Sanat Aşkına…

Hiç kimseden, herhangi bir tüyo veya geri bildirim almadan keşfettiğim ve unutamayacak kadar çok beğendiğim kitap ve filmlerin benim için ayrı bir yeri vardır. Sadece iç güdülere dayanarak yapılan böyle bir seçimin sonucunda ulaşılan keyif ve memnuniyet hali alınan riskin en büyük ödülü olur. Bu süreçte, ben farkında olmasam da, bilinçaltımı tetikleyen bir şeyler mutlaka vardır. Bilemiyorum… Filmin afişi, afişte yer alan bir ifade… Kitabın kapağı, kitabın ilk cümlesi veya rastgele açılan bir sayfada göze çarpan bir cümle… Hepsi olabilir…

Sözünü ettiğim, tanıdığınız bir yönetmene ait, beğendiğiniz oyuncuların oynadığı bir filme gitmek ya da sevdiğiniz bir yazarın kimsenin önermediği bir kitabının peşine düşmek değil. O, insanın kendisini biraz daha garantiye aldığı, benim de genelde izlediğim bir yol. Diğeri ise, bilinmezlerle dolu bir serüven…

Yirmi seneyi aşkın bir zaman önce, hakkında hiçbir şey bilmeden gittiğim bir film hem sanatsal ve görsel olarak, hem de konusu itibariyle benim için unutulmaz oldu. O film sayesinde Klasik Batı müziğinin en trajik kahramanlarından haberdar oldum. Onlar için üzüldüm, hüzünlendim…

O sıralar, iki şehir ve iki ev arasında bir hayat yaşıyor, Ankara ve İstanbul arasında gidip, geliyorduk. Ankara’da olduğumuz günlerden bir gündü. Canımın sıkkın olduğunu, içimin daraldığını hatırlıyorum. Öyle belli bir nedenden dolayı değil de, genel bir kapana kısılmışlık hali… Bari sinemaya gideyim dedim. Kısa bir süreliğine de olsa, başka dünyalara dalmak insana iyi gelir bu gibi durumlarda.

Çok değil, günümüzden birkaç on yıl önce Türkiye’de sinemaların çoğunun fiziksel koşulları, bugün gençlerin adım atmak istemeyeceği haldeydi. Işıklar yanarken bile karanlık olan, izbe, havasız ve son derece rahatsız koltuklu yerler. Şikayet etmezdik yine de. Elektrikler kesilmesin, film kopmasın yeter. Şimdiki halini bilmiyorum ama, Konur sokaktaki Metropol sineması da o zamanın sinemalarının belirttiğim tüm özelliklerini taşıyordu.

Bilet alıp, girdim. Hafta içi ve gündüz olduğu için koca salonda pek fazla seyirci yoktu. Olanlar da salonun çeşitli köşelerine dağılmıştı. Ortalardaki bir sıranın ortasında bir yer gözüme kestirip, yerleştim. Salonun yapısı nedeniyle, sürekli yukarı doğru bakmak gerekecekti. O nedenle, nerede oturulursa oturulsun, boyun ağrısı kaçınılmaz gibi görünüyordu.

Az sonra başlayacak filme dikkatimi çeken afişi olmuştu. Afişte, eski kostümler içinde, başında ortasından tüyler fışkıran bir başlık olan bir adam vardı. Sahne makyajı olduğunu düşündüren beyaza boyanmış yüzü ve kıpkırmızı dudakları ile şarkı söylüyor gibiydi…

Farinelli filmi 1994 yılında, bir Belçika, Fransa, İtalya ortak yapımı olarak çekilmiş. Yönetmeni Gérard Corbiau, başrol oyuncusu Stefano Dionisi. Ne yönetmenini, ne de başrol oyuncusu dahil olmak üzere, oyuncularını tanıdığım bu film, çeşitli festivallerde farklı dallarda aldığı pek çok ödülün dışında, 1995 yılında (yabancı dilde film dalında) Altın Küre ödülünü ve birkaç dalda Cesar ödülünü almış. Ayrıca, yine 1995 yılında, yabancı dilde film dalında Oscar’a aday gösterilmiş.

Filmin afişinde, Farinelli isminin altında bir ibare daha bulunuyordu.
IL CASTRATO… Kelime bir şeyler çağrıştırsa da, bu film özelini aşan konu hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Klasik Batı müziği konusunda genel kültürü ve zevki fena sayılmayacak bir insan olmama karşın, o güne kadar hiç bilmediğim bazı tarihsel gerçeklerden ancak bu film sayesinde haberdar oldum. Çok şaşırdım… Çarpıldım diyebilirim…

Yaşamı filme konu olan Farinelli 18. yüzyılın en meşhur opera sanatçılarından birisi. Asıl adı Carlo Broschi. Farinelli ismi onun sahne için kullandığı takma adı. Farinelli, 1705 yılında İtalya’nın Puglia (Apulia olarak da anılmaktadır) bölgesinde doğmuş ve 1782’de ölmüş. 15 yaşından itibaren tüm Avrupa’da, saraylarda ve konser salonlarında verdiği konserlerle ulaştığı şöhret çeşitli kaynaklarda günümüzün popüler yıldızlarının şöhretine benzetiliyor. Uğruna maddi ve manevi her şeyin feda edilebildiği, sayıları gittikçe artan bir hayran kitlesinin sürekli takip ettiği bir yıldız…

