Yine Yeniden Çanakkale (3): Paris’in Kenti Parion

Antik kentte yürütülen kazı çalışmalarının resmî web sitesinde Parion’u, “Kuzey Troas’ın Parlayan Yıldızı” olarak tanımlamışlar. Henüz tam olarak halka açılmamış, hâlâ bir kazı alanı statüsünde olan kenti gidip gördükten sonra ben de Parion’un sürdürülecek kazılarla bölgenin dikkat çeken arkeolojik sit alanlarından birisi olacağına inanıyorum. Kazı alanında tanıştığımız birisinin söylediği gibi ileride buranın Efes antik kenti kadar önemli bir çekim merkezi olup, olamayacağını bilemem. Konunun uzmanı değilim. Ancak kanımca, günümüze kadar yapılan çalışmalar, ileride buranın kesinlikle arkeoloji meraklıları için görülmeye değer bir yer olacağını hissettiriyor. Doğrusu, ben de Parion’u bir 50-60 yıl sonra tekrar görmek isterdim.

Benim için çoğunlukla, bir kitabı okumak ya da bir yeri görmek arzusunu tetikleyen (bazen doğrudan ilintili bazen bambaşka) bir neden vardır. Bu okuduğum bir kitap, birisinden öğrendiğim yeni bir bilgi, gördüğüm bir obje ya da düpedüz bilinç akışı sırasında süzgecime takılan ve ilgimi çeken bir şey olabilir. Parion’u görme isteği de bende benzer bir şekilde uyandı diyebilirim. Bir yıl önce gittiğimiz Troia Müzesi’ndeki Parion buluntuları ve bunların arasında özellikle M.Ö. 4. yüzyıldan kalma bronz bir amfora aklımı fena halde çelmişti. Oysa müzede çok daha değerli ve eşsiz eserler vardı. Hepsine hayran kalmış ve müzede 5 saate yakın zaman geçirmiştik. Buna karşın, Parion’u da aklımın bir köşesine yazmıştım.

Troia Müzesi‘nde sergilenen Parion antik kenti buluntuları
Bronz amfora (M.Ö. 4. yy.)

Troia Müzesi’nin giriş katında, antik Troas bölgesinin çeşitli antik kentlerinde bulunan arkeolojik eserler sergileniyor. Anadolu’nun kuzeybatısında yer alan bu bölge, Çanakkale ilimizin büyük bölümü ile örtüşüyor ve adını bölgenin en önemli kenti olan Troia’dan alıyor. Ancak, bölgede daha pek çok antik yerleşim yeri var. Bu yazı dizisinin ilkinde Çanakkale’nin, ülkemizde sınırları içinde en çok antik yerleşim yeri barındıran illerimizden birisi olduğunu belirtmiştim. Troas bölgesinin diğer önemli antik kentleri arasında daha önce gittiğimiz Assos, Alexandria Troas, Neandria, Apollon Smintheion tapınağının bulunduğu Chryse de bulunuyor. Parion da Troas bölgesinin sınırları içinde bir antik kent. Kentte yapılan kazılarda çıkarılan gözyaşı şişeleri, koku ve içki kapları, pişirme ve servis tabakları, hayvan ve insan figürleri ve süslü kandiller Troia Müzesi’nde sergileniyor. Yukarıda sözünü ettiğim bronz amfora da bu buluntulardan birisi.

Savaşçı Kuklalar (Pişmiş Toprak)
Roma Dönemi (M.Ö. 1. yy.)

Parion, Çanakkale Boğazı‘nın Anadolu yakasında, boğazın Marmara Denizi‘ne doğru genişlediği doğu ucunda bulunuyor. Günümüzde kentin konumu, Çanakkale’ye bağlı Biga ilçesinin Kemer köyü sınırlarının içine denk geliyor. Parion’u bulmak için de biraz dolandık ama neyse ki, bir gün önce Neandria’ya ulaşmak kadar zahmetli olmadı. Google Maps uygulamasına Parion diye girmiştik. Navigasyon bizi tarlaların ortasında bir yerlere götürdü. Orada çalışan birkaç kişi vardı. Biraz ümitsizce onlara sorduk. Adamların hemen gitmek istediğimiz Parion’u anlayıp bizi yönlendirmesi epeyce şaşırtıcı oldu. Meğer, aynı şekilde yanlış gelen bir sürü insan oluyormuş. Artık alışmışlar. Bazı yerlerin konumlarının navigasyona yanlış girilmiş olması yüzünden başka şehirler ve ülkelerde de maceralar yaşamışlığımız var. Bunu kim neden yapıyor, anlamış değilim. Parion için de durum aynı idi. Eğer hala düzeltilmemiş ise, Kemer/Biga/Parion olarak aramakta yarar var.

Tarihçi Eusebius (c. 260- 339) Parion’un M.Ö. 709 yılında kurulduğunu belirtmiş. Ancak, bugüne kadar yapılan kazılarda çıkarılan seramikler en erken M.Ö. 625-600 yıllarına tarihlenebilmişler. Kuruluş tarihi ile ilgili (en azından şimdilik) var olan belirsizliğin dışında, Parion’un kimler tarafından kurulduğu konusunda da bir fikir birliğine varılamamış. Bu konuda da farklı kaynaklarda, Erythrai, Miletos ve Paroslular tarafından kurulduğu konusunda değişik görüşler ortaya atılmış. Öyle anlaşılıyor ki, Parion’da yapılan çalışmalar ilerledikçe, bu konuda daha kesin söylemler benimsenebilecek. Sanıyorum şimdilik, Troia Müzesi’nın Parion bölümündeki açıklamaları referans alarak, kentin M.Ö. 7. yüzyılda Milet‘ten ve Ege‘nin karşı kıyısındaki Paros‘dan gelenler tarafından kurulduğunun düşünüldüğünü söyleyebiliriz.

