Sicilya’da İki Hafta (8): Tindari ve Messina (1)

Sicilya gezimizin sekizinci gününde, sabah saat on buçuk civarında, çok şiddetli yağış altında Cefalù‘dan Messina‘ya doğru yola çıktık. Ne adanın kuzey sahili boyunca doğuya doğru izlediğimiz bu güzergah ne de Messina, Sicilya’ya tur yapan acentaların tercihleri arasında yer alıyor. Bunu eleştirmek amacıyla belirtmiyorum. Sonuçta onlar, sınırlı bir zaman diliminde ortalama bir talebe yanıt vermek durumunda kalıyorlar. Ayrıca, her yer bir grup götürmek için ticari açıdan kazançlı olmayabiliyor. O nedenle, Sicilya turlarında Taormina, Siracusa, Agrigento, belki Palermo (çoğunda orası da yok) gibi daha bilinir yerlere gitmek acentalar için genel müşteri memnuniyeti ve kâr açısından daha güvenli limanlar.

Bizim gittiğimiz rotayı tarihte izlemiş çok önemli bir hükümdar vardı. Kendisi, Katolik dünyasının lideri, Sicilya’nın dışında, hem İtalya hem İspanya Kralı ve aynı zamanda Kutsal Roma İmparatoru olan, Habsburg hanedanından V. Charles (Şarlken) (1500-1558) idi. Osmanlı Donanması’nın komutanı, Kaptan-ı Derya Barbaros Hayrettin Paşa (1478-1546) 1534 yılında Tunus‘u fethedince, orayı geri almayı kendine görev edinmiş ve 1535 yılının yaz aylarında bir Haçlı Seferi düzenlemişti. Şarlken, kendisinin de katıldığı savaşı kazanarak Tunus’u geri alınca, büyük bir fatih olarak Sicilya’ya gelmiş, Trapani‘de karaya çıktıktan sonra, Palermo’da onuruna yapılan muhteşem kutlamalara katılmıştı. (Gerçi, o öldükten çok sonra, 1574 yılında Osmanlı Tunus’u geri alacak ve 1881 yılına kadar elinde tutacaktı ama, bu henüz bilinmiyordu). Günlerce süren kutlamalardan sonra Şarlken Palermo’dan yola çıkmış, sahil boyunca ilerleyerek Messina’ya gitmiş, buradan da İtalya’ya geçmişti.

Messina Boğazı
Karşı kıyı, İtalya

Benim Messina’yı görmek istememin birkaç nedeni vardı. Birincisi, bir İstanbullu olarak, Sicilya ile İtalya arasındaki Messina Boğazı‘nı çok merak etmemdi. Messina’dan, karşı kıyıdaki İtalya’ya doğru bakmayı çok istiyordum. İkincisi, Cefalù’daki Museo Mandralisca‘da bir eserini gördüğümüz ressam Antonello da Messina‘nın (1430-1479), yani Messinalı Antonello’nun, Messina’daki Museo Interdisciplinare Regionale‘deki diğer eserlerini görmekti. Ancak, tüm bunlara biraz sonra değineceğim. Şimdi tekrar Palermo-Messina arasındaki yolculuğumuza dönelim.

Yola çıktığımızda çok şiddetli yağmur yağdığını belirtmiştim. Cefalù ile Messina arasındaki paralı yol iki saat sürüyor. Bu yolun bir özelliği, Sicilya’nın hiçbir yerinde rastlamayacağınız kadar çok tünelden geçmek durumunda olmanız. Bu son derece dağlık arazinin bazı yerlerinde tünellerin resmen biri bitiyor biri başlıyor. Neredeyse etrafı ve gökyüzünü hiç görmüyorsunuz. İtiraf edeyim, bu biraz sinir bozucu olabiliyor. Daha sonra, bir tanıdığımızdan bu tünellerin Avrupa Birliği‘nden sağlanan kaynaklarla yapıldıklarını öğrendik.

