Modena

Emilia-Romagna bölgesi gezimize başlamak için Bologna’ya uçtuk ama, orada kalmadık. Görmek istediğimiz diğer şehirlere gittikten sonra, Bologna’da son birkaç günümüzü geçirmeye karar vermiştik. Bunun en önemli nedeni, bazı İtalya gezilerimizde, son gün havaalanına yetişmek için yaşadığımız gerginlikler oldu. Yol tamiratı, güzergah üstünde olmuş bir kaza ve benzeri olaylar nedeniyle birkaç kere uçağa ucu ucuna yetişebilmiştik. Onun için, uçaktan iner inmez, havaalanından kiraladığımız araba ile Modena’ya doğru yola koyulduk.

Bologna’dan Modena’ya araba ile yaklaşık bir saatte gidiliyor. İnişi çıkışı olmayan, düz bir yol bu. Zaten, bu gezi boyunca yükseklere tırmanmamız gereken tek yer San Marino oldu. Onun dışında, bölge genel olarak fazla yüksekliği olmayan bir yapıda.

Modena, nüfusu 200.000 bile olmayan, küçük bir şehir. İstanbul gibi bir metropolden gidince, insan ilk başta bu sakinlik ve sessizliği yadırgamıyor değil. Trafik az, sokaklar tenha, insanlar telaşsız ve keyifli…

Modena Katedrali (11-12.yy)

Kaldığımız Hotel Estense, şehrin tarihi bölgesine kısa bir yürüyüş mesafesinde. İtalya’da şehirleri Duomo’dan, yani şehir katedralinden gezmeye başlamak sizi hiç yanıltmaz çünkü, bu büyük ibadethanelerde mutlaka dönemin önemli sanatçılarının sanat eserleri bulunur. Orta Çağ boyunca olsun, Rönesans ve Barok dönemlerde olsun, irili ufaklı tüm İtalyan yerleşim yerleri, güçleri yettiğince yaptırdıkları kilise ve katedralleri duvar resimleri, tablolar ve heykellerle donatmışlardır. Bu nedenle, hiç ummadığınız yerlerde, gizli saklı köşelerde bile karşınıza sanat şaheserleri çıkar.

Modena Katedralinin İçi
Modena Katedralinin İçinden Detaylar

Modena katedrali, 11. ve 12. yüzyıllarda yapılmış ve 1997 yılında Unesco Dünya Mirası listesine alınmış. Çok büyük olmamakla beraber, Gotik ve Romanesk mimari tarzlarının kaynaştırılması ve içeride kullanılan koyu renk tuğlaları ile etkileyici bir atmosferi var. Ayrıca, pencerelerdeki vitraylar da çok güzel. Özellikle etkileyici bulduğum eserler ise, iki tane. Her ikisi de, terracotta (pişmiş toprak) eserler. İlki, katedralin kript’inde (bodrum katında) sergilenen, Guido Mazzoni’ye ait Madonna della Pappa. Pişmiş topraktan yapılmış, beş adet insan boyunda figürden oluşan bu eser çok gerçek duruyor. Diğer eser ise, katedralin çıkışına yakın bir noktada sergilenen, Antonio Begarelli’nin 16.yüzyılda yaptığı İsa’nın Doğumu isimli eseri.

Madonna della Pappa- Guido Mazzoni (15.yy)
İsa’nın Doğumu- Antonio Begarelli (16.yy)

Duomo’nun arka tarafında yükselen kule, Torre Ghirlandina, sadece bir çan kulesi değil, aynı zamanda Modena’nın sembolü. 13.yüzyılda yapılmış. Şehir sakinlerine ibadet saatlerini, düğün ve cenazeleri duyurmanın dışında, salgın hastalıkları, şehre yaklaşan saldırı tehlikelerini ve yangınları da duyurmak için kullanılırmış.