Parion ile ilgili bir başka tartışma konusu da antik kentin adı ile ilgili. Bir görüşe göre Parion adı, kenti kuranların ana vatanı olduğu düşünülen Paros’tan geliyor. Diğer bir fikre göre, kentin ismi Erythrailı göçmen Iason ve Demetria’nın oğlu Parius‘a, bir başkasına göre ise, Paris‘in şehri anlamında, Troia prensi Paris’e dayanıyor.

Parion’un ilk başta küçük bir balıkçı köyü olarak kurulmuşken, zaman içinde gelişerek büyüdüğü ve önemli bir liman şehri haline geldiği belirtiliyor. Kentin, biri büyük diğeri küçük olmak üzere, iki limanı var. Bu da giderek göçlerle büyüdüğünün ve stratejik konumunun da etkisi ile, önemli bir ticari ve askeri merkez haline geldiğinin göstergesi kabul ediliyor. Kuruluşundan sonra Parion’un tarihi, kabaca bölgenin diğer kentleri ile bir paralellik göstermiş. M.Ö. 547 yılında Persler tarafından istila edilmiş. Daha sonra, M.Ö. 478-477 yılında Atinalılar tarafından Perslere karşı kurulmuş olan Delos Birliği‘ne katılmış. M.Ö. 431-404 yılları arasında Atina ve Sparta arasında yapılan Peleponez Savaşları‘nda da Atinalıların tarafını tutmuş. (Sicilya yazı dizimin Selinunte ve Siracusa bölümünü okuyanlar, Peleponez savaşları’nın Sicilya‘da yaşanan uzantılarını anımsayacaklardır). Bu bir dizi savaşın sonunda Atinalıların Spartalılara yenilmesinden sonra, Spartalıların M.Ö. 387 yılında Perslerle yaptıkları Kral Barışı’nın ardından, Parion tekrar Pers hakimiyeti altına girmiş. Şehrin Perslerden kurtuluşu, bölgenin diğer antik kentlerinin tarihinden öğrendiğimiz gibi, M.Ö. 334 yılında Büyük İskender‘in Persleri yenmesi ile mümkün olmuş. M.Ö. 188 yılında Romalılar Parion’u bölgenin diğer kentleri ile birlikte, ödül olarak Pergamon Krallığı‘na vermiş. Bunun nedeni, zamanında Büyük İskender’in komutanlarından Seleukos tarafından kurulmuş olan Seleukos Krallığı ile M.Ö. 190 yılında Magnesia‘da yaptıkları savaşta Pergamon Krallığının Roma’nın yanında yer alması olmuş. Kent, tüm Troas bölgesi ile birlikte, Pergamon Kralı III. Attalos‘un M.Ö. 133 yılında ölümünden sonra vasiyeti üzerine, Romalılara geçmiş.

Parion’da yapılan kazılarda bulunan sikkelere dayanılarak, ilki Julius Caesar ya da Augustus döneminde, ikincisi ise Hadrianus döneminde olmak üzere, kentin iki kere koloni statüsü elde ettiği belirtiliyor. Roma yönetim sisteminde koloni terimi, en üst statüye sahip kentler için kullanılırmış. Parion özellikle Hadrianus döneminde koloni statüsünü ikinci kez elde ettikten sonra mimari açıdan çok gelişmiş. Tiyatrodan çıkarılan, M.S. 2. yüzyılın ikinci yarısına tarihlenen bezeme ve kabartmalar bunun kanıtı olarak gösteriliyor. Romalılar döneminde ihya olup gelişen Parion, bir süre sonra Romalı askerlerin emeklilik günlerini geçirdikleri büyük bir kent haline gelmiş. M.S. 2. yüzyıldan itibaren Parion’da Hristiyan bir topluluk da oluşmaya başlamış ve bu açıdan Bizans İmparatorluğu döneminde de, bir piskoposluk merkezi olarak, önemini korumuş.

Yakındaki Kemer köyünün adını aldığı su kemeri İmparator Hadrianus dönemindeki imar projesinin bir parçası olarak, M.S. 2. yüzyılda yapılmış. Söz konusu su sistemi kentin 12 Km. güneyindeki Kolonai (Çataltepe) bölgesinden
su getirmek için inşa edilmiş.

Parion antik kentinde yürütülen kazı çalışmalarının resmi web sitesinde belirtildiğine göre, aralarında Herodotos, Ksenophon, Aeneas Tacticus, Diodorus, Strabon, Plinius ve Plutarkhos‘u sayabileceğimiz birçok yazar eserlerinde Parion’dan söz etmişler. Kentteki ilk tespit araştırması 1801 yılında İngiliz arkeolog P. Hunt tarafından yapılmış. 1970’li yıllarda İlhan Akşit tarafından Çanakkale Müzesi adına bir yüzey araştırması gerçekleştirildikten sonra, 1997-2015 yılları arasında kazılar Prof. Dr. Cevat Başaran başkanlığında yürütülmüş. Kendisinin sağlık sorunları sebebiyle, 2015 yılından itibaren kazı başkanlığını Prof. Dr. Vedat Keleş devralmış. Kentte henüz cavea (oturma) bölümü tam olarak ortaya çıkarılmamış bir tiyatro, büyük bir Roma Hamamı, Yamaç Hamamı olarak adlandırılmış ayrıca başka bir hamam, Kemer köyünün adını aldığı söylenen su kemeri, odeon, surlar ve kuleler ile agora ve dükkanlar var.

