşünüyormuş. Saraya yakın Attelani ailesi ile birlikte Leonardo’ya da burada bir ev ve üzüm bağı vermiş. Amacı, hem o sırada Son Akşam yemeği üzerine çalışan Leonardo da Vinci’ye işine yakın olma kolaylığını sağlamak hem de, ailesinin Toskana’da üzüm bağları olduğu için, memleketine olan özlemini hafifletmekmiş. Gerçekten de, Leonardo bu evde kaldığı sürece, canı istediği zaman, gece geç vakit bile olsa, karşıya geçip duvar resmi üzerinde çalışma olanağı bulmuş. Üzüm bağı ile ise özel olarak kendisi ilgilenmiş. Fideleri kendisi dikip aşılamış.

Leonardo da Vinci’nin yaşadığı Casa degli Atellani.
Üzüm bağı evin arka bahçesinde.

İlk halinde toplam 800 metre karelik bir alana yayılan bağın önemli bir bölümünün üstünde günümüzde, yüzyıllar içinde yapılmış, binalar, kiliseler ve manastırlar var. Bağ, Casa degli Atellani’nin (Atellanilerin Evi) bahçesinin alt ucunda yer alıyor. Dük aslında Atellani ailesine burada iki ev vermiş. Bağın yanındaki bu evde Leonardo’nun kalmasına izin verildiği anlaşılıyor. Üzüm bağı, Leonardo da Vinci 1519 yılında Fransa’da ölünce, vasiyeti üzerine sadık hizmetkarı olan Giovanbattista Villani ve öğrencilerinden Giacomo Caprotti arasında paylaştırılmış.

Evin bir bölümünde halen oturanlar var

Casa degli Atellani iki avlulu bir yapı. Birinci avlunun çevresindeki binalarda  günümüzde oturanlar var. Hemen yanındaki avlunun Leonardo dönemindeki haline çok yakın olduğu belirtiliyor. Buradan girilen Casa Atellani ise tam anlamıyla öyle değil. Evin yüzyıllar içinde el değiştirmesi ile birlikte çok sayıda farklı süslemeler ve değişiklikler yapılmış.  Ancak, bunlar olumsuz değil, olumlu değişiklikler olmuş. Bunların içinde özellikle Zodiak Salonu’nun süslemeleri olağanüstü güzel. Bir başka salonda ise, Lombardiyalı ressam Bernardino Luini’nin  (1480-1532) yaptığı Sforza ailesinin fertlerinin portrelerini görebilirsiniz.

Zodiak Salonu
Bernardino Luini tarafından yapılan Sforza ailesinin portreleri

Üzüm bağını, beş yüz yıl boyunca yapılan binaların istilası, yangınlar ve bombalamalardan gördüğü tahribattan 2015 yılında gerçekleştirilen kapsamlı bir proje kurtarmış. Daha önce, 1920 yılında da mimar Portaluppi yaptığı bir proje ile bağın günümüze ulaşmasını sağlamış. Bağ, evin içinden çıkılan arka bahçenin en uç bölümünde bulunuyor. Elbette orijinal bağın çok küçük bir bölümü burası. Ancak, işin sevindirici yanı, botanik arkeologlarının yaptıkları çalışmalar sonucu, Leonardo’nun buraya diktiği orijinal üzüm fidelerinin cinsinin saptanabilmiş olması. Buna göre bağda şimdi, 500 yıl önce olduğu gibi, Malvasia de Candia Aromatica cinsi üzüm yetiştiriliyor. Farklı cins üzüm fidelerinin aşılanması ile elde edilen bu üzümün kökeninin, Candia isminin bir zamanlar orası için kullanılıyor olması nedeniyle, Girit olduğu belirtiliyor. Söz konusu üzümlerden, şeker ve alkol oranı yüksek, son derece aromatik ve güzel şaraplar üretiliyor.