Carlo Broschi Farinelli Calatrava Nişanı İle (1750-1752). Ressam Jacopo Amigoni

Farinelli, küçük yaşlardan itibaren müziğe olan yeteneği fark edilmiş ve eğitim almış bir çocuk. Zaten ağabeyi Riccardo Broschi de bir besteci ve kardeşi için özel besteler yapıyor. Tüm bunlarda şaşılacak bir şey yok gibi görünüyor. Müzikle ilgili bir aileye doğmuş, güzel sesli ve yetenekli bir çocuk şöhret basamaklarını çıkıyor ve kariyerini İspanya kralının sarayında tamamlıyor. Ancak…

Farinelli, sadece dönemin en büyük opera sanatçısı değil, aynı zamanda en güzel sesli “castrato”su. Yani hadım edilmiş sanatçısı… “Castrato”lar(*), günah olduğu gerekçesi ile, Vatikan tarafından kadınların kilise korolarında ve sahnelerde şarkı söylemesi yasaklandığı için, 16.yüzyıldan başlayarak, yaklaşık 350 yıl boyunca müzik tarihinde yer almışlar. Bazı Papalar, bu vahşi ve insanlık dışı uygulamayı resmi olarak yasaklamış gibi görünseler de, başta Vatikan korosu olmak üzere, kilise korolarında yaygın olarak kullanılmalarına göz yumarak, bir yandan da küçük erkek çocuklarının hadım edilmesini teşvik etmişler.

İyi bir castrato olabilmek için, öncelikle, erkek çocuğunun en geç on iki yaşında, yani ergenliğe ulaşmadan, hadım edilmesi gerekmekteydi. Başarılı castrato’lar o kadar şan, şöhret ve para sahibi olabiliyorlardı ki, pek çok fakir aile gönüllü olarak bu işlemi çocuklarına yaptırmaktaydı. Bazı kaynaklar, 1700’lerin başlarında, İtalya’da yılda tahminen ortalama 3000-4000 arası erkek çocuğun hadım edildiğini belirtiyorlar.

Çoğunlukla bir berber, istisnai olarak ise bir doktor tarafından yapılan bu işlem sırasında çocuklar afyon ile uyuşturulup, sıcak su veya, Farinelli filminde olduğu gibi, sıcak süt dolu bir küvete konuyor ve işlem yapılıyordu. Kendisine ne olduğunu anlamayan bu çocuklara, biraz daha büyüdükleri zaman, küçükken bir kaza geçirdikleri (genelde attan düştükleri) söylenerek, durumları sözde açıklanıyordu…

Castrato’ lara yapılmış otopsiler, bu insanlık dışı işlem sonucunda, erkek çocukların ses tellerinin gelişmeyip, bir kadın sopranonun ses tellerinin boyutunda kaldığını göstermiş. Öte yandan, göğüs kafesleri ve çeneleri genişlediği için kadın sesini çok daha güçlü bir şekilde çıkarabilmeleri mümkünmüş. İşte onları kilise koroları ve operalar için vaz geçilmez yapan da bu karışım olmuş.

Farinelli ve Dostları-Ressam Jacopo Amigoni

Ne yazık ki, muhteşem sesli bir castrato olmak için sadece hadım edilmek yeterli değilmiş. Bunun dışında hem yetenek, hem de iyi bir eğitim şartmış. O nedenle, müzik tarihinin bu çılgınlık dönemi sırasında, başarıyı yakalayamamış ve boşu boşuna hadım edilmiş pek çok erkek çocuk da heba olmuş.

Başta Handel, Mozart, Monteverdi, Hasse ve Pergolesi olmak üzere, dönemin pek çok bestecisi, castrato’lar için özel olarak aryalar ve opera eserleri bestelemişler. Bu eserlerin arasında, örneğin, Mozart’ın Idomeneo ve Handel’in Rinaldo operaları da var. Günümüzde castrato’lar olmadığı için, söz konusu roller kadın sopranolar tarafından canlandırılmaktalar.

Castrato’larla ilgili merak edilen bir diğer konu seslerinin tam olarak nasıl olduğu. O dönemde kayıt olmadığı için bunu tam olarak bilmemiz mümkün değil tabii. 1902 ve 1904 yıllarına ait tek kayıt ise, gerek teknik yetersizlik, gerekse ses rengi nedeniyle büyüleyici olmaktan epeyce uzak. Ancak, o zamanlar castrato’lar üzerine yapılan yorumlar bize, bazılarının inanılmaz güzel seslerinin olduğunu anlatıyor. Örneğin, libretto(**) yazarı Paolo Rolli 1734’de Farinelli için şunları söylemiş: “Farinelli’yi duyana kadar, insan sesinin başarabileceklerinin çok ufak bir bölümünü duymuştum. Şimdi biliyorum ki, duyulması gereken her şeyi duydum”. Sesinin güzel olmasının dışında, bazı kaynaklar Farinelli’nin tek bir nefeste 250 nota söyleyebildiğini ve bir notayı bir dakikadan daha uzun bir süre sürdürebildiğini yazıyorlar.