Roma Hamamı bölgesinde çalışan arkeologlar
Roma Hamam alanının üstü bir gölgelikle örtülmüş

Parion resmî olarak bir kazı alanı olduğu için, yapılara ancak koruma amaçlı çekilmiş tel çitlerin ve uyarı tabelalarının izin verdiği ölçüde yaklaşabiliyorsunuz. Biz gittiğimiz zaman, Roma hamamı alanında yoğun bir çalışma vardı. Rahatsız etmemek için uzaktan sessizce bir süre izledik. Biraz sonra, hocalardan birisi olduğunu düşündüğüm, yaşça daha büyük bir bey yanımıza geldi ve oldukça sıcak davrandı. Hem kendisi birtakım bilgiler verdi hem de sorularımızı yanıtladı. Parion’u merak edip, gelmiş olmamızdan memnun gibiydi. Genel olarak gözlemlediğim bir noktayı da burada belirtmeden geçmeyeyim. Ekipte çalışan genç arkeologlar daha asık yüzlü ve insanın cesaretini kırıcı görünürken, daha kıdemli görevliler çok daha sıcak ve bilgi vermeye istekliydiler. Bu durum bende önce çok negatif hisler uyandırdıysa da sonradan bunun bilgi ve deneyim eksikliğinden veya yetkiyi aşıp, başlarını derde sokmaktan çekindiklerinden dolayı olabileceğini düşündüm.

Parion Roma Hamamı
Arka tarafta cavea (oturma) kısmı çalılarla kaplı
olan antik tiyatro alanı görünüyor

Üstü büyük bir gölgelikle örtülmüş olan Parion’daki Roma Hamamı’nın ilk olarak M.S. 2. yüzyılın ilk çeyreğinde yapıldığı tahmin ediliyor. Yapı, 200 yılı aşkın bir süre kullanıldıktan sonra, M.S. 4. yüzyılın ikinci yarısında tahrip edilmiş. M.S. 5. yüzyılın başından itibaren kısmen çöplük olarak kullanılmaya başlandıktan sonra, aynı yüzyılın ikinci yarısında tamamen bir çöplüğe dönüşmüş. Bu durum M.S. 7. yüzyıla kadar devam etmiş. Roma hamamında çalışmalara ilk olarak 2006 yılında başlanmış. Günümüze kadar iki ılıklık bölümü ve bir soğuk su havuzu toprak altından çıkarılmış. Çalışmalar sonucunda, ılıklık bölümlerinin bir zamanlar tabandan ve duvarların içinden ısıtıldığı anlaşılmış.

Şimdilik çalılık ve yeşilliklerle kaplı olsa da burada
bir antik tiyatro olduğu anlaşılıyor
Yaşanan tahribatlar nedeniyle tiyatronun sahne bölümünün planı henüz tam olarak anlaşılamamış

Yukarıda belirttiğim gibi, Parion’daki tiyatronun cavea, yani oturma bölümü, henüz çalılıklar ve yeşilliklerle kaplı. Ancak şeklinden dolayı, uzaktan baktığınız zaman bir antik tiyatro olduğunu çok rahatlıkla söyleyebiliyorsunuz. Buranın tiyatro olduğu, henüz yüzey çalışmaları yapılırken yaşanan bir çöküntü sayesinde anlaşılmış ve 2006 yılından itibaren kazı yapılmaya başlanmış. Uzmanlar, oturma kısmının doğuya ve denize bakıyor olmasından dolayı, Parion tiyatrosunun bu özelliği nedeniyle Afrodisias tiyatrosuna benzediğini belirtiyorlar. Günümüze kadar bulunan mimari büyük kalıntılar ile seramik parçalar ve sikke gibi diğer küçük buluntular yardımıyla tiyatronun ilk olarak M.S. 1. yüzyılın ikinci yarısında inşa edildiğine karar verilmiş. M.S. 2. yüzyılın sonlarında onarılmış ve sahnesi yenilenmiş. Daha sonra, çeşitli zamanlarda yapılan eklemelerle, M.S. 4. yüzyılın ilk yarısına kadar kullanılmaya devam edilmiş. M.S. 4. yüzyılın ikinci yarısında yıkılmış ve çok fazla tahribata uğramış. Gerek ortasından bir sur geçirildiği belirtilen cavea bölümü gerekse sahne kısmı zarar görmüş. Açıklama tabelasında okuduğuma göre, bugüne kadar yapılan çalışmalardan sahne binasının planı konusunda tam olarak bir fikir elde edilememiş. Buna karşın, sahne tarafının en az iki katlı olduğu ve heykel ve kabartmalarla süslü olduğu sonucuna varılmış.

Demeter, kızı Persephone ve Hades ile ilgili kabartma
Kabartmanın sol tarafında görülen tarım, hasat, bolluk ve bereket tanrıçası Demeter

Tiyatrodan çıkarılanların bulunduğu açık alanda inanılmaz güzellikteki kabartmaları inceler ve fotoğraf çekerken yaşlıca bir kişi yanımıza geldi. Bizi, “Hoş geldiniz”, diyerek selamladı. Aslında eski bir SAT komandosu imiş ama, o sırada kazı alanında çevirmenlik yapıyormuş. Kazı ekibi ile kimin arasında çevirmenlik yaptığını tam olarak anlayamasam da birkaç dakikalık bir sohbet sonucu kendisinin artık Parion ile bir gönül bağı olduğunu ve burada yapılan çalışmalarla gurur duyduğunu anladım. Arkeoloji merakı ve Parion kazılarına gösterdiği ilgi ışığında bize çok güzel bilgiler verdi. Tiyatrodan çıkan alınlıkta resmedilmiş olan Demeter, kızı Persephone ve Hades ile ilgili kabartmayı özel olarak gösterdi. Ben de bu mitolojik efsanenin ve benzer kabartmaların Sicilya’da da çokça insanın karşısına çıktığını anlattım. Sicilya ve oradaki eski Yunan antik kent kalıntıları hakkında biraz daha konuştuk.