Casa degli Atellani
Leonardo’nun Bağı evin arka bahçesinin alt tarafında

Daha önce belirttiğim gibi, Leonardo’nun ünlü Son Akşam Yemeği duvar resminin bulunduğu kilise, evinin ve bağının karşı kaldırımında yer alıyor. Öncelikle şunu belirtmem gerekiyor; kilise her daim açık. İstediğiniz zaman gezebilirsiniz. Ancak, Son Akşam Yemeği duvar resmini görebilmeniz için çok önceden bilet almanız gerekiyor. Biletler saat randevulu ve yaklaşık altı hafta önce tükeniyor. Ben erken davrandığımı düşünerek, aşağı yukarı bir hafta önce harekete geçtiğimde bu acı gerçek ile karşılaştım. Tahmin edebileceğiniz gibi, önce çok üzüldüm. Ne de olsa, gitmek için Milano’yu seçmemizin en önemli nedenlerinden birini kaçırmış olacaktık. Ama, işin peşini bırakmamaya karar verdim. Günlük turlar için araştırma yaptım ve GetYourGuide uygulamasından hem Sforza Kale’sini hem de Son Akşam Yemeği’ni kapsayan bir tur buldum. Çok da memnun kaldık. Rehberimiz çok iyiydi. Hatta bizi, programda olmayan San Maurizio al Monastero Maggiore kilisesine de götürerek Leonardo da Vinci’nin kendisinden sonraki dönemde yaşamış olan Lombardiyalı ressamları nasıl etkilediğini de uzun uzun anlattı. Şayet siz de kendiniz çok önceden bilet almayı unutursanız, yer bulma olasılığı daha yüksek olan günü birlik turları deneyebilirsiniz.

Üzümler bir zamanlar olduğu gibi, Malvasia de Candia Aromatica cinsi

Santa Maria delle Grazie kilisesi ilk olarak, mimar Guiniforte Solari’nin tasarımı ile, 1463 yılında yapılmaya başlanmış. Kilise 1490 yılında bitmiş. İki yıl sonra, 1492 yılında, Milano Dükü Ludovico Sforza (nam-ı diğer Il Moro), Leonardo da Vinci’nin de dostu olan Bramante’den burayı bir aile mozolesine çevirmesini istemiş. Hayali, buranın Sforza ailesinin görkemli bir mozolesi olması imiş. Bramante bunun için, Solari’nin yaptığı apsisi yıkarak yerine Rönesans stili bir apsis inşa etmiş. Ancak, 1499 yılında Milano’nun Fransızların saldırısına uğraması ve Ludovico’nun iktidarını kaybetmesinden sonra, 1500 yılından itibaren kiliseyi ellerinde bulunduran Dominiken rahipler burayı sanat eserleri ile dekore etmeye devam etmişler. 1558 yılında Engizisyon Mahkemesi de buraya taşınmış. İkinci Dünya Savaşı sırasında (1943 yılında) bombalanan kilise çok ağır hasar görmüş.

Santa Maria delle Grazie
Kilisenin, Bramante’nin yıkarak yeniden yaptığı
apsisinin dışarıdan görünümü
Santa Maria delle Grazie kilisesinin günümüzdeki ve
İkinci Dünya Savaşı sırasında bombalanmış hali

Yukarda belirttiğim gibi, Son Akşam Yemeği’ni görebilmek için, almış olduğunuz bilete göre, tam vaktinde kapının girişinde olmanız gerekiyor. Duvar resminin bulunduğu salon aslında bir zamanlar manastırın genel yemekhane salonu imiş. İçeriye sınırlı sayıda ziyaretçi alınıyor. Yanılmıyorsam, maksimum yirmi kişi. Ama, salona doğrudan giremiyorsunuz. Önce otomatik bir cam kapıdan bir ara bölüme giriyorsunuz. Arkanızdan kapı kapanıyor. Bir süre burada bekledikten sonra, yine otomatik cam bir kapıdan salona giriyorsunuz. Tüm bu önlemler, salonun nem ve toz seviyesini kontrol altında tutabilmek içinmiş. İçeride 15 dakikadan fazla kalamıyorsunuz. Yapılan anons ile dışarı çıkmak zorundasınız.

