Antik kentte yürütülen kazı çalışmalarının resmî web sitesinde Parion’u, “Kuzey Troas’ın Parlayan Yıldızı” olarak tanımlamışlar. Henüz tam olarak halka açılmamış, hâlâ bir kazı alanı statüsünde olan kenti gidip gördükten sonra ben de Parion’un sürdürülecek kazılarla bölgenin dikkat çeken arkeolojik sit alanlarından birisi olacağına inanıyorum. Kazı alanında tanıştığımız birisinin söylediği gibi ileride buranın Efes antik kenti kadar önemli bir çekim merkezi olup, olamayacağını bilemem. Konunun uzmanı değilim. Ancak kanımca, günümüze kadar yapılan çalışmalar, ileride buranın kesinlikle arkeoloji meraklıları için görülmeye değer bir yer olacağını hissettiriyor. Doğrusu, ben de Parion’u bir 50-60 yıl sonra tekrar görmek isterdim.
Benim için çoğunlukla, bir kitabı okumak ya da bir yeri görmek arzusunu tetikleyen (bazen doğrudan ilintili bazen bambaşka) bir neden vardır. Bu okuduğum bir kitap, birisinden öğrendiğim yeni bir bilgi, gördüğüm bir obje ya da düpedüz bilinç akışı sırasında süzgecime takılan ve ilgimi çeken bir şey olabilir. Parion’u görme isteği de bende benzer bir şekilde uyandı diyebilirim. Bir yıl önce gittiğimiz Troia Müzesi’ndeki Parion buluntuları ve bunların arasında özellikle M.Ö. 4. yüzyıldan kalma bronz bir amfora aklımı fena halde çelmişti. Oysa müzede çok daha değerli ve eşsiz eserler vardı. Hepsine hayran kalmış ve müzede 5 saate yakın zaman geçirmiştik. Buna karşın, Parion’u da aklımın bir köşesine yazmıştım.
Troia Müzesi’nin giriş katında, antik Troas bölgesinin çeşitli antik kentlerinde bulunan arkeolojik eserler sergileniyor. Anadolu’nun kuzeybatısında yer alan bu bölge, Çanakkale ilimizin büyük bölümü ile örtüşüyor ve adını bölgenin en önemli kenti olan Troia’dan alıyor. Ancak, bölgede daha pek çok antik yerleşim yeri var. Bu yazı dizisinin ilkinde Çanakkale’nin, ülkemizde sınırları içinde en çok antik yerleşim yeri barındıran illerimizden birisi olduğunu belirtmiştim. Troas bölgesinin diğer önemli antik kentleri arasında daha önce gittiğimiz Assos, Alexandria Troas, Neandria, Apollon Smintheion tapınağının bulunduğu Chryse de bulunuyor. Parion da Troas bölgesinin sınırları içinde bir antik kent. Kentte yapılan kazılarda çıkarılan gözyaşı şişeleri, koku ve içki kapları, pişirme ve servis tabakları, hayvan ve insan figürleri ve süslü kandiller Troia Müzesi’nde sergileniyor. Yukarıda sözünü ettiğim bronz amfora da bu buluntulardan birisi.
Parion, Çanakkale Boğazı‘nın Anadolu yakasında, boğazın Marmara Denizi‘ne doğru genişlediği doğu ucunda bulunuyor. Günümüzde kentin konumu, Çanakkale’ye bağlı Biga ilçesinin Kemer köyü sınırlarının içine denk geliyor. Parion’u bulmak için de biraz dolandık ama neyse ki, bir gün önce Neandria’ya ulaşmak kadar zahmetli olmadı. Google Maps uygulamasına Parion diye girmiştik. Navigasyon bizi tarlaların ortasında bir yerlere götürdü. Orada çalışan birkaç kişi vardı. Biraz ümitsizce onlara sorduk. Adamların hemen gitmek istediğimiz Parion’u anlayıp bizi yönlendirmesi epeyce şaşırtıcı oldu. Meğer, aynı şekilde yanlış gelen bir sürü insan oluyormuş. Artık alışmışlar. Bazı yerlerin konumlarının navigasyona yanlış girilmiş olması yüzünden başka şehirler ve ülkelerde de maceralar yaşamışlığımız var. Bunu kim neden yapıyor, anlamış değilim. Parion için de durum aynı idi. Eğer hala düzeltilmemiş ise, Kemer/Biga/Parion olarak aramakta yarar var.