Hades Persephone‘yi kaçırır ve yer altı dünyasına götürür…
Bu sırada, güneş de tutulmuştur (yukarıda).
Persephone’nin kaçırılışı ve tutulmuş güneş
(Detay)

Efsaneyi çok kısaca özetlemeye çalışayım. Anadolu kültlerindeki tanrıça Kybele ile de sıkça ilişkilendirilen Demeter tarım, hasat, bereket ve bolluk tanrıçasıdır. Persephone, Demeter’in erkek kardeşi Zeus‘dan olma kızıdır. Bir gün, yer altı dünyasının tanrısı Hades Persephone’u çiçek toplarken görür ve âşık olur. Bu durumu kardeşi Zeus’a anlatır ve ondan aldığı izin ile Persephone’u kaçırıp, yer altı dünyasına götürür. Demeter kızını her yerde arar ama bulamaz. Hades’in kızını kaçırdığını öğrenince, tüm görevlerini ihmal eder. Tarım yapılamaz, hiçbir bitki büyümez, korkunç bir kıtlık olur ve insanlar ölmeye başlar. Felaketin son bulması için, Zeus kardeşi Hades’e Persephone’u annesine geri vermesini emreder. Ancak, Persephone yer altında birkaç nar tanesi yediği için, artık yeryüzünde sürekli yaşaması mümkün değildir. Her yıl ilkbaharda yerin üstüne çıkar. Bu zamanda annesi Demeter bitkilerin ve ekinlerin yeşermesine izin verir. Bolluk ve bereket olur. Sonbahar geldiğinde Persephone kocası Hades’in yanına dönmek zorundadır. Onun yokluğunda tohumlar yeşermez, hasat yapılamaz. Böylece, Yunan mitolojisinde mevsimsel döngü de açıklanmış olur.

Çıkarılan diğer kabartmalardan birkaçı

Tiyatrodan çıkan alınlıktaki figürler gerçekten çok güzeldi. Atlı savaş arabasına binmiş Demeter, Hades’in Persephone’u kaçırışı çok açık seçik görülebiliyordu. Bu efsane ile ilk karşılaşmam küçük yaşlarda, Roma‘daki Galleria Borghese‘de gördüğüm ve çok etkilendiğim, Gian Lorenzo Bernini‘nin (1598-1680) heykeli ile olmuştur. Persephone’nun, Latince adı Proserpina olarak anıldığı (heykelin adı Proserpina’nın Tecavüzü olarak geçer) bu heykeldeki usta işçiliğe bir çocuk olarak bile hayran olmuştum. Babam ile defalarca gittiğim Galleria Borghese’de her seferinde bu heykelin bulunduğu salona koşturarak gider ve Persephone’un yüzündeki dehşet ifadesine ve Hades’in güçlü parmaklarının kızın etine gömülmesine büyülenmişçesine bakardım. Öylesine gerçektir ki o parmakların gömülüşü, bir süre sonra insan o bedenin mermerden yapılma olduğunu unutur…

Agora ve dükkanlar

Parion antik kentinin merkezi olduğu belirtilen ve tiyatro, hamam ve odeonun bulunduğu bölgede, tahmin edilebileceği gibi, agora ve dükkanlar da yer alıyor. Ancak, verilen bilgilerde, buranın da yapımından sonra epeyce tahrip edildiği ve değişikliğe uğradığı belirtiliyor. Buluntulardan şu ana kadar varılan sonuç, buranın M.S. 2. yüzyıl sonuyla M.S. 4. yüzyıl başları arası bir zamanda yapıldığı yönünde. Sonradan, M.S. 5 ile 7. yüzyıllar arasında eklemeler yapılmış. Bölgede bulunan sikkelerden agora ve dükkanların M.S. 11-12. yüzyıllara kadar kullanıldıkları anlaşılmış.

Odeon
Kazı alanı olduğu için yakınına gidemediğimiz odeonun
bilgi tabelasından fotoğraflar. Çalışma yapan
Prof. Dr. Cevat Başaran ve buluntular

Pareon’da odeonu açık seçik görebilmek güzel bir sürprizdi. Kazı alanı olduğu için yakınına gitmemiz mümkün olmadı. Uzaktan bakabildik. M.S. 2. yüzyıla tarihlenen odeon, ilk olarak 2009 yılında yüzey kalıntılarını inceleyen Prof. Dr. Cevat Başaran tarafından tespit edilmiş. Başlangıçta buranın bir stadyum olduğu düşünülse de 2010 yılında kazılar ilerledikçe ortaya çıkan cavea bölümünün kavisi sonucunda odeon olduğu anlaşılmış. Yapılan hesaplamalara göre buranın 950-1050 kişilik bir oturma kapasitesi olduğu tahmin ediliyor. Bir yangın geçirdiği anlaşılan sahne kısmında bir Artemis ya da Roma mitolojisindeki adıyla Diana heykeli parçalarına ve başka heykel parçalarına rastlanmış.

Yamaç Hamamı
Kent surlarından bir bölüm

Antik kentte son olarak, bir yamaçta yer alması nedeniyle bu şekilde anılan, Yamaç Hamamı tarafına yürüdük. Yapılan çalışmalar sonucu bir Roma dönemi hamamı olduğu saptanan yapının başlıca üç evre geçirmiş olduğu belirtiliyor. İlk evre, M.S. 1. yüzyıl olarak saptanmış. Bundan sonraki ikinci evrede (M.S. 3. ile 4. yüzyılın başları) çok yoğun olarak kullanılmış. Son olarak, M.S. 5. ve 6. yüzyıllarda eklemeler yapılmış ve kullanılmış. Çalışmaların devam ettiği yapıda su havuzları, su deposu, su boruları ve temiz su hattının parçası olan künklere rastlanmış.