Henüz on beş, yirmi dakika yol gitmiştik ki, birden benzinimizin çok az olduğunu fark ettik. Sicilya’da şehirler arası ve paralı yollarda benzinci olmadığından daha önce söz etmiş, bulunduğunuz yerleşim yerinden ayrılmadan önce mutlaka benzin işini haletmeniz gerektiğini özellikle belirtmiştim. Paralı yolda, hele de tünellerin birinde yolda kalma olasılığı bizi dehşete düşürdü. Agrigento’da geçirdiğimiz trafik kazası olayından sonra, araç kiralama şirketinden çekici gelmesinin saatler alabileceğini düşündükçe soğuk terler dökmeye başladık. Otoyoldan, ilk rastladığımız çıkıştan çıkmaya karar verdik. Pollina yazan tabelayı görür görmez saptık. Benim tahminim şehrin, daha önce otoyoldan gittiğimiz yerleşim yerlerinde olduğu gibi, çıkıştan çok kısa bir uzaklık sonrasında erişilebilir bir konumda olduğu şeklindeydi. Ne yazık ki, öyle değilmiş… Yaşadığımız gerilim öyle kolay biteceğe benzemiyordu…

Otoyoldan saptıktan sonra kendimizi, dağlara doğru kıvrılan, dar ve ıssız bir yolda bulduk. Her yön tabelasında, her dönemeçte umutlandık ama, nafile. Görünürde Pollina diye bir yer yoktu. Benzincinin ise, o yolda olması zaten neredeyse imkansızdı çünkü, bir istasyon için gerekli uygun bir yer de yoktu. Gittikçe gerilmeye başladık. Kalbim çarpmaya başladı. Artan kaygı ile, giderek koltuğun ucuna doğru oturmaya başlamıştım. Oralarda, dağ başında kalmak tam bir facia olacaktı…

Derken, uzaktaki bir tepenin üzerinde, Orta Çağ’dan kalmış gibi görünen Pollina’yı gördük. Biraz ferahladık ama, daha oraya kıvrıla kıvrıla giden epeyce bir yol vardı önümüzde. Sonunda şehre geldik. Girişte hiçbir benzinci olmadığı gibi, herhangi bir benzinci reklamı ya da benzinciyi gösteren bir yön tabelası da yoktu. Dik bir yokuşta, bir grup kadın bağaj kapısı açık duran ve içinde meyva-sebze bulunan bir kamyonetten alış veriş yapıyordu. İçlerinden birisine canhıraş bir şekilde sorduk. Yokuşu geri inip, sağa dönmemizi söyledi. Sonunda, kendimizi benzinciye attık. Dolu depo ile yola koyulduğumuzda, yaşadıklarımızın etkisinden hâlâ kurtulamamıştık. Benzin bitseydi neler olabilirdi diye daha epeyce bir süre konuştuk…

Messina’ya giderken, yolumuzun üstündeki Tindari‘yi de görmeye karar vermiştik. Tindari’de hem bir Grek antik kenti var hem de Siyah Madonna‘sı ile ünlü bir kutsal kilisesi. Kilise öğle tatili için kapalı olduğundan, önce Tindari Arkeolojik Parkı‘na yöneldik.

Antik adı Tyndaris olan Tindari, bir tepe üstünde, esintili ve şahane manzarası olan bir yer. Tiren Denizi (Korsika ve Sardinya adaları, İtalya yarımadası ve Sicilya arasında kalan deniz) kıyısındaki geniş bir koya yukarıdan bakıyor. Tahmin edilebileceği gibi, bu yüzden şehrin konumu son derece stratejik. Bir de, Etna Yanardağı ve kuzeydeki Eolie Adaları‘nı kapsayan bir manzaraya sahip. Bu adaların içinde en büyük adanın Lipari olması nedeniyle, söz konusu adalara Lipari Takımadaları dendiği de oluyor.