Tarihçi Eusebius (c. 260- 339) Parion’un M.Ö. 709 yılında kurulduğunu belirtmiş. Ancak, bugüne kadar yapılan kazılarda çıkarılan seramikler en erken M.Ö. 625-600 yıllarına tarihlenebilmişler. Kuruluş tarihi ile ilgili (en azından şimdilik) var olan belirsizliğin dışında, Parion’un kimler tarafından kurulduğu konusunda da bir fikir birliğine varılamamış. Bu konuda da farklı kaynaklarda, Erythrai, Miletos ve Paroslular tarafından kurulduğu konusunda değişik görüşler ortaya atılmış. Öyle anlaşılıyor ki, Parion’da yapılan çalışmalar ilerledikçe, bu konuda daha kesin söylemler benimsenebilecek. Sanıyorum şimdilik, Troia Müzesi’nın Parion bölümündeki açıklamaları referans alarak, kentin M.Ö. 7. yüzyılda Milet‘ten ve Ege‘nin karşı kıyısındaki Paros‘dan gelenler tarafından kurulduğunun düşünüldüğünü söyleyebiliriz.
Parion ile ilgili bir başka tartışma konusu da antik kentin adı ile ilgili. Bir görüşe göre Parion adı, kenti kuranların ana vatanı olduğu düşünülen Paros’tan geliyor. Diğer bir fikre göre, kentin ismi Erythrailı göçmen Iason ve Demetria’nın oğlu Parius‘a, bir başkasına göre ise, Paris‘in şehri anlamında, Troia prensi Paris’e dayanıyor.
Parion’un ilk başta küçük bir balıkçı köyü olarak kurulmuşken, zaman içinde gelişerek büyüdüğü ve önemli bir liman şehri haline geldiği belirtiliyor. Kentin, biri büyük diğeri küçük olmak üzere, iki limanı var. Bu da giderek göçlerle büyüdüğünün ve stratejik konumunun da etkisi ile, önemli bir ticari ve askeri merkez haline geldiğinin göstergesi kabul ediliyor. Kuruluşundan sonra Parion’un tarihi, kabaca bölgenin diğer kentleri ile bir paralellik göstermiş. M.Ö. 547 yılında Persler tarafından istila edilmiş. Daha sonra, M.Ö. 478-477 yılında Atinalılar tarafından Perslere karşı kurulmuş olan Delos Birliği‘ne katılmış. M.Ö. 431-404 yılları arasında Atina ve Sparta arasında yapılan Peleponez Savaşları‘nda da Atinalıların tarafını tutmuş. (Sicilya yazı dizimin Selinunte ve Siracusa bölümünü okuyanlar, Peleponez savaşları’nın Sicilya‘da yaşanan uzantılarını anımsayacaklardır). Bu bir dizi savaşın sonunda Atinalıların Spartalılara yenilmesinden sonra, Spartalıların M.Ö. 387 yılında Perslerle yaptıkları Kral Barışı’nın ardından, Parion tekrar Pers hakimiyeti altına girmiş. Şehrin Perslerden kurtuluşu, bölgenin diğer antik kentlerinin tarihinden öğrendiğimiz gibi, M.Ö. 334 yılında Büyük İskender‘in Persleri yenmesi ile mümkün olmuş. M.Ö. 188 yılında Romalılar Parion’u bölgenin diğer kentleri ile birlikte, ödül olarak Pergamon Krallığı‘na vermiş. Bunun nedeni, zamanında Büyük İskender’in komutanlarından Seleukos tarafından kurulmuş olan Seleukos Krallığı ile M.Ö. 190 yılında Magnesia‘da yaptıkları savaşta Pergamon Krallığının Roma’nın yanında yer alması olmuş. Kent, tüm Troas bölgesi ile birlikte, Pergamon Kralı III. Attalos‘un M.Ö. 133 yılında ölümünden sonra vasiyeti üzerine, Romalılara geçmiş.