Dönüş yolunda…
Kemer Balıkçı Barınağı
Kemer Köyü

Hava çok sıcak olmasına rağmen, Parion antik kentinden çok memnun ayrıldık. Büyük bölümü ortaya çıkarılmış bir antik kenti gezmekten daha farklı bir heyecan yaşadık. Deniz kenarında, çok hoş bir konumu da olan kentte çalışmaların sürmesini ve gelecek yıllarda bir çekim merkezi olmasını diliyorum.

Yine Yeniden Çanakkale (2): Alexandria Troas ve Neandria

Nar Konak’ın sessiz ve sakin ortamında lezzetli bir kahvaltı yaptıktan sonra yola çıktık. Bir sonraki konaklama yerimiz olan Çanakkale’ye gitmeden önce iki antik kenti daha görmek istiyorduk: Alexandria Troas ve Neandria. Aslında konum olarak Assos bir başka antik ören yeri olan Chryse antik kentine çok yakın. Yaklaşık yarım saat uzaklıkta olan Gürpınar köyündeki Chryse’nin Apollon Smintheion Tapınağı’ını Çanakkale’ye bir önceki gidişimizde görmüştük. Buradan Troia ile ilgili yazımda söz etmiştim. (Dilerseniz, link aracılığı ile okuyabilirsiniz). O zaman, vakit kalmadığı için, çok yaklaşmamıza rağmen Assos’a gitmemiştik.

Çanakkale Troia Müzesi‘nde sergilenen Alexandria Troas buluntuları
Figürün Başları
M.Ö. 3. yy. (Helenistik Dönem)
Alexandria Troas buluntuları
Çanakkale Troia Müzesi

Tarih boyunca birçok uygarlığın kurulup yıkıldığı bir coğrafyada böyle olmasının doğal olduğunu düşünsek de, Alexandria Troas’ın büyük bölümünün zeytinliklerin, tarlaların ve çalılıkların altında kaldığını görmek insanı üzüyor. Ülkemizde büyük olasılıkla bastığımız hemen hemen her yerin ve yerleşim alanlarının önemli bir kısmının altı tarihi zenginliklerle dolu. Bunların bazıları için, az da olsa, çözümler üretilebiliyor. Ama, Alexandria Troas gibi, belki yüzyıllardır ekilip biçilen tarım arazileri için sahiplerini tatmin edecek bir çözüm bulmak zor olsa gerek. Mecburen, geride kalan ya da görünür olan az sayıda eser ile yetinme durumu söz konusu sanırım şu anda. Bu zor şartlara karşın, Alexandria Troas’da kazılar 2011 yılından beri Ankara Üniversitesi tarafından yürütülüyormuş.

Bronz Heykel Eli
M.Ö. 1.yy (Roma Dönemi)
Alexandria Troas buluntusu
Çanakkale Troia Müzesi

Alexandria Troas antik kenti, Çanakkale’nin Ezine ilçesine bağlı olan Dalyan köyünün sınırları içerisinde bulunuyor. İzleyeceğiniz rotaya bağlı olarak, Assos’a yaklaşık 50 dakika ile bir saat arası bir uzaklıkta. Ancak, yukarıda belirtiğim  şartlar nedeniyle Alexandria Troas’a gittiğiniz zaman öyle derli toplu bir antik kent ile karşılaşmayı beklemeyin. Kent sadece bitki örtüsü altında kalmamış, bir de araba yolu nedeniyle ikiye bölünmüş. Bu nedenle, bazı kalıntılar yolun solunda, bazıları sağında, ağaç ve makilerin arasına saklanmış durumda.

Kent, M.Ö. 310 yılında Büyük İskender’in komutanlarından Antigonos tarafından, Antigoia ismiyle  kurulmuş. İskender’in ölümünden sonra, yine onun komutanlarından Lysimachos tarafından bu isim değiştirilerek, İskender’in Troas’daki kenti anlamına gelen Alexandria Troas adını almış. Yapılan çalışmalar sonucu kentin bir zamanlar 8 kilometre uzunluğunda surlarla çevrili olduğu sonucuna varılmış. Kentin ilk kuruluşunda buraya, o dönemde çok gelişmiş ve nüfuzlu bir kent olan Neandria da dahil olmak üzere, 5 ayrı kentin halkı yerleştirilerek büyük bir metropol yaratılmış. Limanı olması nedeniyle, kent kısa bir sürede çok güçlenmiş ve zenginleşmiş. O dönemde kuzeybatı Anadolu’nun en önemli ticaret merkezi haline gelen bu limanın kalıntılarını günümüzde biraz ilerideki Dalyan köyünün sahilinde görmek mümkün.

Podyumlu Tapınak
Alexandria Troas

Alexandria Troas özellikle Roma döneminde çok gelişmiş ve M.Ö. 188 tarihinde özgür ve özerk şehir staüsünü kazanmış. Çeşitli kaynaklarda bir dönem şehrin nüfusunun 100.000’ne ulaştığı belirtiliyor. Roma İmparatoru Hadrianus döneminde (M.S. 117-138) kentte büyük bir imar hareketi başlamış ve o zamanın en zengin kişilerinden Atinalı Herodes Atticus’un katkıları ile, Kaz Dağları’ndan su getiren bir su yolu ve kemeri ile birlikte, günümüzde çok az bir bölümü ayakta olan, büyük bir hamam inşa edilmiş. Herodes Atticus Hamamı olarak anılan bu hamamın yanına aynı zamanda bir de gymnasium yapılmış.