Tindari‘den manzara

Tyndaris (Tindari) antik kenti, Sicilya’daki Grek şehirleri içinde tarihte en geç kurulmuş olanı. M.Ö. 396 yılında, Siracusalı despot Dionysius tarafından kurulmuş. Yukarıda belirttiğim stratejik konumunu düşününce, daha önce burada herhangi bir şehir devleti kurulmamış olmasına insan şaşıyor. Buranın ilk yerleşenleri, Peleponez Savaşı‘ndan (M.Ö. 431-M.Ö. 404) sonra Spartalılar tarafından Yunanistan’ın Messenia bölgesinden sürülen Grekler olmuş. Despot Dionysius, sayıları 600 olan bu kişileri önce Sicilya’da Messana‘ya (günümüzde Messina) yerleştirmiş. Ancak, Spartalıların bu durumdan hoşlanmamaları üzerine, yerleşim yeri olarak Tyndaris’in bulunduğu yeri göstermiş. (Okuduğum kaynaklarda Spartalıların bu ilk yerleşim yerine (Messina’ya) niye itiraz ettiklerini bulamadım doğrusu). Sürgünler, burada şehirlerini kurmuş ve ismini de kendileri vermişler. Başka bölgelerden gelenleri de kabul ederek, kısa zamanda nüfuslarını 5000 kişiye çıkarmışlar.

Tindari, sratejik konumu nedeniyle, Kartacalılar ve Romalılar arasındaki mücadele sırasında önem kazanmış. Kartacalılar burada kurdukları garnizonlarını uzun süre bırakmamışlar. M.Ö. 257 yılında Tindari açıkları ile Lipari adaları arasında yapılan deniz savaşında Romalıların galip gelmesine karşın, kentin Romalılara tam olarak geçişi ancak Panormos‘un (günümüzde Palermo) ele geçirilidiği M.Ö. 254 yılında olmuş. Romalılar döneminde ve sonrasında Tindari tarihte kendine belirgin bir yer bulamamış. Depremlerle yıkılan ve bir bölümü bulunduğu tepeden denize düşen şehir, zamanla önemini yitirmiş. Yine de, fakirleşmesine karşın, Sicilya’nın Bizans döneminde de (M.S. 535-827) varlığını bir ölçüde sürdürmüş.

Tindari antik kentinde Roma döneminden kalan bazilika ve ardında görünen Siyah Meryem Ana Kutsal Kilisesi

Antik kent oldukça geniş bir alana yayılıyor. Ancak, gezerken insan kazılar açısından burada daha yapılacak çok iş olduğunu düşünüyor. Arazinin önemli bir kısmı otlarla kaplı. M.S. 5. yüzyılda, Roma döneminde yapılan bazilikanın kalıntılarının arasından Tindari Siyah Meryem Ana Kutsal Kilisesi‘nin görüntüsü oldukça etkileyici. Bazilika denilince ilk aklımıza gelen bir kilise olsa da aslında bu yapılar, Roma döneminde kamuya açık toplantılar ve mahkemeler için kullanılırmış. Bazilikaların özelliği olan, sütunlu, uzun bir mekan ve bitiminde yer alan yarım daire şeklindeki apsis, daha sonraları kilise binaları için model olarak kullanılmaya başlanmış.

Tiyatro
(M.Ö. 4. yüzyılın sonu ile M.Ö. 3. yüzyılın başı)

Arkeolojik alanda çok büyük olmayan bir antik tiyatro var. M.Ö. 4. yüzyılın sonu ile 3. yüzyılın başı arasında yapılmış. Oturma kapasitesinin 3000 kişi olduğu belirtiliyor. Şehrin Romalıların eline geçmesinden sonra, tiyatro eserlerinin sahnelenmesi yerine, gladyatör karşılaşmaları için kullanılmaya başlanmış.