Modena Katedrali ve Ghirlandina Kulesi

Hava güneşli ve ılık… Duomo’nun önündeki meydanda yiyecek tezgahları var. Köylülerin ürünlerini doğrudan getirip, sattıkları bir haftalık bir “gastronomi panayırı” imiş bu. Yöreye özgü her türlü yiyeceği görmek mümkün. Peynirler, domuz jambonları, sebze ve meyve… Hepsi çok iştah açıcı. Bir de trüf mantarı tezgahları var bol miktarda. Konserve ve taze olarak satıyorlar. Bu kara ve şekilsiz görünen mantarların bu kadar lezzetli olması doğanın hoş bir sürprizi gibi sanki…

Duomo’yu, önündeki pazarı ve aynı meydana bakan belediye binasının (Palazzo Comunale) halka açık, tarihi salonlarını gezdikten sonra, doğrusu dinlenmeyi hak ettik. Katedralin arka tarafındaki caddeye bakan küçük bir kafede oturup, kahvemizi yudumlarken, etrafı izledik. Çokça bisikletlinin, az sayıda arabanın geçtiği caddenin kaldırımlarında insanlar sakin ve keyifli adımlarla önümüzden geçiyorlardı. İtalya’nın bana daima hissettirdiği keyif ve rehavet havası işte yine beni teslim almaya başlamıştı. Güneş de tatlı tatlı sırtımı ısıtıyordu. Yanımızdaki masada bir grup yaşlı erkek gülüşerek konuşuyor, şakalaşıyorlardı…

Eminim, kişiden kişiye farklılık gösteriyordur ama, Ferrari denilince ilk aklıma gelenler kırmızı renk, gençlik ve hız oluyor. Bir de zenginlik, doğal olarak. Paranız yoksa, tabii ki bir Ferrari’niz de olamaz. Öyle taksitle de alınabilecek gibi değil hani… Marka imajı denilince bence, Ferrari bu konuda en başarılılarından. Çünkü, hedef kitlesi olmayan, ürününü satın almayı hayal bile edemeyen milyonlarca insan için bile bir tutku olmayı başarmış bir araba markası o.

Emilia-Romagna bölgesi, araba yapımcılarının çok olduğu bir bölge. Ferrari, Lamborghini ve Maserati bunlardan birkaçı. Açık söylemek gerekirse, bunlardan birinin öyküsünün peşine düşeceksek, bu Ferrari olmalı diye düşündüm ben. Ah! Yine kafamdaki o, şeker gibi, kırmızı araba imajı işte…

Ferrari’nin, biri Modena’nın içinde, diğeri şehrin yaklaşık 15 kilometre dışında, Maranello’daki fabrikasının yanında olan, iki müzesi var. Modena’nın içindeki müze aslında, Ferrari ailesinin eviymiş. Kurucu Enzo Ferrari de bu evde doğmuş, büyümüş. Enzo Ferrari, 1927 yılında, bir yarış arabası alabilmek için bu evi satmış. Daha sonra tekrar satın alındığı anlaşılan bu adreste bir takım motorlar ve arabalar sergileniyor ama, esas görülesi yer Maranello’daki müze.

Museo Casa Enzo Ferrari- Modena

Enzo Ferrari, 1898 yılında doğmuş. Henüz 10 yaşında iken babası ile birlikte gittiği bir araba yarışından çok etkilenmiş. Araba yarışı dediysem, bugünkü Formula 1 yarışları aklınıza gelmesin. O zaman arabalar 12 beygir gücünde ve en fazla saatte 60 kilometre gidiyorlar. Ondan sonra, arabalar ve yarışlar onun için bir tutku olmuş. Uzun bir süre, Alfa Romeo’nun yarış pilotluğunu yapmış. İlk Ferrari arabasını ise, 1947 yılında tasarlamış ve üretmiş.

Maranello’daki müzede, Ferrari’nin öyküsünü baştan, günümüze kadar izleyebiliyorsunuz. Bugüne kadar üretilmiş her model ve renk araba sergileniyor burada. Ama kırmızı olanlar bir başka güzel, bir başka çekici sanki. Enzo Ferrari, “Bir çocuğa araba resmi çizmesini söyleyin. Mutlaka kırmızı renkli çizecektir” diyerek, kırmızı arabalara olan tutkusunu ifade etmiş. Kendisi, 90 yaşında Modena’da ölmüş ama, “En iyi Ferrari, henüz daha üretilmemiş olandır” sözleri ile efsanenin devam edeceğine işaret etmiş. Evet, müzeyi gezen insan seli, efsanenin sürdüğünü gösteriyor…