Kilisenin içi

Salona girerken nefesimi tuttum. Çok heyecan verici idi. İçerisi oldukça loş. Son Akşam Yemeği resmi, kapıdan girince sağ tarafınızda bulunuyor. Resim de sıcak, sarı ama oldukça loş bir ışıkla aydınlatılmış. Çevremdeki çoğu insan büyük bir hızla fotoğraf çekmeye girişirken ben, bir süre hareketsiz kalıp, resmi içime sindirmeyi tercih ettim. Büyülendim…

Leonardo da Vinci’nin ünlü duvar resmi
Son Akşam Yemeği

Ludovico Sforza’nın isteği üzerine Leonardo da Vinci’nin 1495-1497 yılları arasında yaptığı bu duvar resmi, İsa’nın ünlü, “İçinizden biri bana ihanet edecek” cümlesini söyledikten hemen sonraki anı konu ediyor. İşte sanatçı resimde, bu şaşkınlık anını büyük bir ustalıkla masadaki Havarilerin yüzlerine ve vücut dillerine yansıtmış. İsa’nın yüz ifadesi ise, sakin ve huzur içinde.

Son Akşam Yemeği resmi, sıklıkla ve yanlış bir şekilde, bir fresk (İtalyanca fresco) olarak tarif ediliyor olsa da, fresk değil. Bu tempera yöntemi ile yapılmış bir resim. Zaman zaman Leonardo’nun yanlış yöntem seçtiği ve bu yüzden resmin henüz o hayattayken bozulmaya başladığı söylense de, konunun uzmanları onun bu yöntemi özel olarak seçtiğini söylüyorlar. İtalyanca taze anlamına gelen fresco yönteminde resim, duvara çekilen alçı sıva henüz ıslakken yapılıyor. O nedenle resmi son derece hızlı bir şekilde bitirmek gerekiyor. Oysa, tempera yönteminde resim, kurumuş sıva üzerine yapıldığı için zamana karşı bir yarış söz konusu olmuyor. İşte uzmanlar, Leonardo’nun yüz ifadeleri üzerinde daha uzun süre çalışabilmek, onlara daha fazla anlam katabilmek için bu yöntemi seçtiğini belirtiyorlar. Ancak, ortamdaki koşullar kontrol edilemediği için daha sonra resmin boyalarının dökülmeye başladığı belirtiliyor. Bir de bu yetmiyormuş gibi, bir süre sonra rahipler yemek salonundan mutfağa bir geçiş açmak için resmin ortasından bir kapı açıyorlar. Bundan dolayı, resmin İsa’nın ayaklarını gösteren bölümü yok oluyor.

Kilise manastırının yemekhanesindeki bir duvarda bulunan resimde İsa’nın ayakları, daha sonra açılan bir kapı nedeniyle yok olmuş

Leonardo da Vinci’nin Son Akşam Yemeği resminde Havariler olarak kullanmak için Milano sokaklarında uygun yüzler aradığı bilinir. Bunun için, sokaklarda rastladığı insanların sayısız eskizlerini yapmış. Bir söylenceye göre, ihanet eden Judas’ı temsil etmek üzere bir dilenci ya da caniyi kullanmış. Bizim rehberimizin de katıldığı bir başka görüşe göre ise, Judas için, resmin ne zaman biteceği konusunda kendisini ikide birde sıkıştıran manastırın başrahibini model almış.