Tiyatrodan manzara

Bana göre ortaya çıkarılan kalıntıların arasında en dikkate değer bölüm, mozaiklerin bulunduğu Roma hamamı. M.Ö. 3. yüzyılda yapılan hamamın frigidarium (içinde havuz olan soğukluk), tepidarium (terleme ve masaj için kullanılan terleme), calidarium (banyo yapılan sıcaklık) ve Türkçede külhan olarak adlandırılan hamam için gerekli ateşin yakıldığı praefurnium bölümlerini görebiliyorsunuz. Hamamın ana alanına açılan küçük odalarda yer mozaikleri var. Bunlardan bir tanesinin fotoğrafını, dizinin ilk yazısında, günümüzde Sicilya özerk bölgesinin bayrağında bulunan Triscele sembolünden söz ederken paylaşmıştım. Bir diğer mozaikde ise, Tindari (Tyndaris) yerleşim yerinin ismini aldığı, Yunan mitolojisindeki aynı anneden (Leda) doğma ama farklı iki babadan (Zeus ve Kral Tindaro) olma, Tindaridi olarak da bilinen, ikiz kardeşler Castor ve Pollux görülebiliyor. Agrigento yazımı okuyanlar, oradaki arkeolojik parktaki Castor ve Pollux kutsal alanını hatırlayacaklardır.

Triscele olarak adlandırılan sembol Sicilya’da Antik Yunanlılar tarafından uğur işareti olarak kullanılmış. Günümüzde Triscele sembolü Sicilya bayrağında yer almaktadır. Aynı sembol, ilginç bir şekilde, Britanya Adası ve İrlanda arasındaki özerk Man Adası‘nın bayrağında da bulunmaktadır. Uzmanlar bu ortak sembolün iki adanın ortak Norman
geçmişinden kaynaklandığını düşünüyorlar.
Tindaridi olarak da bilinen, ikiz kardeşler Castor ve Pollux

Tindari Arkeolojik Parkı’nı gezdikten sonra, Siyah Madonna’nın bulunduğu kilisenin (Santuario di Maria Santissima del Tindari) açılmasını beklemek ve bir şeyler yemek için meydandaki restorana oturduk. Çok temiz bir yerdi. Sahibi arı gibi çalışıyordu. Ayrıca, kilisenin tam karşısında, çok güzel bir konumu vardı. Kilise aslında, 1950’li yıllarda, burada bulunan Tindari Kalesi’nin kalıntıları üzerine yapılmış. Daha önce Siyah Madonna’nın bulunduğu, buraya çok uzak olmayan, kilise ziyaretçilere dar gelmeye başlayınca, günümüzdeki bu kilisenin inşa edilmesine karar verilmiş. Heykelin kendisi, M.S. 800 yılında yapılmış bir Bizans eseri. Anadolu’da bulunduğu ve çok nadide olduğu belirtilen bir sedir ağacından yapılmış. İtalya’daki hemen hemen tüm deniz kıyısındaki yerleşim yerlerinde olduğu gibi, bu Meryem Ana heykelinin de bir deniz felaketinden kurtulma/kurtarılma efsanesi var. Deprem, salgın ve düşman saldırılarına karşı koruyucu olduğuna inanılıyor. Altında, Nigro sum sed formosa (Siyahım ama güzelim) yazıyor. Avrupa’da, çoğu Fransa, İtalya, Almanya ve İspanya’da olmak üzere, 500’ün üzerinde Siyah Madonna olduğu söyleniyor. Neden siyah oldukları konusunda, teolojik olanlar da dahil olmak üzere, çok çeşitli görüşler var. Bazı kaynaklara göre ise, siyah olmalarının nedeni, kullanılan ağacın zaman içinde kararması.

. M.Ö. 3. yüzyılda yapılan Roma hamamının praefurnium (külhan) bölümü
Hamamın kuzeyinde bulunan atriumlu
ev kalıntıları (Roma dönemi, M.S. 2. yy.)