Parion’da yapılan kazılarda bulunan sikkelere dayanılarak, ilki Julius Caesar ya da Augustus döneminde, ikincisi ise Hadrianus döneminde olmak üzere, kentin iki kere koloni statüsü elde ettiği belirtiliyor. Roma yönetim sisteminde koloni terimi, en üst statüye sahip kentler için kullanılırmış. Parion özellikle Hadrianus döneminde koloni statüsünü ikinci kez elde ettikten sonra mimari açıdan çok gelişmiş. Tiyatrodan çıkarılan, M.S. 2. yüzyılın ikinci yarısına tarihlenen bezeme ve kabartmalar bunun kanıtı olarak gösteriliyor. Romalılar döneminde ihya olup gelişen Parion, bir süre sonra Romalı askerlerin emeklilik günlerini geçirdikleri büyük bir kent haline gelmiş. M.S. 2. yüzyıldan itibaren Parion’da Hristiyan bir topluluk da oluşmaya başlamış ve bu açıdan Bizans İmparatorluğu döneminde de, bir piskoposluk merkezi olarak, önemini korumuş.
Parion antik kentinde yürütülen kazı çalışmalarının resmi web sitesinde belirtildiğine göre, aralarında Herodotos, Ksenophon, Aeneas Tacticus, Diodorus, Strabon, Plinius ve Plutarkhos‘u sayabileceğimiz birçok yazar eserlerinde Parion’dan söz etmişler. Kentteki ilk tespit araştırması 1801 yılında İngiliz arkeolog P. Hunt tarafından yapılmış. 1970’li yıllarda İlhan Akşit tarafından Çanakkale Müzesi adına bir yüzey araştırması gerçekleştirildikten sonra, 1997-2015 yılları arasında kazılar Prof. Dr. Cevat Başaran başkanlığında yürütülmüş. Kendisinin sağlık sorunları sebebiyle, 2015 yılından itibaren kazı başkanlığını Prof. Dr. Vedat Keleş devralmış. Kentte henüz cavea (oturma) bölümü tam olarak ortaya çıkarılmamış bir tiyatro, büyük bir Roma Hamamı, Yamaç Hamamı olarak adlandırılmış ayrıca başka bir hamam, Kemer köyünün adını aldığı söylenen su kemeri, odeon, surlar ve kuleler ile agora ve dükkanlar var.
Parion resmî olarak bir kazı alanı olduğu için, yapılara ancak koruma amaçlı çekilmiş tel çitlerin ve uyarı tabelalarının izin verdiği ölçüde yaklaşabiliyorsunuz. Biz gittiğimiz zaman, Roma hamamı alanında yoğun bir çalışma vardı. Rahatsız etmemek için uzaktan sessizce bir süre izledik. Biraz sonra, hocalardan birisi olduğunu düşündüğüm, yaşça daha büyük bir bey yanımıza geldi ve oldukça sıcak davrandı. Hem kendisi birtakım bilgiler verdi hem de sorularımızı yanıtladı. Parion’u merak edip, gelmiş olmamızdan memnun gibiydi. Genel olarak gözlemlediğim bir noktayı da burada belirtmeden geçmeyeyim. Ekipte çalışan genç arkeologlar daha asık yüzlü ve insanın cesaretini kırıcı görünürken, daha kıdemli görevliler çok daha sıcak ve bilgi vermeye istekliydiler. Bu durum bende önce çok negatif hisler uyandırdıysa da sonradan bunun bilgi ve deneyim eksikliğinden veya yetkiyi aşıp, başlarını derde sokmaktan çekindiklerinden dolayı olabileceğini düşündüm.
Üstü büyük bir gölgelikle örtülmüş olan Parion’daki Roma Hamamı’nın ilk olarak M.S. 2. yüzyılın ilk çeyreğinde yapıldığı tahmin ediliyor. Yapı, 200 yılı aşkın bir süre kullanıldıktan sonra, M.S. 4. yüzyılın ikinci yarısında tahrip edilmiş. M.S. 5. yüzyılın başından itibaren kısmen çöplük olarak kullanılmaya başlandıktan sonra, aynı yüzyılın ikinci yarısında tamamen bir çöplüğe dönüşmüş. Bu durum M.S. 7. yüzyıla kadar devam etmiş. Roma hamamında çalışmalara ilk olarak 2006 yılında başlanmış. Günümüze kadar iki ılıklık bölümü ve bir soğuk su havuzu toprak altından çıkarılmış. Çalışmalar sonucunda, ılıklık bölümlerinin bir zamanlar tabandan ve duvarların içinden ısıtıldığı anlaşılmış.