Filmde, Farinelli’nin sesinin gerçeğe yakın olabilmesi için soprano Ewa Mallass Godlewska ve kontrtenor Derek Lee Ragin’in sesleri dijital olarak birlikte kayıt edilmiş ve ortaya gerçekten insanı yüreğinden vuran bir ses çıkmış. Özellikle Farinelli’nin, Handel’in Rinaldo operasından “Lascia ch’io pianga” aryasını söylediği sahne çok etkileyici. Bu sahnede Farinelli, aralarında Handel’in de bulunduğu seyircilere aryayı söylerken, bir yandan da çocukluğunu ve hadım edilişini hatırlıyor. Sesi nedeniyle sadece kadın hayranları değil, onu locasından izleyen Handel de aşırı duygulanıp, fenalık geçiriyor… Filmin bu sahnesini izlemek için aşağıdaki linke tıklayabilirsiniz.

https://www.youtube.com/watch?v=TUOiJ1_P0Ds

1650-1750 yılları arasında altın çağını yaşayan castrato geleneği, Napolyon’un
İtalya’yı fethetmesi ile yavaş yavaş yok olmaya başladı. Öteden beri bu uygulamaya karşı olan Fransızlar, uygulamayı engellemek için önlemler aldılar. 1810’lara gelindiğinde castrato’lar iyice azalmışlardı. Buna karşın, tek tük de olsa, Vatikan’ın Sistin Kilisesi korosunda yirminci yüzyılın başlarına kadar varlıklarını sürdürdüler. Sonunda, 1903 yılında Papa tarafından alınan bir kararla bu gelenek, yine başlangıç yeri olan Vatikan’da bitti. Ancak, bitmeden önce, The Gramophone Company tarafından yapılan bir kayıt, tarihteki son castrato’nun sesinin günümüze ulaşmasını sağladı.

Müzik tarihinin son castrato’su, Alessandro Moreschi 1858-1922 yılları arasında yaşadı. Yirmi beş yaşında girdiği Sistin kilisesinin korosunda koro şefliğine kadar yükseldi ve 1913 yılında emekli oldu. Öldüğü zaman pek az arayanı soranı kalmıştı… Ancak, 1902 ve 1904 yıllarında Vatikan’da yapılan kayıtlar sesinin günümüze ulaşmasını sağladı. Şimdi bir CD’de toplanmış olan bu kayıtlarda Moreschi Sistin kilisesi korosu ile birlikte aryalar söylüyor. Doğru söylemek gerekirse, bu CD’yi dinlerken insan oldukça tuhaf duygulara kapılıyor. Bir rahatsızlık duyma hali, bir hüzün…

Yapılan kayıtın belli noktalarında Moreschi ‘nin sesini güzel bulmama rağmen, genel olarak beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Bu belki de Farinelli ‘ninki gibi bir ses bekliyor olmamdan kaynaklandı. Uzmanlar bunun birkaç nedeni olabileceğini belirtiyorlar. Birincisi, kayıtlar sırasında Moreschi ‘nin yaşının ileri olması (44). İkincisi,
Moreschi ‘nin kayıt sırasında gerilip, heyecanlanmış olma ihtimali. Üçüncüsü, zamanın teknolojisinin henüz çok ilkel olması. Yüz yılı aşkın bir zaman önce yapılan kayıtlardaki teknik yetersizlik, kayıtlardaki cızırtı ve sesin uzaktan geliyor olması ile zaten hemen fark ediliyor. Bunların hepsi doğru olabilir. Sonuçta, bir Farinelli olmasa da, Alessandro Moreschi de güzel sesiyle zamanında Roma’nın Meleği unvanına sahip olmuş…

(Son castrato Alessandro Moreschi’nin sesini dinlemek için aşağıdaki bağlantıya tıklayabilirsiniz)

https://www.youtube.com/watch?v=GyodNzbjVkw

YARARLANILAN KAYNAKLAR:

– “In Opera, a Different Kind of Less Is More: Handel and the Castrati”, Alan Riding, The New York Times,19.04.2006.
– “The Castrato Sound: Real and Imagined”, Martin Bernheimer, Los Angeles Times, 02.04.1995.
http://greatoperasingers.blogspot.com.tr/2013/01/farinelli-great-castrato.html
http://www.religioustolerance.org/rcccast.htm
http://io9.gizmodo.com/what-did-it-mean-to-be-a-castrato-1732742399
http://www.eurekaencyclopedia.com/index.php/Category:Castrati
https://bachtrack.com/review-classical-opera-mozart-castratis-wigmore-hall

_________________________________________________________
* Kastrato olarak okunur. Çoğulu “castrati” (kastrati)dir.
** Libretto, opera, operet, kantat, oratoryo gibi eserlerin sözel metinlerine ve bu
metinlerin bulunduğu kitapçığa verilen addır.