Yine Yeniden Çanakkale (2): Alexandria Troas ve Neandria

Nar Konak’ın sessiz ve sakin ortamında lezzetli bir kahvaltı yaptıktan sonra yola çıktık. Bir sonraki konaklama yerimiz olan Çanakkale’ye gitmeden önce iki antik kenti daha görmek istiyorduk: Alexandria Troas ve Neandria. Aslında konum olarak Assos bir başka antik ören yeri olan Chryse antik kentine çok yakın. Yaklaşık yarım saat uzaklıkta olan Gürpınar köyündeki Chryse’nin Apollon Smintheion Tapınağı’ını Çanakkale’ye bir önceki gidişimizde görmüştük. Buradan Troia ile ilgili yazımda söz etmiştim. (Dilerseniz, link aracılığı ile okuyabilirsiniz). O zaman, vakit kalmadığı için, çok yaklaşmamıza rağmen Assos’a gitmemiştik.

Çanakkale Troia Müzesi‘nde sergilenen Alexandria Troas buluntuları
Figürün Başları
M.Ö. 3. yy. (Helenistik Dönem)
Alexandria Troas buluntuları
Çanakkale Troia Müzesi

Tarih boyunca birçok uygarlığın kurulup yıkıldığı bir coğrafyada böyle olmasının doğal olduğunu düşünsek de, Alexandria Troas’ın büyük bölümünün zeytinliklerin, tarlaların ve çalılıkların altında kaldığını görmek insanı üzüyor. Ülkemizde büyük olasılıkla bastığımız hemen hemen her yerin ve yerleşim alanlarının önemli bir kısmının altı tarihi zenginliklerle dolu. Bunların bazıları için, az da olsa, çözümler üretilebiliyor. Ama, Alexandria Troas gibi, belki yüzyıllardır ekilip biçilen tarım arazileri için sahiplerini tatmin edecek bir çözüm bulmak zor olsa gerek. Mecburen, geride kalan ya da görünür olan az sayıda eser ile yetinme durumu söz konusu sanırım şu anda. Bu zor şartlara karşın, Alexandria Troas’da kazılar 2011 yılından beri Ankara Üniversitesi tarafından yürütülüyormuş.

Bronz Heykel Eli
M.Ö. 1.yy (Roma Dönemi)
Alexandria Troas buluntusu
Çanakkale Troia Müzesi

Alexandria Troas antik kenti, Çanakkale’nin Ezine ilçesine bağlı olan Dalyan köyünün sınırları içerisinde bulunuyor. İzleyeceğiniz rotaya bağlı olarak, Assos’a yaklaşık 50 dakika ile bir saat arası bir uzaklıkta. Ancak, yukarıda belirtiğim  şartlar nedeniyle Alexandria Troas’a gittiğiniz zaman öyle derli toplu bir antik kent ile karşılaşmayı beklemeyin. Kent sadece bitki örtüsü altında kalmamış, bir de araba yolu nedeniyle ikiye bölünmüş. Bu nedenle, bazı kalıntılar yolun solunda, bazıları sağında, ağaç ve makilerin arasına saklanmış durumda.

Kent, M.Ö. 310 yılında Büyük İskender’in komutanlarından Antigonos tarafından, Antigoia ismiyle  kurulmuş. İskender’in ölümünden sonra, yine onun komutanlarından Lysimachos tarafından bu isim değiştirilerek, İskender’in Troas’daki kenti anlamına gelen Alexandria Troas adını almış. Yapılan çalışmalar sonucu kentin bir zamanlar 8 kilometre uzunluğunda surlarla çevrili olduğu sonucuna varılmış. Kentin ilk kuruluşunda buraya, o dönemde çok gelişmiş ve nüfuzlu bir kent olan Neandria da dahil olmak üzere, 5 ayrı kentin halkı yerleştirilerek büyük bir metropol yaratılmış. Limanı olması nedeniyle, kent kısa bir sürede çok güçlenmiş ve zenginleşmiş. O dönemde kuzeybatı Anadolu’nun en önemli ticaret merkezi haline gelen bu limanın kalıntılarını günümüzde biraz ilerideki Dalyan köyünün sahilinde görmek mümkün.