Forum Çeşmesi
Geriye maalesef bir tek yuvarlak kaidesi kalmış

Alexandria Troas’ın, erken Hristiyanlık döneminde de önemli bir yerleşim olduğu anlaşılıyor. Bir önceki yazımda Assos’u ziyaret ettiğini belirttiğim Aziz Paulus deniz yoluyla gittiği Makedonya yolculuğuna buradan çıkmış.Yola çıkmadan önce, bir hafta kaldığı bu kentte vaazlar vermiş ve taraftar toplamış. Bu sebeple, Hristiyanlar için Alexandria Troas bir hac merkezi haline gelmiş. Kayıtlarda, M.S. 4. ve 5. yüzyıllar arasında üç yerel piskopos adına rastlanması, kentin bir zamanlar Hristiyanlık açısından önemli bir merkez olmasının kanıtı olarak görülüyor.

Tarih boyunca yoğun bir talana maruz kalan kentin
tapınağından geriye kalan sütunlar

Antik kentin denize yakın konumu, yerleşim yeri olmaktan çıktıktan sonra yoğun bir şekilde yağmalanmasını kolaylaştırmış. Taşları başka inşaatlarda kullanıldığı için kent adeta bir taş yığını haline gelmiş. 14. yüzyılda Troas bölgesine Karasioğulları yerleşmiş. 1336 yılında Osmanlılar tarafından fethedilmiş. Bu dönemde de kentin taşları inşaatlar için kullanılmaya devam edilmiş. Sütunları İstanbul’un bazı camilerinde kullanılmış.

Büyük olasılıkla tapınağa ait süslemeler

Alexandria Troas’ın günümüze ulaşmış kalıntılarını gezmeye tapınaktan başladık. Yol kenarında, Dalyan yönüne giderken sol kolda kalan tapınağın hangi tanrı veya tanrıçaya adandığı konusunda ulaşabildiğim kaynaklarda hiçbir bilgiye rastlayamadım. Bu konuda, tapınak çevresindeki açıklama tabelalarında da bir bilgi yoktu. Forum alanının ortasında yer aldığı belirtilen yapı, Podyumlu Tapınak olarak adlandırılmış. Temelinin 8 metre derine gittiği, 16,60 metre genişliği ve 23,65 metre uzunluğu olduğu belirtilen tapınak, İmparator Augustus dönemine (M.Ö. 27- M.S. 14) tarihlenmiş. Tapınağın yanındaki sundurmanın altında bu yapıya ait güzel süslemeleri, ayrıca açık alanda yere yatırılmış bazı sütunları görebilirsiniz. Podyumlu Tapınak ile odeon arasında kalan alanda Forum Çeşmesi olarak adlandırılan bir çeşme olduğu belirtiliyor. M.S. 2. yüzyılın ilk yarısında yapıldığı yazılan bu çeşmeden de geriye bir tek yuvarlak kaidesi kalmış. Bu bölge forum alanı olduğu için, çevresinde kentin sivil yönetim binalarının kalıntıları da var.

Forum alanındaki yapı kalıntıları
Korumaya alınmış bir yazıt

Kentin görülebilecek yerleri arasında bulunan Herodes Atticus Hamamı’nı görmek için geldiğimiz yöne doğru, araba ile birkaç yüz metre geriye gitmemiz gerekti. Hamamdan geriye pek bir şey kaldığı söylenemez ama, ayakta kalabilmiş ve çelik iskeleler ile desteklenmeye çalışılmış kemerler, bir zamanlar yapının ne kadar görkemli olduğunu hissettiriyorlar. Açıklamalarda, M.S. 135 yılında inşa edildiği düşünülen hamamın Anadolu’da bilinen en büyük hamamlardan birisi olduğu yazılmış. Hamam ve yanındaki gymnasium büyük ölçüde 1809-1810 kışında yaşanan deprem sırasında yıkılmış. O nedenle, yapının özellikleri hakkında bilgi edinmek için 18. ve 19. yüzyıllarda buralara gelen gezginlerin eserlerinden yararlanılmış. Hamam çevresini gezdiğimiz sırada, iki görevli burada ilaçlama yapıyordu. Kendi ifadelerine göre, yaz mevsimi ile birlikte gelecek ziyaretçi sayısında beklenen artış nedeniyle bu işlem gerçekleştiriliyormuş.

Herodes Atticus Hamamı ve yanındaki gymnasium‘dan geriye kalanlar

Yolun karşısında, yine yeşilliklerin arasında, bir de anıtsal çeşme, nymphaion, kalıntısı var. M.S. 2. yüzyılın ortasında yapılan çeşmelerle aynı özellikleri taşıdığı ve yarım daire şeklinde olduğu ifade edilen nymphaion’dan da geriye pek bir şey kalmamış.

Anıtsal Çeşme
Nymphaion

Zamanımız kısıtlı olduğu için biz, kentin en yüksek noktasında olduğu belirtilen tiyatroya gitmedik. Belirtildiğine göre buradan, kent manzarası dışında, Çığrı Dağı’nın tepesindeki Neandria, Midilli Adası, Bozcaada ve Çanakkale Boğazı da görülebiliyormuş. Ayrıca, 21. yüzyılın başında Alman arkeologların yaptıkları kazılar sonucu M.Ö. 100 civarında yapılmış olabilecek bir stadyum bulunduğundan da söz ediliyor.