“Sonsuz Kırmızı”ya Bilet…

Ferrari müzelerini gezerken aklıma sürekli, geçmişte haberi yapılan bir yurttaşımız geldi ve kendimi için için gülmekten alamadım. Hatırladığıma göre, Belçika’da yaşayan bu kişi Ferrari’sine, ekonomik olsun diye tüp taktırmak istemiş. İşlem sırasında çıkan sorunlar nedeniyle, Ferrari’nin temsilciliğine sorunun nasıl çözülebileceğini sormuş. Dehşete kapılan Ferrari ekibi, markalarının imajını korumak adına, derhal bedelini ödeyip, arabaya el koymuşlar. Neyse ki, müzede bu olayla ilgili bir bilgi verilmiyordu…

Museo Casa Enzo Ferrari

Sadece müzeyi gezmekle kalmayıp, bir de test sürüşü yapmak isterseniz, Maranello’da bunu da yapabiliyorsunuz. Değişik Ferrari modellerine göre, 10 kilometrelik bir sürüş (süresi yaklaşık 10 dakika olarak belirtiliyor) için ücret, 80 ile 200 Euro arasında değişiyor.

Modena’ya gelmeden önce okuduğum bütün kaynaklar, burada bir balzamik sirke üreticisinin ziyaret edilmesini öneriyordu. Balzamik sirke, son yıllarda ülkemizde sadece restoranlarda değil, evlerde de yaygın olarak kullanılmaya başlandı. Marketlerde, İtalya’dan ithal edilmiş balzamik sirkelerin dışında, Türk üreticilerin de ürünlerini bulmak mümkün. Balzamik sirkeyi biz de evde severek kullanmamıza rağmen, doğrusu, üretim sürecinin görülmesinin niye bu kadar önemli olduğunu anlamamıştım. Yıllar önce, Türkiye’de iş için bir sirke üreticisine gitmişliğim vardı. Süreç oldukça basitti. Modena’nın ve Avrupa’nın en eski balzamik sirke üreticisi Acetai Giusti’ye giderken düşündüklerim bunlardı açıkçası. Ama gidince, bugüne kadar balzamik sirke ve üretimi hakkında hiçbir şey bilmediğimi gördüm. Ayrıca bizim, İtalya’dan ithal edilmiş de olsa, marketlerden aldığımız balzamik sirkenin ticari, gerçek ve yüksek kaliteli olanının ise, iyi bir şarap gibi değerli olduğunu öğrendim.

Giusti, 1605’ten Beri…

Acetai Giusti, 1605 yılında kurulmuş. Guisti ailesi 17 kuşaktan beri balzamik sirke üretiyor. Kuşaklar boyunca, Avrupa’nın kraliyet aileleri, soyluları ve Papaları için üretim yapmışlar. O dönemlerde sadece zenginlerin alabildiği bir ürünmüş. Şimdi de çok ucuz olduğu söylenemez. Eski çağlarda özellikle şifa niyetine, ilaç gibi kullanılıyormuş. Soğuk algınlığına, ses kısıklığına, mide rahatsızlıklarına iyi geldiği düşünülüyormuş. Modena’lı olan ünlü tenor Luciano Pavarotti de, sahneye çıkmadan, sesini açmak için, ufak bir kadeh balzamik sirke içermiş. Öğrendiğimize göre, bu yörede balzamik sirkenin, İtalya’nın yemek sonrası içilen “digestivo”ları (hazmı kolaylaştırıcı içkiler) gibi, yemek sonrası içilmesi yaygınmış. Tesisi gezdikten sonra yapılan tadımda tattığımız değişik sirkeler, bunun pekala mümkün olduğunu gösterdi bize. Özel meşe fıçılarda, 25 yıla kadar bekletilen balzamik sirkelerin, yıllanma yaşına göre farklı tatları, kıvamları, kokuları vardı. Kimi trüf mantarlı, kimi böğürtlenliydi. Küçük çay kaşıkları ile yaptığımız tadımda, 25 yıl yıllanmış olan, ailenin geleneksel sirkesi çok lezzetliydi. Bu çeşidi, Parmesan peyniri, balık, tavuk gibi yiyeceklerin üzerinde tükettiklerini belirttiler. Bazısını ise, tatlıların üstüne damlatarak tüketiyorlarmış. Biz, bir şişe 12 yıllık trüf mantarlı, bir de 20 yıllık sade sirkelerinden satın aldık.

