Şu Beyoğlu’nun arka sokaklarını bir türlü tam olarak öğrenemedim. Gittiğimiz yeri bir daha tek başıma bulamam. Bir de Funda arka sokaklardan, kestirme yollardan gittiği için kafam iyice karıştı. Sanki İstiklal Caddesi’nin birkaç paralelinde bir sokaktaydı gittiğimiz mekan. Neredeyse yıkılmak üzere gibi görünen eski, tarihi bir binanın bodrumuna indik. Yukarı katlar ya boştu ya da gündüz kullanılan iş yerleriydi.
İçeri girince, gözlerimin karanlığa alışması zaman aldı. Yoğun bir sigara dumanı (hani kapalı yerlerde sigara yasağı vardı?) ciğerlerimi yaktı. Görünmez bir yerlerden yansıtılan mor ışığın altında, sahnede biri bağlama diğeri org çalan iki kişi gördüm. Baskın elektronik tınıların arasında kulağıma bazı tanıdık melodiler çalınmadı değil. Ama, müzik genel olarak çok elektro ağırlıklı ve fazla yüksek sesli idi. Bir masada oturup da, sohbet etmek imkansız görünüyordu.
Funda barı alışkın gözlerle taradı ve buluşacağımız iki tipi arka masalardan birinde gördü. Masaların arasından oraya doğru yöneldik. Çoğu erkek, çeşit çeşit insanın arasından zorlukla ilerledik. Henüz erken olmasına karşın kafayı bulmuş olanlar. Ayık olup, yanındaki kıza çıkartma yapmanın çeşitli aşamalarında olanlar. Gözü uzaklara dalmış, arada çalan türküyü mırıldanırken demlenen orta yaşın üstünde adamlar. Benim gözüm, kilim desenli masa örtülerine takıldı.
Sözde tanıştık ama gürültüden ikisinin de adını anlayamadım. Zaten yeni tanıştığım insanların bir kerede isimlerini öğrenememe gibi bir beceriksizliğim var. Neden öyle oluyor, bilmiyorum. Neyse, çok da lazım değil diye düşündüm açıkçası. Ben oraya evde titreyerek oturmamak için gitmiştim. Adamlardan birinin Funda ile hemen sarmaş dolaş olmasından diğer tipin de benimle içli dışlı olmaya çalışacağını çıkardım. Nitekim, hiç vakit kaybetmeden sırıtmaya, bir şeyler söylemeye başladı. O arada, kolu bir hamlede sandalyemin arkasına uzandı. O kadar çok gürültü vardı ki, ne dediği anlaşılmıyordu. Ağzı, suyun içindeki bir balık gibi sessizce açılıp kapanıyordu.
Garson geldi. Menüden işaret ederek ve el kol hareketleri ile bir şeyler sipariş verdik. Biraz meze, birer duble rakı. Hep sahne tarafına bakıyor, yanımdaki uyuz bir şey söylemeye çalışırsa, elimle kulağımı işaret ederek,
– Duyamıyorum, diyordum.
Fundalardan tarafa da bakmıyordum. Öpüşüyorlar, koklaşıyorlar ve nasıl oluyorsa, konuşuyorlardı. Böylesi ortamlara, müziğin bu kadar yüksek perdeden çalınmasına alışkınlardı belli ki. Yanımdaki bir süre sonra benden ümidi kesti. Bir ara arkadaşına, beni işaret edip, “Bu ne ya?” gibisinden bir el hareketi yaptığını gördüm. Arkadaşı omuz silkti ve hınzırca sırıttı. Görmemezlikten geldim. Sessiz sessiz mezelerden atıştırmaya, arada rakımı yudumlamaya başladım.
Bir süre sonra gözlerim karanlığa alıştı. Arada müzisyenler de değişmişti. Şimdi bir başka ikili sahnede idi. Geldiğimiz zaman tek kişinin oturduğu birkaç masaya başka insanlar gelmiş, masalar giderek kalabalıklaşmıştı. Sadece kenarda bir masada tek başına oturan bir adam vardı. Loş ışıkların altında bile çok iyi giyimli, hoş bir adam olduğu belliydi. Hiç buraların adamı gibi görünmüyordu. Önünde bir beyaz peynir tabağı, rakı dolu bir bardak ve su. Hepsi o kadardı. Sanki masa donatılmış olsaydı da fark etmezdi gibime gelmişti. Önündekilere o denli ilgisizdi. Çok seyrek olarak, ağzına bir parça peynir, bir yudum sek rakı ve su alıyordu. Bakışları sahneye sabitlenmişti ama görmüyor gibiydi.
******
– Buyrun beyefendi, hangi şirkete gelmiştiniz? Kiminle görüşecektiniz?
– ……………….
Bu karda, soğukta ne çok insan geldi plazaya bugün? Tam evde bir battaniyenin altına girip uyuklama havası. Olmuyor işte. Herkes ekmek derdinde, kariyer derdinde. Ya da, biz ekmek derdindeyiz. Kariyer derdinde olanlar daha şanslı olanlar. Belki de değil… Hepimiz ekmek derdindeyiz aslında…
Neyse, evin kombisi tam zamanında yapıldı. Türkü bara gittiğimiz geceden iki gün sonra geldi tamirci. Bu ay için beklenmedik bir masraf oldu ama, buna da şükür. Ev sahibi Funda’ya,
– Kesinlikle ödemem. Beğenmiyorsanız çıkarsınız, demiş.
Bu kış kıyamette nereye gideceğiz. Uygun ev bulmak kolay mı öyle? Funda patronundan borç aldı. ben de ay başında ona yarısını ödeyeceğim.
O geceyi, Funda’nın bana yapmaya çalıştığı oğlanı başıma musallat etmeden, kazasız belasız atlattım. Mesajı iyi verdim sanıyorum. O da üstelemedi. Funda’nınki bizimle, bizim eve geldi. O ise, Taksim’den ayrıldı.
Şu bana doğru gelen Kamil Geçer’in şoförü mü? Evet, o. Metin’di galiba adı. Güvenlik kartını evde unutmuş. Misafir kartı verdim bir tane. Artık bugün onunla idare eder. Konuşurken yüzüme bakmıyor her nedense. Hiç sevmem böyle tipleri. Güvenilmez olurlar.
(Devam edecek)
Ülgen Özgül
© Tüm hakları saklıdır. Kaynak gösterilmeden ve izin alınmadan metnin tamamı veya bir bölümü yazılı, görsel ve diğer medya ortamlarında kullanılamaz.