Palermo ve Catania‘dan sonra Sicilya’nın üçüncü büyük kenti olan Messina’da, Palermo’da hissettiklerime benzer duygular yaşadım. Çünkü burası da, tıpkı Palermo gibi, bir zamanlar görkemli olduğu belli olan ama günümüzde bakımsızlıktan dolayı insana hayranlıkla karışık bir hüzün yaşatan bir şehir. Daha sonra gittiğimiz Catania’da da benzer duygulara kapılıyor insan. Önceki yazılarımdan birinde de söz etmiştim; Sicilya’nın büyük şehirleri, daha küçük yerleşim ve turistik yerlerine kıyasla, daha çok bakıma muhtaç görünüyor. Bu durum, büyük şehirlerdeki nüfus yoğunluğuna karşın, eldeki yerel kaynakların gerekli restorasyonları yapmak için yeterli olmamasından kaynaklanıyor olabilir. Messina’da çok sayıda görkemli, Art Nouveau tarzda yapılmış bina var. Bunların bir kısmı restorasyondan geçirilmiş ancak, daha yapılacak çok iş olduğu da gözden kaçmıyor.

Siyah Madonna Kilisesi’nin tam karşısındaki restoran
Santuario di Maria Santissima del Tindari
(Siyah Madonna Kilisesi)

Messina’ya vardığımızda akşam üzeri idi. Otelimiz, Hotel Royal Palace (Via T. Cannizzaro, 3) Messina’da görmek istediğimiz yerlerin çoğuna yürüme mesafesinde idi. O da, şehrin geneline benzer bir şekilde, biraz eskimiş ve ışıltısı gitmiş görünüyordu. Mimarisi, 1970’lerde yapılmış olabileceğini düşündürdü bana. Belli ki, bir zamanlar modern ve gösterişli bir otelmiş. Temizlik açısından hiçbir eksiği yoktu. O da, bir gece kalacağımız Messina’da bizim için yeterli oldu.

Nigro sum sed formosa (Siyahım ama güzelim)

Messina Boğazı‘nın kıyısındaki Messina kentinin tarihi epeyce eskilere dayanıyor. Yunanca Zankle, Latince Messana olarak tarihe geçmiş olan Messina, boğazın diğer tarafında bulunan İtalya’nın Reggio di Calabria kenti ile karşı karşıya bir konuma sahip. Genelde açık denize bakmaktan çok keyif almadığım için bu manzara çok hoşuma gitti. Bana İstanbul Boğazı’nı anımsattı. Galiba Messina Boğazı’nı o nedenle de merak ediyordum. Acaba İstanbul Boğazı’na benziyor muydu? Gece, tıpkı bizim Boğaz’da olduğu gibi, karşı kıyının ışıklarını görmek çok güzel. Burası aynı zamanda Messina Boğazı’nın en dar yeri (5,1 km). Bizim Boğaz’ın en dar yeri ise, 700 metre. Zaten, uzunlukları hemen hemen aynı olsa da (İstanbul 31,7 km, Messina 32 km), Messina Boğazı genel olarak İstanbul Boğazı’ından çok daha geniş. Messina Boğazı’nın kuzey girişinde genişlik 3 km, (İstanbul Boğazı’nda 4,7 km), güney ucunda ise 16 km (İstanbul Boğazı’nda 2,5 km).

Messina Boğazı‘nda gece manzarası
Karşı kıyı, İtalya’nın Reggio di Calabria kenti
Messina’nın ünlü Madonna della Lettera heykeli

Tarihte Messina’nın adı M.Ö. 730 yıllarında geçmeye başlamış. Burada bir koloni kuranların Yunanistan’ın Euboia (Eğriboz) adasındaki Chalkis‘den (günümüzde, Halkida) gelen Grekler olduğu biliniyor. Gelenler, limanın bulunduğu bölgenin doğal şeklinden ötürü buraya, Grekçe orak anlamına gelen Zankle ismini vermişler. M.Ö. 5. yüzyılda gelen ikinci bir Grek göç dalgası ile ise, o sıralar Pers işgali altında olan Samos (Sisam) Adası ve Batı Anadolu’daki Miletustan gelen insanlar Messina’ya yerleşmişler. Şehir, sonraki dönemlerde Kartaca ile adanın doğusunda bulanan güçlü Grek site devleti Siracusa arasındaki savaşlar sırasında arada kalmış. Çeşitli kereler işgal edilmiş. Daha sonra şehir için Kartacalılar ve Romalılar arasında da mücadele devam etmiş. Nihayet, Kartacalılar ile Romalılar arasında yapılan 1. Pön Savaşı’nın sonunda (M.Ö. 241) Messina özgür şehir statüsüne kavuşarak Romalıların müttefiki haline gelmiş.