Alexandria Troas’ın antik liman kalıntılarını Dalyan köyünün
sahilinde görmeniz mümkün

Bu bölgede görebileceğimiz kalıntılardan sonra sahildeki Dalyan köyüne doğru yola çıktık. Köye vardığımızda epeyce şiddetli esen, rüzgarlı bir hava ile karşılaştık. Deniz de çok çırpıntılı idi. Biraz sorduktan sonra, Alexandria Troas’ın büyük ölçüde suyun içinde kalmış liman kalıntılarını görmek için sahil boyunca yürüdük. Kumdan fışkıran bitki ve çiçekler çok güzeldi. Bir süre sonra kumsalda kıyıya paralel uzanan duvar kalıntılarını ve suyun içinde de, dalgaların dövdüğü sütunları gördük.

Suyun içinde kalmış liman kalıntıları

Alexandria Troas’ın antik limanının bulunduğu Dalyan köyünde ilginç bir doğa oluşumu da görmek mümkün. Suyun içindeki sütunların karşısında, çok yüksek olmayan bir kumul tepesinin ardında, Kalpli Göl olarak bilinen küçük bir göl yer alıyor. Bu isim ile bilinmesinin iki nedeni var. Birincisi, şeklinin bir kalbe benzemesi, ikincisi ise, yılın belli zamanında suyun pembe ya da kırmızı  bir renk alması. Bunun sebebi olarak, sıcaklık ve tuzun arttığı dönemlerde dunaliella salina (su yosunları) olarak bilinen mikroskobik bitkisel canlıların fazlaca üremesi gösteriliyor. Söz konusu renk değişikliği özellikle eylül ayında olurken, kasım ve aralık ayının bazı günlerinde de yaşanan sıcaklık değişiklikleri sonucu görülebiliyormuş. Uzmanlara göre, dünyanın farklı bölgelerinde buna benzer sekiz tane göl varmış.

Kalpli Göl‘ün yılın belli dönemlerinde görülen kırmızımsı hali
Kaynak: www.canakkaletravel.com
Fotoğraf: Cihan Kurnaz/Çanakkale
Baharda gittiğimiz için gölü renkli görmeyi beklemiyorduk zaten ama,
kuraklık nedeniyle gölün suyu da azalmıştı

Hava çok sıcak, güneş ise çok yakıcı idi. Buna karşın, planladığımız gibi, yakınlarda olduğunu düşündüğümüz Neandria antik kentine de gitmeye karar verdik. Navigasyon uygulamasından Neandria’yı bulduk ve yola koyulduk. Yollarda antik kenti gösteren hiçbir tabelaya rastlamadık. Uygulama bizi önce bir taş ocağına götürdü. Ne kadar doğru olduğunu bilmiyorum ama, internette bu taş ocağının antik çağlarda da inşaatlar için kullanıldığı yazılıydı. Aklıma Sicilya’daki Selinunte antik kentinin yapımında kullanılan taşların çıkarıldığı tarihi taş ocakları ve Siracusa’da yine aynı amaç için kullanılan Grotta del Salnitro mağarası geldi. Ancak, burada öyle gezilecek ne bir tarihi taş ocağı ne de antik bir kent vardı. Doğal çimenlik bir alanda araba ile ilerledikten sonra, toprak yol da bitti. Mecburen geri döndük ve yakında görünen Koçali köyüne gittik. Sıcakta etrafta hiç kimseler yoktu. Köy kahvesinde oturan birkaç kişi gördük. Onlara sorduk. Önce yanlış geldiğimizi söyledikten sonra, bir süre kendi aralarında tartıştılar. Sonunda, içlerinde bu konuda daha bilgili görünen bir adamın ısrarı üzerine, bizi Kayacık köyüne yolladılar. Antik kente köyün içinden çıkılacağını söylediler.

Kayacık köyünü de bulmak çok kolay olmadı doğrusu. Ana yoldan köye doğru saparken üzerinde Neandria yazan bir tabela görünce ümitlendik. Ama, hem yazının çok silik olması hem de tabelanın renginin genelde antik ya da turistik yerleri yönlendirenler gibi kahverengi olmaması beni biraz şüphelendirdi. Köye vardığımızda etrafta bir tek insan yoktu. En yakın gölgeye doğru koşturan birkaç tavuk dışında hayvan da görünmüyordu ortalıkta. Güneşin en tepe noktaya ulaştığı saatlerin kavurucu sıcağında sanki köydeki tüm canlılar derin bir uykuya dalmışlardı. Köyün parke taşlı sokaklarında bir iki tur attık. Yoldan ve binaların duvarlarından alev topu gibi bir sıcaklık yansıyordu. Derken, 7-8 yaşlarında iki kız çocuğu gördük. Biz, antik kent falan diye derdimizi anlatmaya çalışırken, içlerinden birisi,

– Kaleyi mi arıyorsunuz siz? diye sordu.

Kentin surları olduğunu okumuştum.

– Evet, dedim.

Çocuk, biraz ileride, sağ tarafta göreceğimiz yokuştan yukarı doğru çıkmamız gerektiğini söyledi. Teşekkür ettik ve söylediği tarafa yöneldik ama çocukların doğru yolu bilip bilmediklerinden de emin olamadık. Yolun başlangıç noktasında da Neandria ile ilgili hiçbir tabela yoktu. Tam o sırada genç bir adam belirdi. O da aynı tarifi yapınca, başladık araba ile tırmanmaya. Kıvrımlı ve asfalt yolda tahminimden daha uzun süre çıktık. Etrafta ne bir canlı ne de gelip geçen bir araba vardı.