Podyumlu Tapınak
Alexandria Troas

Alexandria Troas özellikle Roma döneminde çok gelişmiş ve M.Ö. 188 tarihinde özgür ve özerk şehir staüsünü kazanmış. Çeşitli kaynaklarda bir dönem şehrin nüfusunun 100.000’ne ulaştığı belirtiliyor. Roma İmparatoru Hadrianus döneminde (M.S. 117-138) kentte büyük bir imar hareketi başlamış ve o zamanın en zengin kişilerinden Atinalı Herodes Atticus’un katkıları ile, Kaz Dağları’ndan su getiren bir su yolu ve kemeri ile birlikte, günümüzde çok az bir bölümü ayakta olan, büyük bir hamam inşa edilmiş. Herodes Atticus Hamamı olarak anılan bu hamamın yanına aynı zamanda bir de gymnasium yapılmış.

Forum Çeşmesi
Geriye maalesef bir tek yuvarlak kaidesi kalmış

Alexandria Troas’ın, erken Hristiyanlık döneminde de önemli bir yerleşim olduğu anlaşılıyor. Bir önceki yazımda Assos’u ziyaret ettiğini belirttiğim Aziz Paulus deniz yoluyla gittiği Makedonya yolculuğuna buradan çıkmış.Yola çıkmadan önce, bir hafta kaldığı bu kentte vaazlar vermiş ve taraftar toplamış. Bu sebeple, Hristiyanlar için Alexandria Troas bir hac merkezi haline gelmiş. Kayıtlarda, M.S. 4. ve 5. yüzyıllar arasında üç yerel piskopos adına rastlanması, kentin bir zamanlar Hristiyanlık açısından önemli bir merkez olmasının kanıtı olarak görülüyor.

Tarih boyunca yoğun bir talana maruz kalan kentin
tapınağından geriye kalan sütunlar

Antik kentin denize yakın konumu, yerleşim yeri olmaktan çıktıktan sonra yoğun bir şekilde yağmalanmasını kolaylaştırmış. Taşları başka inşaatlarda kullanıldığı için kent adeta bir taş yığını haline gelmiş. 14. yüzyılda Troas bölgesine Karasioğulları yerleşmiş. 1336 yılında Osmanlılar tarafından fethedilmiş. Bu dönemde de kentin taşları inşaatlar için kullanılmaya devam edilmiş. Sütunları İstanbul’un bazı camilerinde kullanılmış.

Büyük olasılıkla tapınağa ait süslemeler

Alexandria Troas’ın günümüze ulaşmış kalıntılarını gezmeye tapınaktan başladık. Yol kenarında, Dalyan yönüne giderken sol kolda kalan tapınağın hangi tanrı veya tanrıçaya adandığı konusunda ulaşabildiğim kaynaklarda hiçbir bilgiye rastlayamadım. Bu konuda, tapınak çevresindeki açıklama tabelalarında da bir bilgi yoktu. Forum alanının ortasında yer aldığı belirtilen yapı, Podyumlu Tapınak olarak adlandırılmış. Temelinin 8 metre derine gittiği, 16,60 metre genişliği ve 23,65 metre uzunluğu olduğu belirtilen tapınak, İmparator Augustus dönemine (M.Ö. 27- M.S. 14) tarihlenmiş. Tapınağın yanındaki sundurmanın altında bu yapıya ait güzel süslemeleri, ayrıca açık alanda yere yatırılmış bazı sütunları görebilirsiniz. Podyumlu Tapınak ile odeon arasında kalan alanda Forum Çeşmesi olarak adlandırılan bir çeşme olduğu belirtiliyor. M.S. 2. yüzyılın ilk yarısında yapıldığı yazılan bu çeşmeden de geriye bir tek yuvarlak kaidesi kalmış. Bu bölge forum alanı olduğu için, çevresinde kentin sivil yönetim binalarının kalıntıları da var.

Forum alanındaki yapı kalıntıları
Korumaya alınmış bir yazıt

Kentin görülebilecek yerleri arasında bulunan Herodes Atticus Hamamı’nı görmek için geldiğimiz yöne doğru, araba ile birkaç yüz metre geriye gitmemiz gerekti. Hamamdan geriye pek bir şey kaldığı söylenemez ama, ayakta kalabilmiş ve çelik iskeleler ile desteklenmeye çalışılmış kemerler, bir zamanlar yapının ne kadar görkemli olduğunu hissettiriyorlar. Açıklamalarda, M.S. 135 yılında inşa edildiği düşünülen hamamın Anadolu’da bilinen en büyük hamamlardan birisi olduğu yazılmış. Hamam ve yanındaki gymnasium büyük ölçüde 1809-1810 kışında yaşanan deprem sırasında yıkılmış. O nedenle, yapının özellikleri hakkında bilgi edinmek için 18. ve 19. yüzyıllarda buralara gelen gezginlerin eserlerinden yararlanılmış. Hamam çevresini gezdiğimiz sırada, iki görevli burada ilaçlama yapıyordu. Kendi ifadelerine göre, yaz mevsimi ile birlikte gelecek ziyaretçi sayısında beklenen artış nedeniyle bu işlem gerçekleştiriliyormuş.