Batı Roma İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra Messina 476 yılında Gotların, 535 yılında Bizanslıların, 842 yılında Arapların ve 1061 yılında Normanların eline geçmiş. Sicilya tarihine paralel olarak geçirdiği Fransız ve İspanyol işgallerinden sonra, 1821, 1847 ve 1848 yıllarında İspanyol Bourbon hanedanına karşı ayaklanmalar olmuş. 1861 yılında, tüm İtalya’nın politik birleşmesinin sağlandığı Risorgimento hareketi ile birlikte, özgürlüğüne kavuşmuş.

Messina Katedrali (Duomo)

Tüm işgal ve savaşların dışında, tarihte Messina’nın başından geçen birkaç önemli felaket olmuş. Örneğin, 1347 yılında Ceneviz gemileri ile Kırım’dan gelen veba hastalığı Messina’yı kasıp kavurduğu gibi, buradan İtalya’ya da yayılmış. 1743 yılında ikinci bir veba dalgası şehri vurmuş. 1783 yılında yaşanan bir deprem nedeniyle şehir neredeyse tamamiyle yok olmuş. Messina’nın yeniden yapımı ve kültürel yaşamının canlandırılması henüz tam olarak gerçekleşmeden, 1894 yılında bir deprem daha yaşanmış. Ancak, asıl büyük deprem ve ardından tsunami felaketi 28 Aralık 1908 günü olmuş. 100.000’nin üzerinde insan ölmüş. Eski eserlerin büyük bir kısmı zarar görmüş. İnsanlar, depremden kurtulanlar için şehrin dışına yapılan son derece derme çatma binalarda 1930’ların sonlarına kadar yaşamak zorunda kalmışlar. İkinci Dünya Savaşı sırasında ise, Messina Alman ve İtalyan faşist kuvvetlerinin birliği olan Axis güçlerinin adaya mühimmat ve asker yollamak için kullandığı en stratejik nokta olmuş. Bu nedenle şehir 1943 yılında İngiliz ve Amerikan kuvvetleri tarafından yoğun bir şekilde bombalanmış. Birkaç ay içinde 6500 ton bomba atılmış. Messina’nın üçte biri bu bombardımanlarla yok olmuş.

Duomo’nun içi
II. Dünya Savaşı sırasındaki ağır bombardıman nedeniyle katedralin ana ve yan altarlarındaki mozaikler tahrip olmuş

Messina’nın bir ilginç özelliği de, burada halen Yunanca konuşan bir azınlığın olması. Bu insanlar, 1533 ve 1534 yıllarında, Osmanlı İmparatorluğu‘nun genişleme sürecinde Mora (Peleponez) Yarımadası‘ndan Messina’ya göç etmişler. 2012 yılında resmi olarak azınlık statüsü kazanmışlar.

Messina’da gezmeye Duomo Meydanı‘ndan (Piazza del Duomo) başlayabilirsiniz. Resmi adı Basilica Cattedrale Metropolitana di Santa Maria Assunta olan Duomo, Sicilya’da Normanların hüküm sürdüğü 12. yüzyılda yapılmış. Katedral 1197 yılında, Kutsal Roma İmparatoru ve Sicilya Kralı VI. Henry ile eşi Kraliçe Constance’ın huzurunda takdis edilmiş. Ancak, tarih boyunca geçirdiği yangın ve deprem gibi birçok afet nedeniyle, birkaç kez yeniden inşa edilmiş. Özellikle 1908 depreminde çok hasar görmüş. Depremin yapıda neden olduğu yıkım henüz tamir edilmişken, II. Dünya Savaşı sırasında da ağır bombardıman nedeniyle tahrip olmuş. Bu nedenle, ana ve onun yanındaki altarlardaki mozaikler orijinal değil. Aslına uygun olarak yeniden yapılmışlar. Katedralin mimari yapısı, Sicilya’daki tüm Norman katedrallerine benziyor.