Balzamik Sirke 25 Yıla Kadar Meşe Fıçılarda Yıllandırılıyor

İtalya’da veya dışında, İtalyan yiyecek ürünlerinin kalitesinden emin olmak istiyorsanız, ambalajında DOP (*) damgasını aramalısınız. Bu damga ile, ürünün (balzamik sirke, Parmesan peyniri, jambon, zeytinyağı vb) kaynağının belli olduğu, yerel üreticiler tarafından, katkı maddesi konmadan ve geleneksel yöntemlerle üretildiği ifade ediliyor. Tıpkı şarapların DOC ve DOCG damgaları gibi, gıda maddesinin kalitesi de, bağlı olunan konsorsiyumun sıkı denetimi ile garanti altına alınmış demek oluyor.

Sağdaki 25, Soldaki 12 Yıllık Balzamik Sirke…

Modena’lıların bir diğer övünç kaynağı Pavarotti. Ünlü tenor, 1935 yılında, şehrin eteklerinde, bir fırıncı ve amatör şarkıcının oğlu olarak, çok kalabalık bir aileye doğmuş. 2007 yılında, 71 yaşındayken yine Modena’da ölmüş. Yeşilliklerin ortasındaki mütevazi evi günümüzde müze. Operanın genç kuşaklar tarafından sevilmesine büyük katkısı olan bu büyük sanatçının evinin bu denli sade olması beni çok şaşırttı. Öyle anlaşılıyor ki, yaşadığı hayat da çok sade idi. Piyanosunun bulunduğu salon, arkadaşları ile haftanın belli günlerinde kağıt oynadığı oda, dostlarına yemek pişirdiği mutfak ve öldüğü yatak odası… Hepsi son derece alçak gönüllü bir kişiliği yansıtıyor.

Pavarotti’nin Evi- Modena

Pavarotti’nin evini gezerken insan, onun sadece başarılı bir tenor değil, aynı zamanda çok hayırsever bir insan olduğunu da anlıyor. U2 grubunun solisti Bono ile Bosna savaşı mağdurları için topladığı yardımlar ve Prenses Diana ile işbirliği yaparak, dünyadaki kara mayınlarının imha edilmesi ve engellenmesi için kaynak sağlaması bunlardan sadece ikisi…

Pavarotti’nin Piyanosu, Sahne Kostümleri ve Kişisel Eşyaları

Son olarak Modena’da, Emilia-Romagna bölgesinin en eski şarap üreticilerinden Chiarli’yi ziyaret ettik. Burası, 1860 yılında Cleto Chiarli tarafından kurulmuş bir tesis. Modena’daki bağlarından yılda 1 milyon, daha kuzeydeki bağlarından yılda 20 milyon litre şarap elde ediyorlarmış. İddialı oldukları şaraplar, Lambrusco ve Pignoletto. Bunlar, hem bu bölgeye özgü üzüm çeşitlerine, hem de şarap türlerine verilen isimler. İlki kırmızı, ikincisi beyaz şarap. Emilia-Romagna’nın şarapları çoğunlukla kabarcıklı şaraplar. Hem kırmızı, hem beyaz olabilen bu şaraplara spumante veya frizzante deniyor. Özellikle Lambrusco’nun üretim tarihinin Romalılar dönemine kadar gittiği söyleniyor. Katıldığımız tadımda, kabarcıklı şarabın, ana yemekten önce yenen Parmesan peyniri ve prosciutto’nun (domuz jambonu) ağızda bıraktığı kuvvetli tadın izlerini silmekte etkili olduğunu belirttiler. Böylece, diğer yemeklerin tadına daha iyi varılabiliyormuş.

İtalya’nın değişik bölgelerine gidince anlıyorsunuz ki, şarap konusunda bölgeler arası epeyce bir rekabet ve kendi şarap türlerine öncelik verme var. Ortalamanın üstünde bir restorana gitmediğiniz sürece, ünlü de olsa, bir başka bölgenin şarabını bulmanız kolay olmuyor. Bu durumda, yerel şarapların tadını çıkarmaya bakmak en iyisi.

Chiarli Şarapları Tesisi

Modena’da güzel yemekler yedik. Ayrılırken, Antica Moka lokantasında yediğim balkabağı dolgulu tortellini’nin tadı damağımda kaldı. Bir de, tütünlü dondurmanın! Şehrin epeyce dışında olan bu aile işletmesine gittiğimize değdi doğrusu…

Tütünlü Dondurma- Antica Moka, Modena

________________________________________________________________

(*)- Açılımı, Denominazione di Origine Protetta