Yukarıda belirttiğim gibi, Parion’daki tiyatronun cavea, yani oturma bölümü, henüz çalılıklar ve yeşilliklerle kaplı. Ancak şeklinden dolayı, uzaktan baktığınız zaman bir antik tiyatro olduğunu çok rahatlıkla söyleyebiliyorsunuz. Buranın tiyatro olduğu, henüz yüzey çalışmaları yapılırken yaşanan bir çöküntü sayesinde anlaşılmış ve 2006 yılından itibaren kazı yapılmaya başlanmış. Uzmanlar, oturma kısmının doğuya ve denize bakıyor olmasından dolayı, Parion tiyatrosunun bu özelliği nedeniyle Afrodisias tiyatrosuna benzediğini belirtiyorlar. Günümüze kadar bulunan mimari büyük kalıntılar ile seramik parçalar ve sikke gibi diğer küçük buluntular yardımıyla tiyatronun ilk olarak M.S. 1. yüzyılın ikinci yarısında inşa edildiğine karar verilmiş. M.S. 2. yüzyılın sonlarında onarılmış ve sahnesi yenilenmiş. Daha sonra, çeşitli zamanlarda yapılan eklemelerle, M.S. 4. yüzyılın ilk yarısına kadar kullanılmaya devam edilmiş. M.S. 4. yüzyılın ikinci yarısında yıkılmış ve çok fazla tahribata uğramış. Gerek ortasından bir sur geçirildiği belirtilen cavea bölümü gerekse sahne kısmı zarar görmüş. Açıklama tabelasında okuduğuma göre, bugüne kadar yapılan çalışmalardan sahne binasının planı konusunda tam olarak bir fikir elde edilememiş. Buna karşın, sahne tarafının en az iki katlı olduğu ve heykel ve kabartmalarla süslü olduğu sonucuna varılmış.
Tiyatrodan çıkarılanların bulunduğu açık alanda inanılmaz güzellikteki kabartmaları inceler ve fotoğraf çekerken yaşlıca bir kişi yanımıza geldi. Bizi, “Hoş geldiniz”, diyerek selamladı. Aslında eski bir SAT komandosu imiş ama, o sırada kazı alanında çevirmenlik yapıyormuş. Kazı ekibi ile kimin arasında çevirmenlik yaptığını tam olarak anlayamasam da birkaç dakikalık bir sohbet sonucu kendisinin artık Parion ile bir gönül bağı olduğunu ve burada yapılan çalışmalarla gurur duyduğunu anladım. Arkeoloji merakı ve Parion kazılarına gösterdiği ilgi ışığında bize çok güzel bilgiler verdi. Tiyatrodan çıkan alınlıkta resmedilmiş olan Demeter, kızı Persephone ve Hades ile ilgili kabartmayı özel olarak gösterdi. Ben de bu mitolojik efsanenin ve benzer kabartmaların Sicilya’da da çokça insanın karşısına çıktığını anlattım. Sicilya ve oradaki eski Yunan antik kent kalıntıları hakkında biraz daha konuştuk.
Efsaneyi çok kısaca özetlemeye çalışayım. Anadolu kültlerindeki tanrıça Kybele ile de sıkça ilişkilendirilen Demeter tarım, hasat, bereket ve bolluk tanrıçasıdır. Persephone, Demeter’in erkek kardeşi Zeus‘dan olma kızıdır. Bir gün, yer altı dünyasının tanrısı Hades Persephone’u çiçek toplarken görür ve âşık olur. Bu durumu kardeşi Zeus’a anlatır ve ondan aldığı izin ile Persephone’u kaçırıp, yer altı dünyasına götürür. Demeter kızını her yerde arar ama bulamaz. Hades’in kızını kaçırdığını öğrenince, tüm görevlerini ihmal eder. Tarım yapılamaz, hiçbir bitki büyümez, korkunç bir kıtlık olur ve insanlar ölmeye başlar. Felaketin son bulması için, Zeus kardeşi Hades’e Persephone’u annesine geri vermesini emreder. Ancak, Persephone yer altında birkaç nar tanesi yediği için, artık yeryüzünde sürekli yaşaması mümkün değildir. Her yıl ilkbaharda yerin üstüne çıkar. Bu zamanda annesi Demeter bitkilerin ve ekinlerin yeşermesine izin verir. Bolluk ve bereket olur. Sonbahar geldiğinde Persephone kocası Hades’in yanına dönmek zorundadır. Onun yokluğunda tohumlar yeşermez, hasat yapılamaz. Böylece, Yunan mitolojisinde mevsimsel döngü de açıklanmış olur.