Duomo’nun çan kulesi ve üzerindeki astronomik saat

Katedralin yanında bulunan çan kulesinin üzerindeki ünlü astronomik saat dikkat çekici. 1933 yılında Strasbourg‘daki Ungerer şirketi taradından tasarlanmış ve yapılmış. Dünyadaki en büyük ve en karmaşık mekanik ve astronomik saat olduğu belirtiliyor. Saatin her gün öğlen 12’de başlayan ve 12 dakika süren gösterisi şehrin başlıca turistik aktivitelerinden birisi.

Görebildiğimiz kadarıyla Orion Çeşmesi (Fontana di Orion)

Duomo’nun önündeki Orion Çeşmesi (Fontana di Orion) ne yazık ki restorasyonda olduğu için çok fazla görünür değildi. İskele ve tahta perdelerin arasından çok azını görebildik. Oysa çeşme, şehrin önemli simgelerinden birisi. Şehir senatosunun özel siparişi üzerine, 1547-1553 yılları arasında, Michelangelo‘nun (1475-1564) öğrencisi, Givanni Angelo Montorsoli (1507-1563) tarafından yapılmış. Çeşme, Camaro nehrinden şehre su getirmek üzere yapılan ilk su kemerinin yapımını kutlamak üzere sipariş verilmiş. Biz göremedik ama; çeşmenin ortasında ve tepede mitolojik karakter Orion ve ayaklarının dibinde köpeği Sirius, onların bulunduğu yükseltiyi destekleyen ve Nil, Tiber, Ebro ve yerel Camaro nehirlerini simgeleyen dört heykel varmış. Yunan mitolojisinde denizler ve deprem tanrısı Poseidon‘un (Roma’da karşılığı Neptün) oğlu olan dev avcı Orion, aynı zamanda efsanevi olarak Messina’nın kurucusu kabul ediliyor. Konuyu dağıtmamak için ayrıntısına girmeyeceğim efsaneye göre Zeus Orion’u, günümüzde aynı isimle bildiğimiz bir takımyıldız olarak göğe yerleştirmiş.

Messina Belediye Sarayı
Fontana di Nettuno (Neptün Çeşmesi)
Çeşmenin orijinal heykelleri koruma altına alınmış

Bir sonraki durağımız, akşam yemeği yiyeceğimiz restorana yakın bir konumda olan Messina’nın bir başka ünlü çeşmesi oldu. Burası, Fontana di Nettuno (Neptün Çeşmesi). Yukarıda belirttiğim gibi, Yunan mitolojisindeki Poseidon ile Roma mitolojisindeki Neptün aynı karakterler. Neptün Çeşmesi de, Orion Çeşmesi gibi, Toskanalı heykeltıraş Montorsoli tarafından yapılmış. Sanatçı, Orion’un babası Neptün’ün çeşmesini 1557 yılında tamamlamış. Çeşme bugünkü konumundan önce birkaç kere yer değiştirmiş. Günümüzde çeşmede görülen heykeller birer replika. Asılları, doğa şartlarından etkilenmemeleri için, bir sonraki gün gittiğimiz, Messina’nın bölgesel müzesinde (Museo Interdisciplinare Regionale) sergileniyorlar.