Herodes Atticus Hamamı ve yanındaki gymnasium‘dan geriye kalanlar

Yolun karşısında, yine yeşilliklerin arasında, bir de anıtsal çeşme, nymphaion, kalıntısı var. M.S. 2. yüzyılın ortasında yapılan çeşmelerle aynı özellikleri taşıdığı ve yarım daire şeklinde olduğu ifade edilen nymphaion’dan da geriye pek bir şey kalmamış.

Anıtsal Çeşme
Nymphaion

Zamanımız kısıtlı olduğu için biz, kentin en yüksek noktasında olduğu belirtilen tiyatroya gitmedik. Belirtildiğine göre buradan, kent manzarası dışında, Çığrı Dağı’nın tepesindeki Neandria, Midilli Adası, Bozcaada ve Çanakkale Boğazı da görülebiliyormuş. Ayrıca, 21. yüzyılın başında Alman arkeologların yaptıkları kazılar sonucu M.Ö. 100 civarında yapılmış olabilecek bir stadyum bulunduğundan da söz ediliyor.

Alexandria Troas’ın antik liman kalıntılarını Dalyan köyünün
sahilinde görmeniz mümkün

Bu bölgede görebileceğimiz kalıntılardan sonra sahildeki Dalyan köyüne doğru yola çıktık. Köye vardığımızda epeyce şiddetli esen, rüzgarlı bir hava ile karşılaştık. Deniz de çok çırpıntılı idi. Biraz sorduktan sonra, Alexandria Troas’ın büyük ölçüde suyun içinde kalmış liman kalıntılarını görmek için sahil boyunca yürüdük. Kumdan fışkıran bitki ve çiçekler çok güzeldi. Bir süre sonra kumsalda kıyıya paralel uzanan duvar kalıntılarını ve suyun içinde de, dalgaların dövdüğü sütunları gördük.

Suyun içinde kalmış liman kalıntıları

Alexandria Troas’ın antik limanının bulunduğu Dalyan köyünde ilginç bir doğa oluşumu da görmek mümkün. Suyun içindeki sütunların karşısında, çok yüksek olmayan bir kumul tepesinin ardında, Kalpli Göl olarak bilinen küçük bir göl yer alıyor. Bu isim ile bilinmesinin iki nedeni var. Birincisi, şeklinin bir kalbe benzemesi, ikincisi ise, yılın belli zamanında suyun pembe ya da kırmızı  bir renk alması. Bunun sebebi olarak, sıcaklık ve tuzun arttığı dönemlerde dunaliella salina (su yosunları) olarak bilinen mikroskobik bitkisel canlıların fazlaca üremesi gösteriliyor. Söz konusu renk değişikliği özellikle eylül ayında olurken, kasım ve aralık ayının bazı günlerinde de yaşanan sıcaklık değişiklikleri sonucu görülebiliyormuş. Uzmanlara göre, dünyanın farklı bölgelerinde buna benzer sekiz tane göl varmış.

Kalpli Göl‘ün yılın belli dönemlerinde görülen kırmızımsı hali
Kaynak: www.canakkaletravel.com
Fotoğraf: Cihan Kurnaz/Çanakkale
Baharda gittiğimiz için gölü renkli görmeyi beklemiyorduk zaten ama,
kuraklık nedeniyle gölün suyu da azalmıştı