Neandria, Alexandria Troas’tan aşağı yukarı 13 kilometre içeride, Çığrı Dağı’nın 500 metre yükseklikteki tepe noktasında kurulmuş bir kent.  Prof. Dr. Ekrem Akurgal’a göre, 1400 metre uzunluğunda ve 450 metre genişliğinde bir alanı kaplıyor. Kent, 1899 yılında, Alman arkeolog Robert Koldewey tarafından kazılmış. Kentin etrafına kalınlığı 3 metre, uzunluğu 3200 metre olan çokgen bir sur yapılmış. Kentin kuruluşu hakkında çok fazla bilgi olmamakla beraber, büyük olasılıkla M.Ö. 5. yüzyılda yapıldığı tahmin ediliyor. Bu varsayım, Neadnria’da bulunan ev kalıntılarına göre bu yapılarda en az 100 sene yaşandığı ve daha sonra, M.Ö. 310 yılında Alexandria Troas kurulduğu zaman, kentin tamamen terkedildiği bilgisine dayandırılıyor. Yukarıda da belirttiğim gibi, Alexandria Troas kurulduğu zaman buraya, Neandria da dahil olmak üzere, 5 ayrı kentin halkı yerleştirilmiş.

Kent duvarları içinde bulunan, daha eski dönemlere (M.Ö. 6 yy.) ait ve daha kısa bir surun dağın en yüksek noktasındaki akropolü çevrelediği belirtiliyor. Akurgal’a göre, Neandria’daki en önemli yapıt, M.Ö. 600 yılı civarında yapıldığı tahmin edilen tapınakmış. Zamanında sütunları tahtadan olan tapınağın Aeolik tarzda yapılmış sütun başlıkları günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor. (Aeolis, antik çağda Batı Anadolu’nun kuzeyindeki bölgeye verilen isim. M.Ö. 1000 yılının başından itibaren, Yunanistan’dan göç eden Aeol halkı önce Midilli Adası’nda daha sonra Troas bölgesinde kentler kurmuşlar).

Çığrı Dağı’nı biraz endişe duyarak tırmandık. Bir süre sonra oldukça sağlam görünen kent duvarları ile karşılaştık. Yol da bu sırada bir düzlükte bitti. Arabayı park ettik. Sanırım, önce ben indim. Toprak göz alabildiğine doğal bir çim ile kaplıydı ve etrafta bol miktarda koyun pisliği vardı. Belli ki, köyün çobanı hayvanları otlamaları için buralara çıkarıyordu. Bunda yadırganacak bir durum yoktu. Ancak, hayatımda o güne kadar hiç deneyimlemediğimiz bir şeyi yaşamak için bir iki adım atmamız yetti. Toprağa bastığımız her adım ile birlikte yerden iri böcekler havalanıp, kimi zaman bacaklarımıza çarpmaya başladı. Kelimelerle anlatması zor, son derece rahatsız edici bir durumdu. Buna karşın, söylenerek de olsa, surlardaki bir açıklığa doğru yürümeye devam ettik. Kent surları bu noktada yıkılmış mıydı, yoksa burası kentin kapılarından birisiydi de çökmüş müydü, emin olamadım ama, zorlukla da olsa, taşların üstünden atlayarak, içeriye girdik.

Neandria kent surları

Her gidilen yer insana yeni bilgiler ve farklı deneyimler sunar. Pek çok şey öğrenilir. En azından benim için gezmek bu demektir. Elbette bu maceradan da öğrendiklerim oldu. Bunların ışığında size önerim şu olacaktır. Eğer devletimiz antik kent veya diğer ören yerleri ile ilgili yol tabelası koymamışsa, bir bildiği vardır. Bu demektir ki, gitmeseniz de olur…

Surların ötesi…

Ne kadar talan edilmiş ya da henüz yeteri kadar gün yüzüne çıkarılmamış olursa olsun, genel olarak bu tür yerlerde ilgimi çeken bir detay yakalarım. Neandria’da ise, kelimenin gerçek anlamıyla hiçbir şey yoktu. Duvarı aştıktan sonra, yer yer kayaların yükseldiği bir düzlükten başka etrafta bir şey görünmüyordu. Belki kaya olarak görünenlerin bir kısmı eski yapı parçaları idi. Binlerce yıllık doğal aşınmalar sonucu doğa ile bütünleşmişlerdi. Bilemiyorum. Kent duvarları içerisinde de o tuhaf böcekler bizi rahat bırakmadı. Her adımda onlarcası adete yerden fışkırmaya ve sağa sola uçuşmaya devam etti. Biraz da bu nedenle, bir an önce oradan ayrılmaya karar verdik. Akurgal’ın kitabındaki çiziminde yer alan akropol ve tapınağın nerede olduklarına uzaktan bile bakmadan arabaya döndük.

Belki de bu taş yığını, elimdeki krokide yer alan yapılardan biriydi

Bu tuhaf deneyimin ardından, ancak akşam Çanakkale’de gittiğimiz Yalova restoranda kendimize geldik diyebilirim. Önceki gidişimizde olduğu gibi, birbirinden güzel mezeler eşliğinde günün yorgunluğunu attık. Buzlu rakı ile birlikte tuzlu sardalya, enginar fava, Atatürk (börülce, tahin ve çeşitli baharatlarla yapılıyormuş), salata ve barbunya balığı yedik. O gün gördüklerimizin yanında, ertesi gün gideceğimiz antik kenti konuştuk. Tüm gezimizin odak noktası olarak planladığımızı söyleyebileceğim o kenti bir sonraki yazıma bırakıyorum…

Not: Bu yazıyı yazarken, sinema yönetmeni Reha Erdem’in 2023 yılında Koçali köyünde ve Neandria’da çektiği, Neandria isimli bir film olduğunu öğrendim. Merak ettim doğrusu…