Gündüz gözüyle Madonna della Lettera

Neptün Çeşmesi’nin karşısında, Messina’nın bir başka önemli şehir simgesini göreceksiniz. Bu, yüksek bir sütun üzerinde bulunan, üzeri altın yaldız kaplama, bronzdan bir Meryem Ana heykeli. Kaidesi ile birlikte 60 metre yükseklikte bulunan heykel, 1934 yılında sanatçı Tore Edmondo Calabrò tarafından yapılmış. Madonna della Lettera olarak anılan heykel, Messina’da her yıl 3 Haziran’da yapılan bir kutlamaya ithafen yapılmış. Şehir halkının inancına göre, Hz. İsa’nın havarilerinden Aziz Paul M.S. 42 yılında, Hristiyanlığı yaymak üzere, Mesina’ya gelmiş. Filistin’e geri dönerken bir grup Messina yurttaşı, Meryem Ana’yı görmek ve şehirlerini takdis ettirmek için onunla gitmiş. Bu insanlar 3 Haziran 42 tarihinde Hz. Meryem ile buluşmuşlar. O da, Messinalılara hitaben İbranice bir kutsama mektubu yazmış ve etrafına saçından bir tutam bağlamış. Mektuptaki cümlelerden birisi olan Vos et ipsam civitatem benedicimus (Sizi ve şehrinizi kutsuyorum), anıtın altına Latince olarak dev harflerle yazılmış. Aslında, anıtın altında bulunan ve üzerinde yukarıdaki cümlenin yer aldığı yapı da tarihi bir eser. Konum olarak Messina’nın orak şeklindeki doğal limanının ucunda bulunan bu yapı, tarihi San Salvatore Kalesi (Forte San Salvatore). Şehrin savunması için, 1537-1540 yılları arasında, Kutsal Roma İmparatoru ve Sicilya Kralı Şarlken tarafından yaptırılmış. Bergamolu mimar Antonio Ferramolino‘nun tasarladığı kale, topoğrafya ile gayet uyumlu bir şekilde, üzerinde bulunduğu yarımada boyunca inşa edilmiş. Kale Sicilya tarihinde önemli bir yere sahip. 1674 yılında İspanyol yönetimine karşı yapılan ayaklanma sırasında halk tarafından ele geçirilmiş. 1860-1861 yıllarındaki Risorgimento mücadelesi sırasında ise burası, Bourbon Sicilya Krallığı’nın adada tutunabildiği son yer haline gelmiş. Kale 12 Mart 1861 tarihinde Sicilyalılar tarafından alınınca, yaklaşık 600 yıllık İspanyol hükümranlığı da sona ermiş.

Leziz deniz ürünleri…

Hava giderek kararmaya başladı ve yemek saati de yaklaştı. Bir süre karşıdaki İtalya kıyılarının ışıklarını izledikten sonra, önceden yerimizi ayırttığımız restoranı aramaya koyulduk. Aslında, Via Pozzo Leone, 23 adresinde bulunan Ristorante I Ruggeri bulunduğumuz yerden çok uzakta değildi ama, birkaç kez aynı sokaklarda dolandıktan sonra bulduk. Şansımıza, gittiğimiz zaman boş masa vardı çünkü, çalışanlar yaptırdığım rezervasyondan habersizdiler. İnternetten yaptığım rezervasyon hangi kara deliğe düştü bilmiyorum ama, bizi yine de bir masaya buyur ettiler. Burası, deniz ürünleri ve balık ağırlıklı menüsü olan bir yer. Zaten Messina’da özellikle deniz ürünleri yenmesi öneriliyor. Yediğimiz her şey çok lezzetli idi. Şarap olarak, Tasca d’Almerita ailesine ait, Salina adasındaki Tenuta Capofaro bağlarında yetiştirilen Malvasia di Lipari üzümünden üretilmiş Didyme (2021) şarabını içtik. Salina, Sicilya’nın kuzeyindeki Eolie (Lipari) Takımadaları‘nın ikinci büyük adası. Antik Yunanlılar Salina’ya, adayı yaratan ve bugün sönmüş olan iki volkana atfen, ikiz anlamına gelen “Didyme” ismini vermişler.

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.