Hava çok sıcak, güneş ise çok yakıcı idi. Buna karşın, planladığımız gibi, yakınlarda olduğunu düşündüğümüz Neandria antik kentine de gitmeye karar verdik. Navigasyon uygulamasından Neandria’yı bulduk ve yola koyulduk. Yollarda antik kenti gösteren hiçbir tabelaya rastlamadık. Uygulama bizi önce bir taş ocağına götürdü. Ne kadar doğru olduğunu bilmiyorum ama, internette bu taş ocağının antik çağlarda da inşaatlar için kullanıldığı yazılıydı. Aklıma Sicilya’daki Selinunte antik kentinin yapımında kullanılan taşların çıkarıldığı tarihi taş ocakları ve Siracusa’da yine aynı amaç için kullanılan Grotta del Salnitro mağarası geldi. Ancak, burada öyle gezilecek ne bir tarihi taş ocağı ne de antik bir kent vardı. Doğal çimenlik bir alanda araba ile ilerledikten sonra, toprak yol da bitti. Mecburen geri döndük ve yakında görünen Koçali köyüne gittik. Sıcakta etrafta hiç kimseler yoktu. Köy kahvesinde oturan birkaç kişi gördük. Onlara sorduk. Önce yanlış geldiğimizi söyledikten sonra, bir süre kendi aralarında tartıştılar. Sonunda, içlerinde bu konuda daha bilgili görünen bir adamın ısrarı üzerine, bizi Kayacık köyüne yolladılar. Antik kente köyün içinden çıkılacağını söylediler.

Kayacık köyünü de bulmak çok kolay olmadı doğrusu. Ana yoldan köye doğru saparken üzerinde Neandria yazan bir tabela görünce ümitlendik. Ama, hem yazının çok silik olması hem de tabelanın renginin genelde antik ya da turistik yerleri yönlendirenler gibi kahverengi olmaması beni biraz şüphelendirdi. Köye vardığımızda etrafta bir tek insan yoktu. En yakın gölgeye doğru koşturan birkaç tavuk dışında hayvan da görünmüyordu ortalıkta. Güneşin en tepe noktaya ulaştığı saatlerin kavurucu sıcağında sanki köydeki tüm canlılar derin bir uykuya dalmışlardı. Köyün parke taşlı sokaklarında bir iki tur attık. Yoldan ve binaların duvarlarından alev topu gibi bir sıcaklık yansıyordu. Derken, 7-8 yaşlarında iki kız çocuğu gördük. Biz, antik kent falan diye derdimizi anlatmaya çalışırken, içlerinden birisi,

– Kaleyi mi arıyorsunuz siz? diye sordu.

Kentin surları olduğunu okumuştum.

– Evet, dedim.

Çocuk, biraz ileride, sağ tarafta göreceğimiz yokuştan yukarı doğru çıkmamız gerektiğini söyledi. Teşekkür ettik ve söylediği tarafa yöneldik ama çocukların doğru yolu bilip bilmediklerinden de emin olamadık. Yolun başlangıç noktasında da Neandria ile ilgili hiçbir tabela yoktu. Tam o sırada genç bir adam belirdi. O da aynı tarifi yapınca, başladık araba ile tırmanmaya. Kıvrımlı ve asfalt yolda tahminimden daha uzun süre çıktık. Etrafta ne bir canlı ne de gelip geçen bir araba vardı.

Neandria, Alexandria Troas’tan aşağı yukarı 13 kilometre içeride, Çığrı Dağı’nın 500 metre yükseklikteki tepe noktasında kurulmuş bir kent.  Prof. Dr. Ekrem Akurgal’a göre, 1400 metre uzunluğunda ve 450 metre genişliğinde bir alanı kaplıyor. Kent, 1899 yılında, Alman arkeolog Robert Koldewey tarafından kazılmış. Kentin etrafına kalınlığı 3 metre, uzunluğu 3200 metre olan çokgen bir sur yapılmış. Kentin kuruluşu hakkında çok fazla bilgi olmamakla beraber, büyük olasılıkla M.Ö. 5. yüzyılda yapıldığı tahmin ediliyor. Bu varsayım, Neadnria’da bulunan ev kalıntılarına göre bu yapılarda en az 100 sene yaşandığı ve daha sonra, M.Ö. 310 yılında Alexandria Troas kurulduğu zaman, kentin tamamen terkedildiği bilgisine dayandırılıyor. Yukarıda da belirttiğim gibi, Alexandria Troas kurulduğu zaman buraya, Neandria da dahil olmak üzere, 5 ayrı kentin halkı yerleştirilmiş.