Tiyatrodan çıkan alınlıktaki figürler gerçekten çok güzeldi. Atlı savaş arabasına binmiş Demeter, Hades’in Persephone’u kaçırışı çok açık seçik görülebiliyordu. Bu efsane ile ilk karşılaşmam küçük yaşlarda, Roma‘daki Galleria Borghese‘de gördüğüm ve çok etkilendiğim, Gian Lorenzo Bernini‘nin (1598-1680) heykeli ile olmuştur. Persephone’nun, Latince adı Proserpina olarak anıldığı (heykelin adı Proserpina’nın Tecavüzü olarak geçer) bu heykeldeki usta işçiliğe bir çocuk olarak bile hayran olmuştum. Babam ile defalarca gittiğim Galleria Borghese’de her seferinde bu heykelin bulunduğu salona koşturarak gider ve Persephone’un yüzündeki dehşet ifadesine ve Hades’in güçlü parmaklarının kızın etine gömülmesine büyülenmişçesine bakardım. Öylesine gerçektir ki o parmakların gömülüşü, bir süre sonra insan o bedenin mermerden yapılma olduğunu unutur…
Parion antik kentinin merkezi olduğu belirtilen ve tiyatro, hamam ve odeonun bulunduğu bölgede, tahmin edilebileceği gibi, agora ve dükkanlar da yer alıyor. Ancak, verilen bilgilerde, buranın da yapımından sonra epeyce tahrip edildiği ve değişikliğe uğradığı belirtiliyor. Buluntulardan şu ana kadar varılan sonuç, buranın M.S. 2. yüzyıl sonuyla M.S. 4. yüzyıl başları arası bir zamanda yapıldığı yönünde. Sonradan, M.S. 5 ile 7. yüzyıllar arasında eklemeler yapılmış. Bölgede bulunan sikkelerden agora ve dükkanların M.S. 11-12. yüzyıllara kadar kullanıldıkları anlaşılmış.
Pareon’da odeonu açık seçik görebilmek güzel bir sürprizdi. Kazı alanı olduğu için yakınına gitmemiz mümkün olmadı. Uzaktan bakabildik. M.S. 2. yüzyıla tarihlenen odeon, ilk olarak 2009 yılında yüzey kalıntılarını inceleyen Prof. Dr. Cevat Başaran tarafından tespit edilmiş. Başlangıçta buranın bir stadyum olduğu düşünülse de 2010 yılında kazılar ilerledikçe ortaya çıkan cavea bölümünün kavisi sonucunda odeon olduğu anlaşılmış. Yapılan hesaplamalara göre buranın 950-1050 kişilik bir oturma kapasitesi olduğu tahmin ediliyor. Bir yangın geçirdiği anlaşılan sahne kısmında bir Artemis ya da Roma mitolojisindeki adıyla Diana heykeli parçalarına ve başka heykel parçalarına rastlanmış.
Antik kentte son olarak, bir yamaçta yer alması nedeniyle bu şekilde anılan, Yamaç Hamamı tarafına yürüdük. Yapılan çalışmalar sonucu bir Roma dönemi hamamı olduğu saptanan yapının başlıca üç evre geçirmiş olduğu belirtiliyor. İlk evre, M.S. 1. yüzyıl olarak saptanmış. Bundan sonraki ikinci evrede (M.S. 3. ile 4. yüzyılın başları) çok yoğun olarak kullanılmış. Son olarak, M.S. 5. ve 6. yüzyıllarda eklemeler yapılmış ve kullanılmış. Çalışmaların devam ettiği yapıda su havuzları, su deposu, su boruları ve temiz su hattının parçası olan künklere rastlanmış.
Hava çok sıcak olmasına rağmen, Parion antik kentinden çok memnun ayrıldık. Büyük bölümü ortaya çıkarılmış bir antik kenti gezmekten daha farklı bir heyecan yaşadık. Deniz kenarında, çok hoş bir konumu da olan kentte çalışmaların sürmesini ve gelecek yıllarda bir çekim merkezi olmasını diliyorum.