İkinci Dünya Savaşı sırasında Son Akşam Yemeği’ni korumak
için alınan önlemler

Henüz 1550 yılına gelindiğinde bile sanat tarihçisi Vasari resmin durumunun çok kötü olduğunu belirtmiş. 1726 yılından itibaren  resmi restore etmek için birçok çalışma yapılmış ama, her seferinde daha fazla zarar verilmiş, hatta figürlerde tahribat meydana gelmiş. Napolyon’un Milano’yu işgal ettiği dönemde bu salon atlar için ahır olarak kullanılmış. Doğal olarak, bu durum resim için daha da kötü olmuş. 1943 yılındaki bombalanma salonda ağır tahribat yapmış ama Son Akşam Yemeği, önüne koruma amaçlı yığılmış olan kum torbaları sayesinde, mucizevi bir şekilde kurtulmuş.

Sol tarafta, resimdeki İsa’nın restorasyondan önceki durumu.
Sağ tarafta, 1992 yılında restorasyonun birinci aşamasından sonraki İsa.
Dr. Pinin Brambilla Barcilon yirmi yıl boyunca resim
üzerinde çalışmış

Leonardo da Vinci’nin Son Akşam Yemeği duvar resminin yedinci ve son restorasyonu 1999 yılında tamamlanmış. Restorasyondan sorumlu Dr. Pinin Brambilla Barcilon resmin her bir santimetre karesinin üzerinde tam yirmi yıl boyunca çalışmış. Orijinal resmin üstüne yapılan tüm boya tabakalarını özenle temizlemiş ve alttaki orijinal katmana ulaşmış. Böylelikle, resmin günümüzdeki hali, tamamen olmasa da, otantik şekline çok yakın bir hale gelmiş.

Dr. Pinin Brambilla Barcilon resmin her santimetre karesini önce birkaç kat kazıyarak orijinal katmana ulaşmış. Daha sonra bu renklere uygun olarak restorasyonu yapmış.

Son Akşam Yemeği’nin tam karşısındaki duvarda büyük bir fresk var. Bu, Donato Montorfano’nun (1460-1502) yaptığı “Çarmıha Gerilme” isimli eseri. Dominiken rahiplerin siparişi üzerine, 1495 yılında yapılmış. Sanatçı adını ve eserin yapılış tarihini İsa’nın çarmıha gerildiği hacın dibindeki taşın üstüne yazmış. Fresk olarak yapıldığı için günümüze kadar oldukça iyi bir durumda kalabilmiş. Resmin sağ ve sol tarafında, Leonardo da Vinci tarafından eklendiği düşünülen, Ludovico ve eşi Beatrice’nin iki oğulları ile birlikte resimleri var. Ancak bunlar, alçı kuruduktan sonra (yani tempera olarak) yapıldıkları için oldukça silinmiş duruyorlar.

Çarmıha Gerilme-Donato Montorfano
Sanatçı, çarmıha sarılmış olan Maria Magdalena’nın önüne yerleştirdiği taşa yapım tarihini 1495 olarak yazmış
Çarmıha Gerilme freskinden detay.
Eser bittikten sonra, Leonardo da Vinci sağ ve sol köşelere ekleme yapmış. Sol taraftaki Ludovico Sforza ve oğlu Ercole Massimilliano ile sağ taraftaki eşi Beatrice d’Este ve
oğulları Francesco’nun figürleri günümüzde güçlükle fark ediliyor.

Montorfano’nun salonun çıkışına yakın olan freskini incelemek için istemeye istemeye Son Akşam Yemeği’ne arkamı dönmüştüm. Açıklamaları dinledikten sonra, ben kendimi yine büyülenmişçesine büyük ustanın eserine bakar buldum… Öylesine etkileyici idi… Sonra, dışarı çıkmamız gerektiğini bildiren anons duyuldu. Çıkış kapısı açıldı ve dışarı çıktık…

Milano’da Leonardo da Vinci’nin izini sürmemiz bu kadarla kalmadı. Ancak, yazımız da epeyce uzadı. En iyisi, kalanları bir sonraki yazıma bırakmak…

________________________________

Not (1): Metin içinde altı çizilmiş kelime veya cümlelere tıklarsanız, konuyla ilgili daha eski yazılarıma ulaşabilirsiniz.

Not (2): Fotoğraflar izinsiz ve kaynak göstermeden kullanılamazlar.