Kent duvarları içinde bulunan, daha eski dönemlere (M.Ö. 6 yy.) ait ve daha kısa bir surun dağın en yüksek noktasındaki akropolü çevrelediği belirtiliyor. Akurgal’a göre, Neandria’daki en önemli yapıt, M.Ö. 600 yılı civarında yapıldığı tahmin edilen tapınakmış. Zamanında sütunları tahtadan olan tapınağın Aeolik tarzda yapılmış sütun başlıkları günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor. (Aeolis, antik çağda Batı Anadolu’nun kuzeyindeki bölgeye verilen isim. M.Ö. 1000 yılının başından itibaren, Yunanistan’dan göç eden Aeol halkı önce Midilli Adası’nda daha sonra Troas bölgesinde kentler kurmuşlar).

Çığrı Dağı’nı biraz endişe duyarak tırmandık. Bir süre sonra oldukça sağlam görünen kent duvarları ile karşılaştık. Yol da bu sırada bir düzlükte bitti. Arabayı park ettik. Sanırım, önce ben indim. Toprak göz alabildiğine doğal bir çim ile kaplıydı ve etrafta bol miktarda koyun pisliği vardı. Belli ki, köyün çobanı hayvanları otlamaları için buralara çıkarıyordu. Bunda yadırganacak bir durum yoktu. Ancak, hayatımda o güne kadar hiç deneyimlemediğimiz bir şeyi yaşamak için bir iki adım atmamız yetti. Toprağa bastığımız her adım ile birlikte yerden iri böcekler havalanıp, kimi zaman bacaklarımıza çarpmaya başladı. Kelimelerle anlatması zor, son derece rahatsız edici bir durumdu. Buna karşın, söylenerek de olsa, surlardaki bir açıklığa doğru yürümeye devam ettik. Kent surları bu noktada yıkılmış mıydı, yoksa burası kentin kapılarından birisiydi de çökmüş müydü, emin olamadım ama, zorlukla da olsa, taşların üstünden atlayarak, içeriye girdik.

Neandria kent surları

Her gidilen yer insana yeni bilgiler ve farklı deneyimler sunar. Pek çok şey öğrenilir. En azından benim için gezmek bu demektir. Elbette bu maceradan da öğrendiklerim oldu. Bunların ışığında size önerim şu olacaktır. Eğer devletimiz antik kent veya diğer ören yerleri ile ilgili yol tabelası koymamışsa, bir bildiği vardır. Bu demektir ki, gitmeseniz de olur…

Surların ötesi…

Ne kadar talan edilmiş ya da henüz yeteri kadar gün yüzüne çıkarılmamış olursa olsun, genel olarak bu tür yerlerde ilgimi çeken bir detay yakalarım. Neandria’da ise, kelimenin gerçek anlamıyla hiçbir şey yoktu. Duvarı aştıktan sonra, yer yer kayaların yükseldiği bir düzlükten başka etrafta bir şey görünmüyordu. Belki kaya olarak görünenlerin bir kısmı eski yapı parçaları idi. Binlerce yıllık doğal aşınmalar sonucu doğa ile bütünleşmişlerdi. Bilemiyorum. Kent duvarları içerisinde de o tuhaf böcekler bizi rahat bırakmadı. Her adımda onlarcası adete yerden fışkırmaya ve sağa sola uçuşmaya devam etti. Biraz da bu nedenle, bir an önce oradan ayrılmaya karar verdik. Akurgal’ın kitabındaki çiziminde yer alan akropol ve tapınağın nerede olduklarına uzaktan bile bakmadan arabaya döndük.

Belki de bu taş yığını, elimdeki krokide yer alan yapılardan biriydi

Bu tuhaf deneyimin ardından, ancak akşam Çanakkale’de gittiğimiz Yalova restoranda kendimize geldik diyebilirim. Önceki gidişimizde olduğu gibi, birbirinden güzel mezeler eşliğinde günün yorgunluğunu attık. Buzlu rakı ile birlikte tuzlu sardalya, enginar fava, Atatürk (börülce, tahin ve çeşitli baharatlarla yapılıyormuş), salata ve barbunya balığı yedik. O gün gördüklerimizin yanında, ertesi gün gideceğimiz antik kenti konuştuk. Tüm gezimizin odak noktası olarak planladığımızı söyleyebileceğim o kenti bir sonraki yazıma bırakıyorum…

Not: Bu yazıyı yazarken, sinema yönetmeni Reha Erdem’in 2023 yılında Koçali köyünde ve Neandria’da çektiği, Neandria isimli bir film olduğunu öğrendim. Merak ettim doğrusu…